BAHAR TEMİZLİĞİ






“Yazmayan kalemleri.
Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o
sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz
fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadıları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsaları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı. “
-Alıntı-


23 NİSAN DÜNYA KİTAP GÜNÜ

Ne güzel bir gün şu 23 Nisan...

Hem Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hem de Dünya Kitap Günü...İki güzel gün bir araya gelmiş...

"Hayatımızda kitaplar olmasaydı; değirmenlerle savaşamaz, harikalar diyarını keşfedemezdik."

Dünya Kitap Gününde sevdiklerinize bir kitap hediye edin özellikle de geleceğin büyükleri çocuklara. Güzel bir 23 Nisan Çocuk Bayramı hediyesi olur onlara. Ben bir kaç tane seçtim bile.

İşte seçtiklerim :)

Matilda - Roald Dahl

Mucizeler Adasına Yolculuk - Klaus Kordon

Sisler Prensi - Carlos Ruiz Zafon

Frej Apartmanı'nın Esrarı - Nazlı Eray

Koralin ve Gizli Dünya - Neil Gaiman

Pembe Maymun Pepe - Carlo Collodi




BANKALAR, ALIŞVERİŞ, KİTAPLAR VE HAYALLERİM...


Dıt dıt dıt dıt (veya buna benzer bir ses)...Yine cep telefonuma mesaj geldi. Açıp okuyorum...Şu tarihe kadar bilmem ne kartınızdan şu kadarlık alışverişinize bu kadar puan veriyoruz. Üç-beş puan uğruna o kadarlık alışveriş yapmam isteniyor...Peki yaparım sorun değil ama madem böyle bir şeyi önerip aklıma getiriyorsun o zaman bir zahmet kredi kartımın ödemesini de bankanız yapıversin. En azından önerdiğin miktarı...Eline numarayı geçiren mesajı çekiveriyor arada arayanları ise hiç yazmıyorum. 




Biz şu firmayız vaktiniz varsa bir konuda...Vaktim varda benim telefonumu kimden aldın önce onu söyle sonra konuşurum. Medeniyet bunu gerektirir. Tanımadığın birinin telefonunu eline geçirmişsen ve firma tanıtımı yapacaksan kimden nasıl aldığını söyleyeceksin. Aradığın kişiye saygıdır. Cevap olarak genelde şunu duyuyorum ; kimden aldığımızı söyleyemeyiz veya bize halkla ilişkilerden veriyorlar. Ara halkla ilişkileri sor. Soramayız efendim. Bende konuşamam efendim bir kez daha aramayın efendim ararsanız görüşmeyi kayıt etseniz bile sonuçlarına katlanın efendim diyerek telefonu kapıyorum. 




Neyse bankaların ve firmaların densizliklerini bir yana bırakalım konu alışverişten açılmışken bir çok kişinin aksine alışveriş yapmak beni sıkar. Gerek ev (mutfak, temizlik vs) için gerekse kişisel (giysi vs). Ev için önceden yaptığım eksikler listesini alır çıkarım, kişisel alışverişi ise ne istiyorsam, zaten kafamda oluşmuştur fazla oyalanmadan yapar mağazadan çıkarım çünkü biraz fazla kaldığımda renkler birbirine karışmaya,  kıyafetler üstüme üstüme gelmeye başlar. 



Ammaaaaa iş kitapçıya gelince her şey değişir. Saatlerce vakit geçirebilirim. Kitapların sayfalarını çevirmek, içinden satırlar okumak, birini alıp öbürünü bırakmak. Listeyle içeri girip liste dışı bir çok kitapla dışarı çıkabiliyorum bazen. Bıraksalar kendimi kaybedip kapanış saatine kadar kalabilirim. 




"Artık kapatıyoruz. Yarın sabah 10:00 dan itibaren açığız bekleriz efendim.
 Yarın gelemem ben biraz daha bakmaya devam edeyim siz üstüme kitleyip gidebilirsiniz." bile diyebilirim :) 





En çokta içinde kahve veya koltuklar olan kitapçıları seviyorum. Benim gibiler için yapmışlar ama maalesef sayıları çok az. Hayal bu ya, acaba diyorum içine mis gibi kahve kokuları yayılan, ev yapımı kekler olan, duvarlarında çeşit çeşit tablolar, fotoğraflar olan, masalarında çeşitli dergiler bulunan, raflarında bin bir çeşit kitaplar olan, isteyenin masasına alıp hafif bir müzik eşliğinde rahatça okuyabileceği, isteyenin bir köşede kocaman yastıklar üstünde okuma keyfi yapabileceği, sigara içenler için kapalı bir kış bahçesi olan, bazı akşamlar büyüklere masallar anlatılabilecek, herkesin kalkıp kendi hikayesini paylaşabileceği, okuduğu kitapları tartışabileceği önünde bisiklet parkı bulunan biraz bohem bir kitap kulübü mü açsam mı acaba diyorum. Öyle bir yer ki kitapçı desem kitapçı değil kütüphane desem tam bir kütüphane değil. İsteyen satın alsın isteyen ufak bir ücret karşılığı üye olup kitapları ödünç alsın. Alan da mutlaka geri getirsin yoksa iki elim yakalarında olsun:))).





      






Mekan mı? Herkesin kolayca ulaşabileceği her yer olabilir. Eski bir semtte, eski bir binanın giriş katı olabilir mesela derken benim hayalimi gerçekleştirmiş insanların kitap kahvelerini araştırdım nette. İşte size bir kaç güzel örnek. Ne dersiniz belki bir gün bir çılgınlık yapar bu hayalimi gerçekleştiririm ya da hiç rahatımı bozmadan var olanlarda elimde kitabım keyif 
yaparım. 




Diyelim açtım ne mi kazanırım? Ticari kaygı yani? Hımmm onu şimdilik hayalimin içine katmadım. Belki çok kazanırım, belki de hiç kazanmam. İkincisi daha gerçekçi geliyor bana ama bunu düşünüp hayallerimi yıkmaya ne gerek var? Dimi ama:))



TEKİNSİZ HİKAYELER





Sir Arthur Conan Doyle denince akla ilk gelen Sherlock Holmes serisi olur. İngiliz Edebiyatının en önemli karakterlerinden biri olan Holmes'ı canı sıkıldığı için önce öldüren okuyuculardan gelen tepkiler üzerine tekrar hayata döndüren ve Holmes'in maceralarına devam eden Doyle Tekinsiz Hikayeler adlı kitabında on beş hikayesini anlatıyor. 

Hikayelerinde bilimkurgudan spiritüalizme korku edebiyatından bir yelpaze sunuyor okuyucularına. 

İçindekilerden Tot'un yüzüğü ve 249 Numaralı Lot bugüne kadar romanlarda ve filmlerde fazlasıyla işlenmiş ve bana göre artık cazibesini yitirmiş bir konu : Mısır ve mumyalar. Tipik mumyaların arayışı ve intikam öyküleri. 

Doyle, Blue John Mağarası Dehşeti'nde ise kıpkırmızı ağzından upuzun sivri dişleri, kocaman fırlak gözleriyle ne olduğu bilinmeyen bir yaratığın insanlar arasında yarattığı korku ve o yaratığın peşine düşen Dr. Hardcastle hikayesini ve sonunu anlatmakta.

Los Amigos Fiyaskosu adlı öyküsünde elektrikli sandalyede idama mahkum olan bir suçlunun son dakikalarını anlatıyor. Kömür olması beklenen mahkumun umulmadık bir sonla karşı-laşmasını  fısıldamış Conan Doyle okuyucularına.

Ben kitapta en çok Yeni Yer Altı Mezarı, Lady Sannox Vakası, Nasıl Oldu ve Kara Şatonun Kontu hikayelerini beğendim. 

Yeni Yeraltı Mezarı'nda iki ünlü Roma dönemi kalıntıları araştırmacısının hayatından bir kesim anlatmış yazar. Dr. Burger'ın arkadaşı Dr. Kennedy'den şeytani bir şekilde intikam alışını satırlara dökmüş yazar. İntikamın altında yatan neden ise dünyanın en eski hikayesi...Aşk.

Bir başka aşk hikayesi ise Lady Sannox Vakası'nda anlatılıyor. Zekice hazırlanmış bir oyunun sonunda ortaya çıkan korkunç bir intikam.  

Nasıl oldu? Öte dünya ile ilişki kuran bir medyumun yazdığı bir trafik kazası sırasında ve sonrasında yaşananları anlatıyor Nasıl Oldu. Kitabın en kısa anlatımı. Belki de en güzeli. Kısa ve öz.

Son olarak, Kara Şatonun Kontu, bir asker hikayesi. Savaş sırasında oğlunu kaybeden bir babanın yaşadıklarını ve yaşattıklarını konu alıyor. 

Kitabın arka kapağında yazdığı gibi ürpererek okuyacağınız insanı alacakaranlık kuşağının içine çeken bir kitap değil ama gerilim edebiyatından sürpriz sonlarla biten kısa hikayeler sunan sıkılmadan okuyabileceğiz bir kitap. 

TEKİNSİZ HİKAYELER    SIR ARTHUR CONAN DOYLE      CAN YAYINLARI


YEŞİLKÖY DENİZ FENERİ ANLATIYOR :)



Yeşilköy Deniz Feneri'nin ağzından kendi hikayesi :)

Benim gibi deniz feneri sevdalılarına... İyi seyirler...





DENİZ FENERİNDE BİR GECE

Bahar yazın habercisidir derler. Yaz denince de akla ilk gelen deniz, güneş ve tatil olur. Yavaş yavaş tatil programları yapılmaya başlanır. Herkes kışın yorgunluğunu üzerinden atmak için kendi zevkine ve bütçesine göre bir şeyler ayarlamaya çalışır. Kimi yurt içinde bir yerlere yazlığına, köyüne, tatil köyüne vs, kimi yurt dışında turlara...



Herkesin ayrı bir tatil anlayışı, kültürü vardır. Ben hiç bir zaman yıldız üstüne yıldız tatil köylerini ve otelleri sevemedim. Bana her zaman itici gelmişlerdir. Tamam müşterilerine odasından mutfaklarına her türlü konforu sunarlar, hizmette kusur etmezler bunu sonuna kadar kabul ediyorum ama bana göre değiller. Bütün gün havuz kenarında bikini şov seyretmek, animasyonlara maruz kalmak, akşamları süslenip püslenip yemekte elde tabak kuyruk beklemek, birbirine hava atan insanların arasında yapmacık hareketleri izlemek...Ben almayım. 
Benim tatil anlayışıma taban tabana zıt bu durum. Yıldız üstüne yıldız yerine bahçesinde rengarenk sardunyaları, tahta masası sandalyesi olan, ağaçlarından fenerler sarkan ufak pansiyonları ve otelleri tercih ederim. Biraz yöresel tatlar, otlar, biraz yaza yakışır zeytinyağlılar, tadımlık mezeler eşliğinde ufak bir çilingir sofrasında samimi gösterişsiz bir ortamda demlenmeyi tercih ederim. Şehrin sıkıcı düzeninden sonra yıldızlı otellerin düzenine girmek sıkıyor beni. Sözün kısası bohem tatilleri tercih ederim. 



Ortaokul lise yıllarımda yaz aylarında gemilerde çok seyahat ettim. Cruise değil yanlış anlaşılmasın koskoca kargo gemilerinde :) Uçsuz bucaksız denizde süzülen geminin güvertesinde oturup kitap okumak en büyük zevkimdi. Bazen yunusları balinaları seyrederdim, bazen güverteye düşen uçan balıkları incelerdim, fırtınalı havalarda serseme döndüğüm anlarda kıyıya bir an önce varalım diye bildiğim bütün duaları sıralardım. Bütün bunlar çok güzel anlardı ama benim için en yolculuğun en güzel anı kıyıya yaklaşırken karşılaşılan deniz fenerleriydi. Denizcilerin yol göstericileri, mağrur ve yalnız yapılar deniz fenerleri. O zamandan bu yana deniz feneri sevgimden hiç bir şey eksilmedi. Aksine daha da büyüdü. 

Dünyanın en güzel yapılarıdır bana göre deniz fenerleri. İngiltere ve Amerika'da yapılışı 1700'lere dayanan fenerlerin olduğu söylenmektedir. İstanbul'da ise Kız Kulesinin bir zamanlar deniz feneri görevi gördüğü rivayeti vardır. Ahırkapı deniz feneri ise yaşanan bir deniz kazasından sonra 1755 yılında III.Osman'ın emriyle inşaa edilmiştir. Bugün bir bölümü müzeye çevrilmiş olan Şile deniz fenerinin ise 150 yıllık geçmişi vardır. 



Dünyanın bir çok ülkesinde işlevini yitirmiş ve ya halen kullanılmakta olan deniz fenerlerinin konaklama yeri olarak kullanıldığını biliyor muydunuz? Evet bazı ülkelerde deniz fenerlerinin odaları turistlere kiraya veriliyor. İngiltere, Amerika, Güney Afrika, Bunu yapan ülkelerden biride Hırvatistan. Gitmek isteyenler internet üzerinden rezervasyon yapabiliyorlar. İşte tam benlik bir tatil. Deniz Feneri konaklaması. 

Konfor mu hayır yok. Zaten fenerlerin iç ve dış resimlerini koymuşlar. Yatmak için bir yatak, televizyon, buzdolabı, duş, masa, sandalye. Standart bir oda. Hiç bir lüksü yok ama manzarası ve mekanları zaten her şeye değer. Yeter ki temiz olsun. 

Eğer ilginizi çekerse işte size Hırvatistan'da konaklama yapılabilecek deniz feneri için iki site;

http://www.adriatica.net/lighthouses/lighthouses_en.htm

http://www.adria24.com/lighthouses/

Darısı ülkemizdeki deniz fenerlerinin başına diyorum...Kalın sağlıcakla...




VEEE BAHAR :)

Güneşin bulutların arkasından çıkıp gülen yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığı, doğanın bin bir rengini gözler önüne serdiği mevsim, bahar geldi. Biraz güneş, biraz yağmur  ne çok sıcak ne çok soğuk mis gibi bir hava ve bahar kutlamaları...

Kimi Easter adı verir, kimi Nevruz, kimi Hıdrellez, kimi Pesah doğanın yeniden doğuşuna. Adları, ritüelleri ve tarihleri farklı olsa da amaç aynıdır; baharı karşılamak. Rengarenk bir şenliktir bahar ve kendine yaraşır şekilde karşılanmalıdır. 



Anadolu'da cemrelerin düşmesinin sonunda kışa veda, canlanmaya başlayan toprağa merhaba  törenleridir Nevruz ve Hıdrellez. Yeni bir başlangıçtır herkes için.

Dünyanın dört bir yanında törenlerle kutlanır baharın gelişi. Mesela;

Azerbaycan'da evler temizlenerek başlanırmış hazırlıklara. Bahar temizliği. Ayrıca semeni göğertilirmiş yani tohum çimlendirilirmiş. Özellikle de buğday tohumu. 



Kazaklarda ise yıl boyu bereket olması için Kırgız Türklerinin yaptığı yedi çeşit yiyecekten yapılan aş olurmuş mutlaka sofralarında. Ateş üzerinden atlayıp, çadırlar kurup sofralar açarlarmış.

Tacikistan'da Ş ile başlayan yedi yiyecek sunarlarmış misafirlerine. Bunlardan süt temizliği, tatlı yaşama sevincini, şeker serinlik ve dinlenmeyi temsil edermiş. 



Kamlar ise bahar çoşkusunu bir dua ile karşılarlarmış;

"Yüce tanrının ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerin ilk defa bezendiği, altmış türlü sürülerin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen yaratıldın."

Çok ama çok eskilerden Keltler baharın gelişini Kuş Bayramı  ve Çiçek Bayramı ile kutlarlarmış.

Kuş Bayramında, günümüze paskalya olarak gelmiş,  insanlar geri dönen kuş sürülerini seyretmek için şafaktan kuşluk vaktine kadar kuş izlemeye giderler sonrada kuşların dönüşünü bir ziyafetle kutlarlarmış. 


Çiçek Bayramı ise Mayıs'tan önceki son dolunayda kutlanırmış. Yeşil giyip, mayıs direği dikip etrafında dans ederler, çiçekler toplayarak ateşten atlarlarmış. 

Geçmişten günümüze dünya üzerinde her toplumda kendine göre gelenekleri ve görenekleri ile kutlanmış baharın gelişi. 

Bende Sezen Aksu'nun o güzel şarkısının dizeleri ile Baharınızı Kutluyorum:)

Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum....





PAMUK PRENSES'E NE OLDU?

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken diye başlardı masallar. Bizlerde bazen sessiz sakin ağzımız açık bazen de anlatıcıyı anlattığına anlatacağına bin pişman eden birbiri ardına sorular sıralayarak dinlerdik masalları. 

Peki ne oldu o çocukluk kahramanlarımıza şimdi? Onların yerini çizgi film kahramanları aldı günümüzde. Hemde ne almak. Masal kahramanlarının en kötüsü bile saf kaldı çizgi film kahramanlarının yanında.  

Sahi ne oldu o masal kahramanlarına?


Mesela Pamuk Prenses'e? Prensi ile evlenip çoluk çocuğa mı karıştı da artık yok ortalıklarda? Ya cüceleri? Hala o ormanda mı yaşıyorlar? Ormanları duruyor mu yoksa 2B'ye kurban mı gitti? Belki de cüceler minik ahşap kulübelerinden yüzme havuzlu villarına geçtiler. Keyif yapıyorlar. Hala anneler çocuklarına Pamuk Prensesi okuyor mu acaba? Yoksa yerini başkaları mı aldı? Masum Pamuk Prenses Munster High kızlarına mı karıştı acaba? 

Ya Külkedisi Cinderalla. Hani şu telaşla merdivenlerden inerken ayakkabısının tekini düşürüp prensi günlerce peşinden koşturan kız. Ne yapıyor şimdilerde acaba? Nerelerde düşürüyor platform topuklu ayakkabılarını? Birileri peşinden ayakkabısını koşturuyor mu acaba? Kim bilir neler yapıyor bu aralar da? Büyüyünce Hanna Montana mı oldu yoksa? Hala anneler Cinderalla'yı okuyor mu çocuklarına acaba? 

Ya Heidi? Büyükbabası ve arkadaşı Peter'le İsviçre'nin dağlarında mutlu mesut keçilerin peşinde koşan elma yanaklı kız? O ne yapıyor acaba? Hala keçilerin peşinde mi koşuyor yoksa artık çocuklarının peşinden mi koşuyor.  Ya Clara? Hala Bayan Rottenmeir'in işkencelerine maruz kalıyor mu yoksa onu çoktan saf dışı bıraktı mı? Hala anneler Heidi'yi okuyor mu acaba çocuklarına?



Peki ya Polyanna? Hani başına ne gelirse gelsin her olaydan bir mutluluk çıkartmaya çalışan kız? Kaldı mı böylesi? Ben bile çocukken bir şeye kızdığımda ve aklıma bu masal geldiğinde o Polyanna'yı elime bir geçirsem diye söylendiğim zamanları hatırlıyorum. Her şey de bir hayır vardır derler ama bununki de biraz fazlaydı:) Bu kafayla başına neler geldi kimbilir?. Hala anneler çocuklarına Polyanna'yı okuyor mu acaba?

Çocukları telef eden Fareli Köyün Kavalcı'sına ne demeli? Ara ki bulasın onca çocuğu...

Kırmızı Başlıklı Kız'dan haberiniz var mı? Son duyduğuma göre büyük anne kurtla kaçmış Kırmızı Başlıklı Kız kayıplara karışmış :) Eh ufacık kızı elinde sepet ormana bırakırsan olacağı budur. Bence anneler bunu çocuklarına artık okumasınlar. Çocuk masalı ama içinde vahşet olan bir masal. Büyükkanne yiyen bir kurt, onu öldüren bir avcı ve hepsinin tanığı Kırmızı Başlıklı ufak bir kız. Ortadan yok olmasında ne olsun.



Ya Rapunzel? O da saçlarını kuleden sarkıta sarkıta kel kalmış diye duydum ve Keloğlan'a aşık olmuş. 

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor

Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.

Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.

Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.

Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/



Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

SHAKESPEARE'Yİ NASIL BİLİRSİNİZ?

2 Şubat tarihinde Şeytan ve Şair adlı kitabı okuduğumu yazmıştım. Kitap bazı şair ve yazarların kirli çamaşırlarını ortaya döküyor demiştim. Konu  Shakespeare'nin hayatı üzerine idi ve yazarın aslında  çok ta edebiyatla ilgili biri olmadığı hakkında iddialar vardı ve bu kitabın gerçek belgelere dayandırılarak yazıldığı bilgisi veriliyordu.  

Son günlerde basında çıkan bir haber romanda yazılanların doğruluğunu kanıtlar niteliğindeydi. 

İşte Sabit Fikir'in Shakespeare haberi;



Shakespeare "acımasız" bir iş adamıymış


Dünyanın en seçkin drama yazarı olarak kabul edilen İngiliz edebiyatçısı Shakespeare, aslında "acımasız" bir iş adamıymış. Galler'deki Aberystwyth Üniversitesinden bir grup akademisyenin yaptığı araştırma, ünlü ozanın, kıtlık döneminde tahıl işinden para kazanan bir iş adamı olduğunu gösterdi.
Akademisyenler, mayıs ayında Galler'de yapılacak Hay Edebiyat Festivali'nde sunulacak tezlerinde, Shakespeare'in, aynı zamanda tahıl tüccarı olduğunu, çevreye borç para verdiğini ve vergi kaçırdığını ileri sürdü. Shakespeare'in sıklıkla görmezden gelinen iş anlayışı incelenmeden tam anlamıyla anlaşılamayacağını savunan, Aberystwyth'de Ortaçağ ve Rönesans edebiyatı dersleri veren Jayne Archer ve meslektaşları Howard Thomas ile Richard Marggraf Turley, edebiyatçının Stratford-upon-Avon kasabasındaki bu yaşantısının ayrıntılarını ortaya çıkarmak için arşivleri taradı.






Akademisyenler, tezlerinde ''Shakespeare'in, 15 yıl süresince komşularına ve yerel tüccarlara şişirilmiş fiyatlara satabilmek için tahıl, malt ve arpa satın alarak stokladığını, ürünler için kendisine tam ödeme yapamayacak (ya da yapmayacak) kişilerin peşine düştüğünü, kazançlarını borç para verme işinde kullandığını'' yazdı.
 
Jayne Archer, Shakespeare'in bu yönlerinin, eleştirmenler ve bilginlerin, yaratıcı dehanın aynı zamanda kendi çıkarıyla hareket ettiği fikrini uygun bulmayacakları için görmezden gelindiğini söyledi. Archer, Shakespeare'in, 16. yüzyıl sonuyla 17. yüzyıl başında yaşadığını ve eserlerini kaleme aldığını belirterek, alışılmadık soğuk ve aşırı yağışların kıtlığa neden olduğu bu dönemin, 'Küçük Buz Devri' olarak bilindiğine dikkati çekti.

 


Archer, Shakespeare'in 'acımasız' bir iş adamı olması fikrinin, hassas sanatçının romantik görüşleriyle uyum içinde olmayabileceğini ancak edebiyatçının çok sert yargılanmaması gerektiğini ifade ederek, ''Shakespeare'i, açlığın adamı olarak hatırlamak, onu çok daha insan, çok daha anlaşılır ve çok daha karmaşık yapar'' dedi. Shakespeare uzmanı Jonathan Bate, Sunday Times gazetesine yaptığı açıklamada, Archer ve meslektaşlarının, çok değerli bir araştırma yaptıklarını ifade etti.







1 NİSAN


1 Nisan şaka günü:) Daha çok gençlerin ve çocukların birbirlerine ve öğretmenlerine şaka yaptıkları hatta ne şakalar yapalım diye kafa patlatıp şakalandıkları gün. 

Orijini Fransa imiş 1 Nisan'ın. Bir söylentiye göre 1564 yılında Fransa'dan çıkmış. O zamanlarda   Fransa'da yeni bir yılın başlangıcı 1 Nisan olarak alınırmış fakat Fransız Kralı IX Charles yeni yılın başlangıcını 1 Ocak olarak  kabul edince yeni takvime adapte olamayan halk (benim yeni saate olamadığım gibi) bir süre daha yeni yılın başlangıcını 1 Nisan olarak kutlamaya devam etmiş. Bu durumla dalga geçmek için birbirlerine komik hediyeler vermeye başlamışlar. Özellikle de yiyecek. Hristiyanlarda dinsel açıdan et yerine balık yenen bir döneme denk geldiği için genelliklede birbirlerine şaka niyetine oyuncak balık hediye ederlermiş. 

Fransa'dan çıkan 1 Nisan tüm dünyaya dalga dalga Şaka Günü olarak yayılmış. 

Aman dikkat !!! Bir köşede gizlenmiş bir şaka sizi bekliyor olabilir bu gün. Gözünüzü dört açın. Nisan Balığına yakalanmayın :) 

Benden söylemesi...

Aaa bu da ne böyle ? Kim koymuş bunu kapıma acaba? Ne var ki içinde ? Hımm 1 Nisan:))