Prag Mezarlığı mı? Kars Eski Fayton Garajı mı?


Otelin derecesi -12'yi gösteriyor. Hava soğuk mu soğuk ama üşütmüyor, kesmiyor. İnsanı diri tutan mis gibi bir hava var dışarıda. Gecesi ayrı çağırıyor, gündüzü ayrı. Vakit kısıtlı hiç bir seyi kaçırmamak lazım. 




Hava soğuk mu soğuk, ellerim ceplerimde... Aklıma Barış Manço'nun şarkısı geliyor. Benimde ellerimde ceplerimde mırıldana mırıldana çıkıyorum otelden. Sisli bir manzara ve is kokusu karşılıyor beni. Buzlu kaldırımlarda yavaş yavaş patinaj yaparak yürümeye çalışıyorum. Önüme kemerli taş bir geçit çıkıyor. Kilit taşından yapılma. Paslanmış bir tabela var üzerinde. Okumaya çalışıyorum. Eski Fayton Garajı yazıyor okuyabildiğim kadarıyla. Buz tutmuş arnavut kaldırımlı zeminden içeri doru yürüyorum. Titrek ışıklar altında gizemli insanı ürküten bir görüntüsü var. Aklıma Prag Mezarlığı geliyor bir anda. Prag nere Kars'ın Yusufpaşa Mahallesi nere. Nereden aklıma geliyor evet kitaptaki mekan  yer tasvirlerinden tabiki. 




Kulağıma nal sesleri gelmeye başlıyor. Burnuma sisle karışan at kokusu. Artık kullanılmayan, harabe haline gelmiş kimi pencereleri açılmış enine iki katlı binaya bakıyorum. Işığın bir oyunu mu yoksa camdan birimi bakıyor? Atını bağlamış dinlenmeye çıkmış bir faytoncu mu o? Zihnim bana oyun oynamaya başlıyor. Etrafım bir anda değişiyor. Çevremde insanlar bağırışmaya başlıyor. Nal sesleri, atların nefes almaları, faytonlara yüklenen çuvallar, aldıkları malları köylerine  doğru yola çıkan insanlar. Hangi dönemdeyim acaba? 

 Hızla çarpan bir pencerenin sesiyle 2012'ye geri dönüyorum. Sessizlik kaplıyor etrafı, is kokusu geliyor burnuma buram buram. İyice bakıyorum çevreme. Ne  faytonlar kalmış ne bağırışan faytoncular. Binaya kaldırıyorum başımı camları kapkaranlık. Sokak lambasının ışığı altında çıkıyorum ve yürümeye devam ediyorum ellerim ceplerimde.

2013




YENİ YILIN SAĞLIK, MUTLULUK, HUZUR, BAŞARI, BOL BEREKET GETİRMESİ DİLEKLERİMLE...


YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN :)


Kars ve Kar



Buuuuuzzzz gibi bir şehir burası. Sonsuz beyazlık ve sessizlik hakim her sokağında. Benim gibi kar kış düşkünü birine İstanbul'un bahar havasından sonra çok iyi geldi. Kars'a yaklaşırken uçakta dışarıya baktığımda bir anda doğanın rengi kahverengi yeşilden beyaza dönüştü. Dönüşüm yer demir gök bakır filmini getirdi aklıma. Sonsuz beyazlığın ortasında köyleri oluşturan ev kümeleri vardı ama onlara giden yollar yoktu. 1saat 55 dakikalık uçuşun sonunda bomboş ve küçücük bir havaalanına indik. Kapıda buzzz gibi bir hava çarptı yüzümüze. Kars'a hoşgeldiniz :) 




Otele valizleri bırakır bırakmaz buz tutmuş kaldırımlara attık kendimizi. Gezilecek, görülecek, fotoğraflanacak o kadar çok yer var ki. Tamı tamına dört günümüz var burada. Hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum. En ufacık bir ayrıntıyı bile yakalamak istiyorum çünkü çok şeyler fısıltıyor bu bembeyaz şehir ziyaretçilerine. 





Yapıların kiminin boynu bükük tamamen harap olmuş, kimi aslına sadık kalınarak restore edilmiş, kullanılıyor. Ruslardan, Ermenilerden kalmış tipik Kars evleri. Çift camlı, kalın taşlardan yapılmış, çini döşemeli, ahşap tavanlı enine tek veya çift katlı. Şehrin ortasından akmaya çalışan  akmaya çalışan diyorum çünkü kısmen buz tutmuş Kars Çayı şehre ayrı bir güzellik katıyor. Her adımda farklı bir görüntüyü yakalıyor objektif. Harika bir manzara bazen yerini muhteşem bir yıkıntıya bazen elleri yüzleri kıpkırmızı birbirinden güzel leğenle kayan çocuklara bazen eski Kars evlerine giren kemerli taş kapılara bazen de mistik bir kiliseye. Hepsinin tek bir ortak özelliği var. Tüm bu güzellikleri bembeyaz ve suskun bir ortamda sunuyor ziyaretçilerine. Bembeyaz çünkü bu şehir tam bir karlar kraliçesi bana göre, suskun belki de kırgınlığın getirdiği bir sessizlik bu yeterince ilgi göremediği için. Eski yapıları gitgide tarihe karışmaya başladığı için. 




Beni en çok şaşırtan şeyler biride şehrin trafiği oldu. Yerler kaldırımlar ve caddeler cam gibi buz. Trafik ışıkları sürekli sarı yanıp sönüyor ama sürücüler birbirine ve yayaya son derece saygılı. Kaza yok, birbirine bağıran, sonuna kadar kornaya basan yok. Trafik tıkır tıkır işliyor. 
Kayan araçlar var tabikii ama plakalarına baktığınızda hepsinin başka şehirlerden gelen araçlar olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca şehirde düşe kalkan birileri görürseniz onlarında başka şehirlerden ziyarete gelen insanlar olduğunu hemen anlayabilirsiniz. Karslılar buzlu kaldırımlarda  yürümeye alıştıkları gibi buzlu caddelerde de araç kullanmakta ustalaşmışlar. 




Taksileri ve minibüsleri turiste alışkın. Sarıkamış, Ani gibi turistik yerlerine minibüsler kalkıyor ve istediğinizde cüz i bir rakam karşılığında bölgeyi gezdiriyorlar. Taksiler bu rakamı biraz abartıyor ama yine de İstanbul'un yanına yaklaşamıyorlar. 




Her yerde bal ve peynir satan dükkanlar var. Ben en çok yerel marketlerini sevdim. Simişka (ay çekirdeği) evelik satan yerleri ve tavanları ahşap eski kars evlerinden bozma dükkanlarını. 




Bu arada daha önce yazdığım Ludmilla Denisenko'nun Böyle Bir Kars kitabı bana gerçek bir rehber oldu. İçinde yazmış olduğu eserlerin çoğunu şehirde görmek mümkün. 


                                            

Şimdilik bu kadar...Şehrin detaylarını, insanların anlattıklarını, tarihi eserlerin hikayelerini, fotoğrafları ve meşhur ucubeyi... Hepsini bir sonraki yazıma bırakıyorum. 




Kars'tan canlı yayınım devam edecek...Görüşmek üzere :)



Kars olur da küreksiz ve sobanın üstünde demlenen çaysız olur mu? Olmaz tabii ki :)

Gitmelerin Mevsimi





Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.

“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İstemek de güzel

Can YÜCEL

Beyaz Uykusuz Uzakta...




Cuma günü Cemal Süreya'nın "Beyaz uykusuz uzakta" diye söz ettiği, Türkiye'nin ızgara plan  üzerine kurulan ilk planlı, Baltık mimarisinin tipik izlerini taşıyan şehri Kars'a gitmek üzere yola çıkıyoruz. 

Gitmeden önce YKY yayınlarından Kars ve Heyamola yayınlarından çıkan Ludmilla Denisenko'nun Böyle bir Kars kitaplarını bitirmeye çalışıyorum. Denisenko ailesinin geçmişini dolayısıyla Kars'ın eski günlerini anlatmış kitabında. Adım adım gezdiriyor okuyucularını Kars'ın karla kaplı caddelerinde. Onun Kars'ını bulamayacağım kesin ama yine de şehrin bana geçmişten çok güzel hikayeler fısıldayacağından eminim. 




“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik
kim düşünecekti bu kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

“oysa” diyor birisi
sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi

Turgut Uyar

Karlı Bir İstanbul Günü



Beklenen oldu ve İstanbul'a yılın ilk karı yağdı. 

Hava buzzzz gibi. Kar taneleri gökyüzünde nazlı nazlı süzülerek İstanbul'u beyaza boyuyor.

Motor buz mavisi denizin üzerinde ilerlerken camın kenarına oturmuş boğazı seyrediyorum. 


Köprü kar bulutunun ardında saklamış gibi. Martılar bu kez karlarla vals yapıyor. 

Herkes atkılara, berelere bürünmüş. Eller ceplerde hızlı hızlı yürünüyor. Bir an önce varmalı gidilecek yere. 

İstanbul caddelerinde yine her sene ki kar kaosu yaşanıyor. Kazalar olmuş, yollar tıkanmış, sinirler gerilmiş. Dudaklardan hep aynı cümle dökülüyor : ufacık bir karda ne hale geliyor bu şehir. 

Gün çocukların günü okullar tatil olmuş. Kar yağıyor bir de okullar tatil olsa derken o da olmuş. 

Kedi apartmanın içine kaçmış, kaloriferin üstünde keyif yapıyor. Gelene geçene selam veriyor keyifli keyifli. 



Şehre akşam çöküyor. Sokaklar ıssızlaşıyor. Kar hızını arttırmış yağmaya devam ediyor. Etraf ışıl ışıl. Kış beyazı aydınlatıyor her yeri. Ve kar sessizliği hakim geceye...

Ben ise bir elimde kitabım, diğer elimde sıcacık kahvem dalmışım Ahmet Hamdi'nin hikayelerine. Kaptırmışım kendimi gecenin büyüsüne...










  









Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz.
Kuklacı 'felek' usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer,
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

Ömer Hayyam

21 Aralık Dünya Roman Kahramanları Günü


Wain'nin Kedileri

Son günlerde Uygarlığı Değiştiren 100 Kedi kitabını okumaya başladım. 

Füg besteleyen kediden, yazarlara esin kaynağı olan kedilere, denizci kediden hava saldırılarına kafa tutan kedilere, Antartika'yı keşfeden kediden uzaydaki ilk kedi Felix'e, gemileri batıran kediden, Japon tapınak kedisine kadar dünyanın dört bir yanından derlenmiş kedi hikayeleri var. 

İngiliz şair ve romancı (kitapta böyle yazıyor) Thomas Hardy'nin ise kalbini gerçek anlamda bir kedi çalmış. Ölümünden sonra kalbinin ve vücudunun farklı yerlere gömülmesine karar verilen Hardy'nın kalbi cenaze levazımatçısı tarafından bir bisküvi kutusuna konmuş. Ertesi gün kutuyu boş bulan levazımatçı kalbin kedisi Cobby tarafından yenmiş olabileceğini düşünmüş. Kalbi gömmek zorunda olduğundan ve kalp Cobby'nin midesinde olduğundan...Hikayenin gerisini siz   tahmin edin artık. Evet aynen öyle Cobby'yi de boğazlayıp ikisini birlikte gömmüş. 


Bu vahşet hikayesinden sonra en çok Kıvılcım'a güldüm. Kıvılcım 11000 volt elektriğe çarpıldıktan sonra tüylerinden duman tüterek ve topallayarak sağ salim çıkmış elektrik santralının içinden. Tamam kediler dokuz canlıdır ama 11000 voltta biraz fazla değil mi?



Bütün bunların içinde biraz da Peter'den bahsetmek istiyorum. Peter, İngiliz ressam Louis Wain'in tablolarına esin kaynağı olan kedisi. Mesleğimin temelini atan odur diye bahseder Wain onunla ilgili bir yazısında. Peter yıllar boyu Wain'in tablolarında yer alır. Elbiseli kediler, iki ayak üzerinde yürüyen kediler, gözlükler kediler çizer kedisine bakarak. 1886 yılında Illustrated London News için çizdiği bir sayfa büyüklüğünde A Kitten's Christmas Party adlı resmi sayesinde üne kavuşur. 






Hayatının sonlarına doğru Wain yirmi yılını şizofreniden hastanede geçirir. Dibe vuruşu resimlerine huzursuz kedi figürleriyle yansıtır. Elbiseli kedilerin yerini parlak, ürkmüş, şakın kediler alır. Son zamanlarında çizdiği kedilerin şekilleri değişse bile orjinalinde Wain'in ilham kaynağı Peter yatıyordu. 



Wain'in ve Peter'in hikayesini okuyunca tablolarını araştırdım ve karşıma birbirinden sevimli kediler çıktı. İşte Louis Wain'in kedileri...Tüm kedi severlere gitsin :)



Uygarlığı Değiştiren 100 Kedi       Sam Stall     Can Yayınları       Ayşen Anadol çevirisi