2013




YENİ YILIN SAĞLIK, MUTLULUK, HUZUR, BAŞARI, BOL BEREKET GETİRMESİ DİLEKLERİMLE...


YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN :)


Kars ve Kar



Buuuuuzzzz gibi bir şehir burası. Sonsuz beyazlık ve sessizlik hakim her sokağında. Benim gibi kar kış düşkünü birine İstanbul'un bahar havasından sonra çok iyi geldi. Kars'a yaklaşırken uçakta dışarıya baktığımda bir anda doğanın rengi kahverengi yeşilden beyaza dönüştü. Dönüşüm yer demir gök bakır filmini getirdi aklıma. Sonsuz beyazlığın ortasında köyleri oluşturan ev kümeleri vardı ama onlara giden yollar yoktu. 1saat 55 dakikalık uçuşun sonunda bomboş ve küçücük bir havaalanına indik. Kapıda buzzz gibi bir hava çarptı yüzümüze. Kars'a hoşgeldiniz :) 




Otele valizleri bırakır bırakmaz buz tutmuş kaldırımlara attık kendimizi. Gezilecek, görülecek, fotoğraflanacak o kadar çok yer var ki. Tamı tamına dört günümüz var burada. Hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum. En ufacık bir ayrıntıyı bile yakalamak istiyorum çünkü çok şeyler fısıltıyor bu bembeyaz şehir ziyaretçilerine. 





Yapıların kiminin boynu bükük tamamen harap olmuş, kimi aslına sadık kalınarak restore edilmiş, kullanılıyor. Ruslardan, Ermenilerden kalmış tipik Kars evleri. Çift camlı, kalın taşlardan yapılmış, çini döşemeli, ahşap tavanlı enine tek veya çift katlı. Şehrin ortasından akmaya çalışan  akmaya çalışan diyorum çünkü kısmen buz tutmuş Kars Çayı şehre ayrı bir güzellik katıyor. Her adımda farklı bir görüntüyü yakalıyor objektif. Harika bir manzara bazen yerini muhteşem bir yıkıntıya bazen elleri yüzleri kıpkırmızı birbirinden güzel leğenle kayan çocuklara bazen eski Kars evlerine giren kemerli taş kapılara bazen de mistik bir kiliseye. Hepsinin tek bir ortak özelliği var. Tüm bu güzellikleri bembeyaz ve suskun bir ortamda sunuyor ziyaretçilerine. Bembeyaz çünkü bu şehir tam bir karlar kraliçesi bana göre, suskun belki de kırgınlığın getirdiği bir sessizlik bu yeterince ilgi göremediği için. Eski yapıları gitgide tarihe karışmaya başladığı için. 




Beni en çok şaşırtan şeyler biride şehrin trafiği oldu. Yerler kaldırımlar ve caddeler cam gibi buz. Trafik ışıkları sürekli sarı yanıp sönüyor ama sürücüler birbirine ve yayaya son derece saygılı. Kaza yok, birbirine bağıran, sonuna kadar kornaya basan yok. Trafik tıkır tıkır işliyor. 
Kayan araçlar var tabikii ama plakalarına baktığınızda hepsinin başka şehirlerden gelen araçlar olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca şehirde düşe kalkan birileri görürseniz onlarında başka şehirlerden ziyarete gelen insanlar olduğunu hemen anlayabilirsiniz. Karslılar buzlu kaldırımlarda  yürümeye alıştıkları gibi buzlu caddelerde de araç kullanmakta ustalaşmışlar. 




Taksileri ve minibüsleri turiste alışkın. Sarıkamış, Ani gibi turistik yerlerine minibüsler kalkıyor ve istediğinizde cüz i bir rakam karşılığında bölgeyi gezdiriyorlar. Taksiler bu rakamı biraz abartıyor ama yine de İstanbul'un yanına yaklaşamıyorlar. 




Her yerde bal ve peynir satan dükkanlar var. Ben en çok yerel marketlerini sevdim. Simişka (ay çekirdeği) evelik satan yerleri ve tavanları ahşap eski kars evlerinden bozma dükkanlarını. 




Bu arada daha önce yazdığım Ludmilla Denisenko'nun Böyle Bir Kars kitabı bana gerçek bir rehber oldu. İçinde yazmış olduğu eserlerin çoğunu şehirde görmek mümkün. 


                                            

Şimdilik bu kadar...Şehrin detaylarını, insanların anlattıklarını, tarihi eserlerin hikayelerini, fotoğrafları ve meşhur ucubeyi... Hepsini bir sonraki yazıma bırakıyorum. 




Kars'tan canlı yayınım devam edecek...Görüşmek üzere :)



Kars olur da küreksiz ve sobanın üstünde demlenen çaysız olur mu? Olmaz tabii ki :)

Gitmelerin Mevsimi





Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.

“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İstemek de güzel

Can YÜCEL

Beyaz Uykusuz Uzakta...




Cuma günü Cemal Süreya'nın "Beyaz uykusuz uzakta" diye söz ettiği, Türkiye'nin ızgara plan  üzerine kurulan ilk planlı, Baltık mimarisinin tipik izlerini taşıyan şehri Kars'a gitmek üzere yola çıkıyoruz. 

Gitmeden önce YKY yayınlarından Kars ve Heyamola yayınlarından çıkan Ludmilla Denisenko'nun Böyle bir Kars kitaplarını bitirmeye çalışıyorum. Denisenko ailesinin geçmişini dolayısıyla Kars'ın eski günlerini anlatmış kitabında. Adım adım gezdiriyor okuyucularını Kars'ın karla kaplı caddelerinde. Onun Kars'ını bulamayacağım kesin ama yine de şehrin bana geçmişten çok güzel hikayeler fısıldayacağından eminim. 




“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik
kim düşünecekti bu kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

“oysa” diyor birisi
sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi

Turgut Uyar