Her şey 45 saniye içinde bitti...


Özdemir Asaf'tan...



Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.

O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümid yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Özdemir Asaf

Hayatıma hoş geldin:)


Yalnızlık şarabı




"Bilmem ki kim veriyor bu yalnızlık şarabını bana.

Kimi gece sokaklarda dolaşırken elimde buluveriyorum şişesini. Öyle, tutuşturuvermişler elime gene, tıpasını açıp bir yudum alıyorum ondan; yahu kim veriyor gece zamanı elime şu yalnızlık şarabını?. Bu şarap bana yaramıyor, dokunuyor, hasta ediyor beni diyorum.

Gece zamanı nereden buluyorum ben bu şişeyi, bu şaraptan neden içiyorum bilmiyorum. 

Alın elimden şu şişeyi arkadaşlar! Elimden alın da, başka bir yere koyun şu yalnızlık şarabının şişesini.

Tuttu beni, hasta oldum, ağlıyorum.

Alın bunu elimden arkadaşlar. İçirmeyin bana yalnızlık şarabını..."

Ayışığı Sofrası - Nazlı Eray




Madem ateşin var ne duruyorsun karanlıkta


'Ey kara mezarlık Karacaahmet sana gelmiyorum işte...Yorgo'nun Meyhanesine gidiyorum. Daha çok beklersin...'

Işıklar içinde uyu büyük usta...Müşfik Kenter'in anısına...

Bizden kaçırdığınız eserleri geri vermeyin!




Hürriyet yazarlarından Melis Alphan'ın bugün köşesinde böyle bir başlık vardı. Okumuşsunuzdur gazetelerde, son zamanlarda bir moda çıktı Türkiye'den yurt dışına kaçırılan eserlerin istenmesi. Bu yeni bir şey değil her zaman yapılıyor. Ülkemizden yurt dışına çeşitli yollarla tarihi eserlerimiz kaçırılıyor ve biz istiyoruz. Tekrar kaçırılıyor, tekrar istiyoruz. Sonu gelmez diziler gibi. Son zamanlarda bu haberler gazetelerde boy boy yer almaya başladı. Şurdan şunu istedik, burdan bunu istedik diye. Kültür Bakanlığı iş başında, iz üstünde olduğunu göstermeye çalışıyor. Biz çalışıyoruz eserlerimizi geri istiyoruz. (da o eserler kaçırılırken neredesiniz acaba?)

Bende basında çıkan haberleri bir kaç kez  facebook'ta 'gittikleri ülkelerde kalsınlar, oralardaki müzeler bizim eserlerimize daha çok değer veriyor. Bizde çanak çömlek muamelesi gören arkeolojik eserlerimiz oralarda dünya mirası gözüyle bizden daha iyi korunuyor' diye paylaşmıştım. 

Kimi arkadaşlarım bu fikrime katılmış, kimiyse hem arkeoloji eğitimi aldın hemde böyle yazıyorsun diye beni eleştiri yağmuruna tutmuştu. Bende onlara tv programlarına konu olan müzelerin bodrumlarında çürütülen eserlerimizden, geçen yıllarda gazetelerde haber olan, plastik oyuncak kalıbı olarak Atatürk Havalimanından yurt dışına çıkarılan 1.5 tonluk lahitten ve benzeri olaylardan bahsetmiştim. Bilmem anladılar mı ama kim ne derse desin ben yurt dışına çıkarılan eserlerin Türkiye'ye getirilmesini istemeyenlerdenim. Evet bizim topraklarımızdan çıkan paha biçilmez eserlerimize yabancılar bizden çok daha fazla sahip çıkıyor ve en önemlisi dünya mirası gözüyle koruyorlar. 

Melis Alphan'da bu günkü Hürriyet'teki köşesinde bu konuyu kaleme almıştı. Yurtdışına kaçırılan eserlerimizle, arkeolojiyle ilgilenenlere...Bizden kaçırdığınız eserleri geri vermeyin...

Haberi okumak için linki tıklayınız...

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...


Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.



LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.

Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.


Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Rüzgar



Var gücüyle kıyıyı döven dalgaların sesi yaprakların sesiyle dans ediyor bu gece. Deli rüzgar bomboş sokaklarda evlerin duvarlarına çarparak dolaşıyor. Rüzgar çanı fazla mesaide. Gecenin tüm olumsuzluklarını evden uzak tutmaya çalışıyor sanki. 

Yıldızlar pırıl pırıl parlıyor gökyüzünde. Sakin, sessiz...

Dün gecenin boğucu sıcağı yerini rüzgara bırakmış kaçmış. Uzaklardan bir pencere çarpması geliyor kulağıma. Terk edilmiş evin etrafında yarasalar uçuşuyor. Elektrik direğinin üzerindeki baykuş geceyi bölen bir çığlık atıyor. Ve bir araba geçiyor aheste aheste arkasında toz bulutu bırakarak. 

Kopan yapraklar sürükleniyor çimlerin üzerinde, duvarın kenarına sıkışıp kalıyorlar. Karşı tarafta sazlar rüzgarın ritmine ayak uydurmuş salsa yapıyorlar. 

Rüzgar tanrılarının gecesi bu gece. Sahneyi Boreas, Poseidon, Zephyrus, Zeus paylaşıyor. Poseidon elindeki asasıyla dalgaları yükseltiyor, Zeus kalkanına vurarak fırtınayı başlatıyor, batı rüzgarı Zephyrus ve kardeşi Boreas Trakya'daki saraylarından çıkarak rüzgarın hızıyla yarışan atlarının üzerinde dört nala gidiyorlar. Ve rüzgar çanı daha da hızlanıyor. Büyülü bir şeyler fısıldıyor   geceye.


Sahnenin diğer köşesinde ise ben rüzgarın kollarında uykuya dalıyorum. Çanın tınıları, rüzgarın uğultusu ve dalgaların sesi eşlik ediyor rüyama. Denizin, çoktan uykuya dalmış bir köyün, teker teker ışıkları sönmeye başlayan şehrin, çatıların, kapkara bir ormanın üzerinden uçuyorum...Ve perde kapanıyor yarın gün doğumuna kadar...

Basit Yaşamak




Basit yaşayacaksın basit,

Mesela, susayınca, su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
Tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
Sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“Seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
Basit sıcak bir öpücük ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
O öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana, rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak.
En değerli kağıdın; hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak
Sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
Bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
Ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
Parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
Kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir “Fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek, bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit.

Yalçın Ergir - Düş Hekimi

(Herkesin Can Yücel veya Nazım Hikmet sandığı şair)  

Nedenini okumak isterseniz http://www.ergir.com/nesinlik_hikaye.htm tıklayınız...