Yazarlar 'yazma'yı anlatıyor

Yazmak hakkında ilham verici alıntılar oluşturmak, asırlar boyunca yazarlar ve şairler için çok sevilen bir eğlence olmuştur.

Pek çok yaratıcı tür gibi, eline daktilolarını alan bu yetenekli kişiler, zanaatlarını konu etmeyi –ya da zanaatlarıyla ilgili heyecanla konuşma yeteneğini– hiç kurumayan bir sihir çeşmesi olarak görürler.

Sorun şu ki, bunların çoğu işe yaramaz.

Yazma hakkındaki alıntıların çoğu, o muhteşem romanı yazmadaki ıstıraptan bahseder. Çoğu yazılan sözcüğün güzelliğini kutlamak için şiirsel abartılar kullanır. Ama kaçı size aklın sözcüklerini sunarak boş bir ekrana bir saat baktıktan sonra  bilgisayarınızı camdan aşağı atmanızı önerir?

Aslında, yazarlar da sıradan bir tamirci ya da banka memuru gibi konu hakkındaki uzmanlıklarını bedavadan sunmak istemezler. Ama belki de güçleri öyle bir noktaya ulaşır ki, artık hiçbir şey fark etmez ve ellerindeki hazinenin kayıp gitmesine izin verirler.

İşte biz bu hazinelerden tam 22 tanesini size burada sunuyoruz. Yazma sürecine dair gerçek bir iç görü, bu işi en iyi yapan kişilerce oluşturuldu. O yüzden, bunların çıktısını alın, duvarınıza asın ve hep hatırlayın: biraz yardım, biraz iç disiplin sizin iyi yazmak için doğuştan müthiş bir yeteneğe sahip olduğunuz anlamına gelmez. Ama yine de size yardımı olacağından eminiz.



1. Zadie Smith

“'Mesleğinizi' romantikleştirmeyin. Ya iyi cümleler yazarsınız ya da yazamazsınız. Yazarların yaşam stili diye bir şey yoktur. Bütün mesele kağıtta neler bıraktığınızdır. Ayrıca internetle bağlantısı olmayan bir bilgisayarda çalışın.”

2. Anton Chekov

“Benim kendi tecrübem şudur, bir hikaye yazıldığında başına ve sonuna çizgi çizmek gerekir. Biz yazarlar en çok orada yalanlar söyleriz.”

3. Ernest Hemingway

“Yazımın beslendiği kaynağı asla boş bırakmamayı ama dipte hala bir şey olduğunda onu durdurmayı ve bunu besleyen baharın geceleri yeniden doldurmasına izin vermeyi öğrendim.”

“Her şeyin ilk hali vasattır.”


4. Mavis Cheek

“İpoteği olan yazarlar asla yazar bloğuna geçemezler.”

5. F. Scott Fitzgerald
“Tek bir bireyle işe başlayın, farkında olmadan bir tip yaratırsınız. Bir tiple başlayın, hiçbir şey yaratamadığınızı görürsünüz.”

6. Philip Pullman

“Yazma işlemi zordur. Gün oldukça sıradan geçtiğinde ancak ondan bir şeyler bekleyebilirsiniz. Tesisatçı tesisatçıyı, doktor doktoru engellemez. Peki, ama neden sadece yazarlar yaptıkları zorluğa özel bir isim verip ondan bir sempati beklerler?”

7. Ray Bradbury
“Çalışan hiç kimse başarısızlığa düşmez. Harika bir yazar olamayabilir, ama eğer eski usul çalışma şekline başvurursa, yani hiç durmadan çalışırsa, sonunda kendine yazar olarak bir kariyer yapabilir.”

8. Gustave Flaubert
“Yazı yazma sanatı, neye inandığını keşfetme sanatıdır.”

9. Margaret Atwood
“Asla kendi eserinizi, elinize aldığınız yeni kitabın sayfalarından gelen o ilk lezzetle ve masum bir bekleyiş içinde okuyamazsınız. Çünkü o kitabı siz yazmışsınızdır. İşin perde arkasını biliyorsunuzdur. Şapkadan tavşanın nasıl çıktığını görmüşsünüzdür. Ama yine de baskıya vermeden önce okuyan bir ya da iki arkadaşınıza sorun. Yalnız bu duygusal birlikteliğiniz olan ve ayrılmak istemediğiniz birisi olmamalı.”

10. JK Rowling
“Hikaye yazmak istediğim için yazmak zorundayım. Onları asla 8 yaşında bir çocuk mantığıyla yazmadım. Yazmak istediğim şekilde hikaye anlatmayı sürdürmeliyim.”

11. Stephen King
“Okumak için zamanınız yoksa, ne yazacak malzemeniz vardır ne yazmak için vaktiniz.”

12. Herman Melville
“Mükemmel bir kitap yazmak istiyorsanız, mükemmel bir konu seçmelisiniz.”

13. Philip Roth
“Günde sekiz saat, haftada yedi gün, yılda 365 gün… Bu işi yapmam için tek yol.”

14. William Hazlitt
“Biri ne kadar çok yazmaya çalışırsa, o kadar daha iyi yazabilir.”

15. Mark Twain
“Her 'çok' yazmaya kalktığınızda, onun yerine 'kahrolası' yazın; editörünüz onu silecektir ve yazı tam istediğiniz gibi olacaktır.

16. Sylvia Plath
“Ve bu arada, eğer samimi bir kişiliğiniz ve hayal gücünüz varsa hayatta her şey yazılabilir. Yaratıcılıktaki en kötü düşman kendi şüphelerinizdir.”

17. Virginia Woolf
“Benim nazarımda yazı yazmak en iyi alıştırmadır. Çünkü kasları gevşetir.”

18. Ralph Waldo Emerson
“Yaratıcı yazarlık gibi yaratıcı okuyuculuk da vardır.”

19. Somerset Maugham
“Eğer hikaye anlatabiliyorsanız, karakter yaratabiliyor, olay üretebiliyorsanız, samimiyet ve hırsınız varsa nasıl yazdığınızın hiçbir önemi yok.”

20. Joseph Heller
“Son cümlem yoksa asla yazı yazmaya başlayamam.”

21. William Faulkner

“Yazmaya başlayın. Kendinize şanslar verin. Kötü olabilir ama bu gerçekten iyisini yapabilmek için tek yoldur.”

22. George Orwell
“İyi yazı pencere camı gibidir.”


 Sabit Fikir'den alınmıştır...

Madagaskar 3

Sinemada 3 boyutlu animasyon deyince aklıma Madagaskar ve Buz Devri geliyor.  İlk filmlerini mecburiyetten zoraki seyretmiş olsamda ikinci ve üçüncü filmlerine gönüllü olarak gittim. Bugünde Madagaskar 3'e gittik. Her zamanki gibi ilk seans. Sinemada ilk seans veya son seansları tercih ederim her zaman çünkü boşturlar ve bana göre sinema seyretmenin zevki böyle çıkar. Kimse dip bipe değildir. Biri bir uçta diğeri bir uçta oturur ve boş olmanın avantıjını kullanıp istediğin yerde oturulur. Bugün de öyleydik. 6 çocuk 3 büyük film seyrettik. 
Neyse gelelim Madagaskar'a. Filmdeki favori kahramanlarım her türlü hinliği yapan penguenlerdir ama bu sefer onlar bile durumu kurtaramamışlar. Madagaskar 3 malesef ilk ikisine göre sıkıcıydı. 
Hayvanlar bu kez hayvan kontrolörlerinin elinden kaçmaya çalışırken tesadüfen karşılaştıkları bir sirke katılarak New York'a dönmeye çalışıyorlar. Peşlerini bırakmayan yüzbaşı Chantel Dubois'ya karşı büyük bir savaş verirken aynı zamanda artık monotonlaşmış sirk numaralarınada renk katmaya çalışırlar. Bu kez filmin öne çıkan kahramanı piskopat Chantel Dubois idi. Hayvanları yakalamak için yaptığı çeşitli atraksiyonları ve vazgeçemeği kırmızı rujuyla filme damgasını vurdu bana göre. Ayrıca Bubois'ya çok iyi bir seslendirme yapılmış fransız aksanıyla Türkçe konuşması filmi biraz olsun sıkıcılıktan kurtamış ama yinede ilk ikisinin yerini tutamıyor. 
Görmek isteyenlere duyurulur...



Robinson Crusoe

"Issız Ada": her çocuğun...ve çocuk kalmakta ısrarlı her büyüğün vazgeçemediği tek düş;
"Issız Ada" : uçsuz bucaksız bir serüven... ve tüm zorluklara karşın sınırsız özgürlük,
"Issız Ada" : tek kişilik ütopya!
Önce Robinson'un sonra sonra Robinson ile Cuma'nın, en son, orada yerleşmeyi seçen bir avuç insanıyla Ada'nın hikayesi!
İşte böyle yazıyor çoğumuzun çocuklukluğunda okuduğu ve ıssız bucaksız  hayallerindeki kendi  adasına seyahat  ettiği Robinson Crusoe'nın arka kapak yazısında.
Okumayı  seven çocuklar ve içindeki çocuğu hala koruyanlar için güzel bir tatil kitabı...


YKY'den Akşit Göktürk çevirisiyle yayınlanmış. Her şey güzelde kitabın üzerindeki  resim bana Robinson'dan çok ıssız adaya düşmüş Osmanlı'yı anımsattı nedense:) Kılıç, silah, balta tam teşekküllü...Benim hatırladığım Robinson yırtık pırtık kıyafetleriyle tam bir kazazedeydi...O da modaya uymuş anlaşılan:)
Resim nasıl olursa olsun okunmaya değer bir kitap. Hele ki şu dönemde günlerini tv' den psp' ye oradan da bilgisayara yetmedi cep telefonuda mesajlaşmayla geçiren günümüz çocuklarının mutlaka okuması gereken bir kitap. Elektronikten uzaklaşıp biraz uçsuz bucaksız denizin ortasında ıssız adaya düşmenin ve hayal kurmanın onlara iyi geleceğini düşünüyorum. Ne dersiniz?











Ağır ağır ölür
Alışkanlığının kölesi olanlar,
Her gün aynı yoldan yürüyenler,
Yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
Giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
Tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

PABLO NERUDA




DEĞER TAŞIYAN TEK HİKAYE BEDELİNİ ÖDEDİĞİNİZDİR.


LOUISE FERDINAND CELINE



Kitap mı ayraç mı?

Kitapları sevdiğim gibi orjinal kitap ayraçlarına da ilgim vardır. Bir kitap alırken değişik bir kitap ayraçı görürsem onu da alırım bazen. En favori kitap ayraçlarım deniz feneri ve Mucha kızı...Genelde bu ikisini kullanıyorum. Ara sırada hediye gelen ucunda kırmızı bebek olan boncuklu ayraçımı. Bu arada minik renkli neon yapışkanlarımda vardır sayfaları renklendiren. 


Sabit Fikir kitap ayraçları ile ilgili bir dosya hazırlamış. İşte birbirinden güzel ayraçlar:) Biri mutlaka sizin kitabınızın konusuna ve ruhuna uygundur. İşte Sabit Fikir'in haberi...



Kitap için ayraç mı yoksa ayraç için kitap mı? Bu ayraçları gördükten sonra fikriniz değişebilir ve artık kitapları sadece ayraç kullanmak için okumaya başlayabilirsiniz.







Yazının devamını okumak ve birbirinden güzel ayraçları görmek için linki tıklayınız:)

Bu Yaz Okunacak Kitaplar







Bu yaz okunacak kitaplar listemi çoktan yaptım ama henüz okumaya başlamadım çünkü listemle arama Ayışığı Sofrası girdi. Ne yani o kitap değil mi diye düşünebilirsiniz ama bu yaz ki okuma listem gerilim kitaplarını kapsıyor. Bu aralar gerilime takmış durumda olduğum için Ayışığı Sofrasını bu yaz okunacaklar listesinin dışında tutuyorum. 




Başlangıç kitabı olarak Söylemeyeceğine Söz Ver'i seçtim. Konusu Kırk bir yaşındaki okul hemşiresi, Alzheimer hastası olan annesi ile ilgilenmek için kırsaldaki evine dönmüştür. Geldiği ilk gece bir cinayet olur ve küçük bir kız öldürülür. Bu olay, kadının çocukluğunda yaşanan bir başka cinayete esrarengiz biçimde benzemektedir. Sınıf arkadaşları tarafından "Patates Kız" denilerek alay edip dışlanan yoksul arkadaşı Del de otuz yıl önce aynı şekilde öldürülmüştür. Del'in katili asla bulunamamış, o günden sonra küçük kız, hayalet hikâyeleri ve efsanelerde ölümsüzleşmiştir.




Sonraki kitabım büyük bir ustanın Grangé'nin kaleminden çıkma Şeytan Yemini. 
Birbirinin benzeri cinayetler işlenmektedir diye anlatmaya başlıyor kitabın tanıtımı. Bu cinayetlerin ortak noktaları, katillerinin öldükten sonra hayata döndürülmüş ve uzun süre komada kalmış insanlar olmasıdır. Öldürülen kişiler de, onların komaya girmesine sebep olan kişilerdir. Bir tür intikam cinayetleridir bunlar. Ancak bu kişiler gerçekten katil midir? Yoksa sadece verilen emirleri uygulayan birer piyon mudurlar? Avrupa'nın birbirinden uzak kentlerinde işlenen bu cinayetler nasıl bu denli benzerlik içermektedir? Yoksa katil tek bir kişi midir? Kendini şeytanın yerine koyan, kendini şeytan sanan biri. Belki de şeytan gerçekten yeryüzüne inmiştir.




Üçüncü kitabım aslında gençler için yazılmış gerilim romanı. Neil Gaiman'ın Mezarlıklar Kitabı. Arkadaşlarının Bod diye hitap ettiği Nobody Owens normal bir çocuktur. Eğer bir mezarlıkta yaşamasaydı, hayaletler tarafından büyütülüp yetiştirilmeseydi ve yanında ne canlıların ne de ölülerin dünyasına ait olan sadık bir koruyucusu olmasaydı, Bod tamamıyla normal olurdu.

Bir çocuk için mezarlıkta tehlikeler ve maceralar vardır: tepenin altındaki çok yaşlı Çivit Renkli Adam, gulyabanilerin terk edilmiş şehrinin bulunduğu çöle açılan bir geçit, korkunç bir tehdit saçan tuhaf Bekçi... Ama Bod mezarlıktan ayrılırsa, ailesini de öldürmüş olan Jack denen adamın saldırısına uğrayacaktır...





Dördüncü kitabım Klasik Gizemli Öyküler... Dickens'dan Roald Dahl'a dünya edebiyatından sekiz usta yazarı bir araya getiren seçkide karanlık sırlar taşıyan öyküler yer alıyor.

Klasik Gizemli Öyküler gerçeğin görünenden farklı olduğuna inanan, olaylara şüpheyle yaklaşan, bilmecelere ilgi duyan ve hayatın korku uyandıran tuhaflıkları karşısında metanetini kaybetmeyen okurlara hitap ediyor. 


Bu yazlık bu kadar...Listemi gördüğünüz üzere ben bu yaz gerim gerim gerileceğim...


Herkese iyi okumalar:) Mutlu yazlar:) 





Ayışığı Sofrası

Dün gece CKM'de Kibele'den Nazlı Eray'ın Ayışığı Sofrası kitabını aldım. (Bunca zaman nasıl okumamışım bu kitabı?). Arabada bir arkadaşımın gelmesini beklerken okumaya başladım. Ve sonradan kitabı Ayışığının altında okuduğumu farkettim:) Hiç bir şey tesadüf değildir cümlesi doğru muydu  yoksa?






Nazlı Eray'ın büyülü dünyası beni çepeçevre sarmıştı. Karşımda cıvıl cıvıl bir yaz gecesi, camdan içeri süzülen püfür püfür rüzgar, tepemde aralarından parlak yıldızlar gözüken lacivert dantel bir örtü (bu cümle de Eray'ın bir söyleşisinden yürütülmüştür:) yanı başımda Aşo, arka koltukta Yedi Uyuyanlar ve köpekleri Kıtmir...


"Bu kent, bu mahalle, bu sokaklar, üstüne bastığım kaldırım taşları, puslu bir ışık yayarak geceyi aydınlatmaya çalışan sokak lambaları, yolun kenarındaki çöp bidonunu eşeleyen sarı bir kedi, o anda Aşo'nun görmekte olduğu bir rüya parçası, mırıldandığım tılsımlı bir dua, arka balkonumda gri kadife bir kese içinde atılmış olan kokmuş yumurta, ayna parçası, sabun, tuz, kesme şeker ve kesme şekerden oluşan leş kokulu, karmakarışık bir büyü, telefonumu kaldırdığım zaman kulağıma gelen düdük sesi, çantamda şakırdıyan anahtarlarım, içimde duyduğum bir fincan kahve içme isteği, hepsi bana aitti. benimdi tüm bunlar. Yaşamımdı."


.......... 


"Bütün bunların bana ait olduğunu artık biliyorum. Yataklarında uyuyan insanların rüyaları bana ait, mırıldanılan dualar, koparılan takvim yaprakları, yatak yanındaki konsolların üzerinde duran su bardaklarından içilen sular..." diye yazıyor arka kapakta.  Hepimizin yaşamından minik örnekler vererek hepsi benim benim hayatım bunlar diyor Ayışığı Sofrasında...


Dün kitaba başlarken işte elimde süründüreceğim yeni bir kitap diye geçirdim içimden. Sevdiğim kitabı hemen bitirmek beni her zaman mutsuz etmiştir. Mutlaka elimde süründürmem lazım (kendime böyle bir formül buldum:). Beğendiğim bölümleri dönüp tekrar tekrar okumam, sevdiğim cümleleri not almam lazım. Kısacası o kitapla aşk yaşamam lazım. Ayışığı Sofrasında olduğu gibi...












Ne kadar çok iyi kitapla tanışırsan, birlikte olmaktan zevk aldığın kişilerin sayısı o kadar azalacaktır.''


Ludwig Feuerbach

Beyazlı Kadın

Veeee bitti. Sonunda bitirdim. Biraz elimde süründürdüm ama sonunda vedalaştık Wilkie Collins'in esrar romanı ile. Kitabın başlarında beyazlı kadının birdenbire beyazlar içinde orman yolunda ortaya çıkıp imalı bir biçimde konuşması varlığı konusunda insanın kafasında soru işaretleri oluşturuyor. Beyazlı kadın var mı yoksa o bir hayalet mi? İlerleyen sayfalarda Anne Catherick'in yanı nam-ı değer Beyazlı Kadın'ın bir hayalet olmadığı olduğu ortaya çıkıyor. 



Roman Walter Hartright'in Limmeridge Malikanesinde yaşayan Laura ve Marian'a resim dersi vermek için yıldızsız dolunaylı bir gecede malikaneye gitmek için yola çıkmasıyla başlıyor. Tenha yolda ilerlerken aniden önüne çıkan bir kadın Londra'ya giden yolu soruyor. Hartright gecenin birinde tenha ormanlık yolda karşısına çıkan beyazlar içindeki kadını görünce çok şaşırıyor. İlk şaşkınlıkla kadının sorusuna cevap veremiyor. 'Gecenin o saatinde o tenha yerde bu garip hayaletin ansızın karşıma çıkıvermesi beni ciddi surette sarsmıştı' diyerek karşılaşma anlarını anlatıyor. İlk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra kadınla birlikte yürümeye başlıyorlar. Kadın Hartright'a geçirdiği bir kazadan ve Limmeridge Malikanesini bir kez daha görmek istediğini çünkü orada çok sevdiği Bn. Fairlie'nin olduğunu söylüyor. Walter duydukları karşında iyice şaşkınlığa düşüyor ama kadının 'Bir şey sormayın bana. Zalim bir kötülüğe, zalim bir haksızlığa uğradım' demesiyle bir şey soramıyor. Ana caddeye geldiklerinde Walter kadına bir araba çeviriyor ve kadın arabaya binip gözden kayboluyor. Biraz sonra gelen bir başka arabanın içindeki iki adam yolun kenarındaki polise beyazlı bir kadın görüp görmediklerini eğer görürlerse hemen yakalamaları gerektiğini çünkü kadının tımarhaneden kaçtığı söyleyerek gidiyorlar.    


Walter'ın Limmeridge Malikanesine varmasıyla romanın diğer kahramanlarıyla birer birer tanışıyoruz. Marian Halcombe, hastalık hastası odasından çıkamayan B. Fairlie, yardımcıları Bn. Vesey ve Laura Fairlie, Sir Pervical, Bn. Clements, Kont ve Kontes Fosco. 


Marian Halcombe ailesini şöyle tanıtıyor Walter'a : 'Adım Marian Halcombe. B.Fairlie'ye amcam, yeğeni Miss Fairlie'ye de kardeşim derim. Annem iki kere evlenmiş. Önce benim babam Halcombe ile, sonra üvey kardeşimin babası B. Fairlie ile. Kardeşimle benim aramda ikimizin de anasız babasız olmamızdan başka benzerlik yok. Benim babam fakir bir adammış. Miss Fairlie'nin babası ise zengin. Benim beş param yok, onun ise bir serveti var. ben esmerim, o sarışın güzel.' Bu sohbet sırasında Walter Marian'a yolda başından geçen olayı ve Beyazlı Kadın'ı anlatır. 


Laura, Sir Percival ile nişanlıdır. Kendinden oldukça büyük olan bu adamı sevmemekte evlenmek istememektedir. Sir Percival geniş arazilere sahip ama borç batağında kıvranan bir adamdır ve bir önce Laura ile evlenmek istemektedir. Ve bu arada avukatları aracılığı ile Laura'ya bir evlilik anlaşması imzalatmak ister. Bu anlaşmaya göre Laura kocasından önce çocuksuz  ölürse tüm serveti kocasına kalacaktı. Laura bu anlaşmayı imzalamak istemez. Bu arada Kont Fosco sahneye çıkar. Malikanede dersler devam ederken Laura ile Walter arasında imkansız bir aşk doğmuştur. 


Bir süre sonra Walter Hartright'tan malikaneyi terk etmesi istenir. Walter Londra'ya döner oradan da  Marian'a gönderdiği mektupta seyahat hazırlıklarından ve Londra'ya döndüğünden beri takip edildiği ve tam Liperpool'dan gemiye bineceği sırada birinin arkasından Anne Catherick'ten bahsettiğini ve tüm bu olanların bir manası olduğunu yazar. 


Laura bir süre sonra evlenir ve Sir Pervical ile balayı için İtalya'ya giderler. Dönüşlerinde Anne Catherick ortaya çıkar ve ona Sir Pervical ile ilgili sırrını açıklayacağını söyler. Buluşacakları gün Laura hastalanır buluşma yerine gidemez yerine onları takip eden Kont Fosco gider. Ve kısa bir süre sonra Laura'nın ölüm haberi alınır. 


Roman bundan sonra yazarınında dediği gibi esrara bürünüyor. Tüm entrikalar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Laura ve Anne Catherick'in benzerliği ilginç bir şekil alıyor. Sir Pervical'la Anne Catherick arasındaki sır ortaya çıkıyor. Ufak bir tüyo vermek gerekirse roman mutlu sonla bitiyor.


Kitaptaki;


'Karımın en cüretkarane emirlerime, en karışık atasarılarıma, hiç tereddüt etmeden boyun eğmesindeki sır nedir?' 


'Müsaadenizle size B.Hartright'ı tanıtayım. B.Harthright da benim adıma konuşmak lütfunda bulunacaklar. Anlatacağı gayet acı bir hikayedir. Lütfen onu dinleyiniz...Gürültü yapmayınız'


gibi cümlelerden dolayı okurken bazı yerlerinde kendimi eski Zeki Müren, Ayhan Işık,  Belgin Doruk filmi izler gibi hissettim:) 1964 basımı olunca tercümesi de böyle oluyor. 


Gotik edebiyat 'Esrar' romanı okumak isteyenlere tavsiye edilir...Can yayınlarında yeni basımını bulabilirsiniz. 


İyi okumalar:)

















Kitaplar




Kitaplar ölüleri canlandırmaz; bir budalayı akıllı, bir aptalı zeki yapmaz. Zekayı canlandırır, biler, keskinleştirir ve bilgi açlığını giderir. Ondan sessizlik istediğinde dilsizdir; konuşturmak istersen eğer bir hatip olur. Kitap sayesinde, bir ay içinde, bir uzmanın ağzından bir yaşam boyu öğrenemeyeceğin kadar şey öğrenirsin ve bu yüzden bilgiye borçlanmış olmazsın. Kitap seni iğrenç insanlarla düşüp kalkmaktan ve aptal, anlayışsız insanlarla ilişki kurmaktan kurtarır. Gece gündüz, hem yolculuklarında hem yerleşik bir yaşam sürerken itaat eder sana. Gözden düşersen eğer, kitap sana gene hizmet etmeye devam edebilir. Sana doğru ters rüzgarlar esmeye başlarsa, kitap sırtını dönmez. Öyle bir zaman gelir ki kitap, yazarından üstün olur.

N.Tusi