Bu Yaz Okunacak Kitaplar







Bu yaz okunacak kitaplar listemi çoktan yaptım ama henüz okumaya başlamadım çünkü listemle arama Ayışığı Sofrası girdi. Ne yani o kitap değil mi diye düşünebilirsiniz ama bu yaz ki okuma listem gerilim kitaplarını kapsıyor. Bu aralar gerilime takmış durumda olduğum için Ayışığı Sofrasını bu yaz okunacaklar listesinin dışında tutuyorum. 




Başlangıç kitabı olarak Söylemeyeceğine Söz Ver'i seçtim. Konusu Kırk bir yaşındaki okul hemşiresi, Alzheimer hastası olan annesi ile ilgilenmek için kırsaldaki evine dönmüştür. Geldiği ilk gece bir cinayet olur ve küçük bir kız öldürülür. Bu olay, kadının çocukluğunda yaşanan bir başka cinayete esrarengiz biçimde benzemektedir. Sınıf arkadaşları tarafından "Patates Kız" denilerek alay edip dışlanan yoksul arkadaşı Del de otuz yıl önce aynı şekilde öldürülmüştür. Del'in katili asla bulunamamış, o günden sonra küçük kız, hayalet hikâyeleri ve efsanelerde ölümsüzleşmiştir.




Sonraki kitabım büyük bir ustanın Grangé'nin kaleminden çıkma Şeytan Yemini. 
Birbirinin benzeri cinayetler işlenmektedir diye anlatmaya başlıyor kitabın tanıtımı. Bu cinayetlerin ortak noktaları, katillerinin öldükten sonra hayata döndürülmüş ve uzun süre komada kalmış insanlar olmasıdır. Öldürülen kişiler de, onların komaya girmesine sebep olan kişilerdir. Bir tür intikam cinayetleridir bunlar. Ancak bu kişiler gerçekten katil midir? Yoksa sadece verilen emirleri uygulayan birer piyon mudurlar? Avrupa'nın birbirinden uzak kentlerinde işlenen bu cinayetler nasıl bu denli benzerlik içermektedir? Yoksa katil tek bir kişi midir? Kendini şeytanın yerine koyan, kendini şeytan sanan biri. Belki de şeytan gerçekten yeryüzüne inmiştir.




Üçüncü kitabım aslında gençler için yazılmış gerilim romanı. Neil Gaiman'ın Mezarlıklar Kitabı. Arkadaşlarının Bod diye hitap ettiği Nobody Owens normal bir çocuktur. Eğer bir mezarlıkta yaşamasaydı, hayaletler tarafından büyütülüp yetiştirilmeseydi ve yanında ne canlıların ne de ölülerin dünyasına ait olan sadık bir koruyucusu olmasaydı, Bod tamamıyla normal olurdu.

Bir çocuk için mezarlıkta tehlikeler ve maceralar vardır: tepenin altındaki çok yaşlı Çivit Renkli Adam, gulyabanilerin terk edilmiş şehrinin bulunduğu çöle açılan bir geçit, korkunç bir tehdit saçan tuhaf Bekçi... Ama Bod mezarlıktan ayrılırsa, ailesini de öldürmüş olan Jack denen adamın saldırısına uğrayacaktır...





Dördüncü kitabım Klasik Gizemli Öyküler... Dickens'dan Roald Dahl'a dünya edebiyatından sekiz usta yazarı bir araya getiren seçkide karanlık sırlar taşıyan öyküler yer alıyor.

Klasik Gizemli Öyküler gerçeğin görünenden farklı olduğuna inanan, olaylara şüpheyle yaklaşan, bilmecelere ilgi duyan ve hayatın korku uyandıran tuhaflıkları karşısında metanetini kaybetmeyen okurlara hitap ediyor. 


Bu yazlık bu kadar...Listemi gördüğünüz üzere ben bu yaz gerim gerim gerileceğim...


Herkese iyi okumalar:) Mutlu yazlar:) 





Ayışığı Sofrası

Dün gece CKM'de Kibele'den Nazlı Eray'ın Ayışığı Sofrası kitabını aldım. (Bunca zaman nasıl okumamışım bu kitabı?). Arabada bir arkadaşımın gelmesini beklerken okumaya başladım. Ve sonradan kitabı Ayışığının altında okuduğumu farkettim:) Hiç bir şey tesadüf değildir cümlesi doğru muydu  yoksa?






Nazlı Eray'ın büyülü dünyası beni çepeçevre sarmıştı. Karşımda cıvıl cıvıl bir yaz gecesi, camdan içeri süzülen püfür püfür rüzgar, tepemde aralarından parlak yıldızlar gözüken lacivert dantel bir örtü (bu cümle de Eray'ın bir söyleşisinden yürütülmüştür:) yanı başımda Aşo, arka koltukta Yedi Uyuyanlar ve köpekleri Kıtmir...


"Bu kent, bu mahalle, bu sokaklar, üstüne bastığım kaldırım taşları, puslu bir ışık yayarak geceyi aydınlatmaya çalışan sokak lambaları, yolun kenarındaki çöp bidonunu eşeleyen sarı bir kedi, o anda Aşo'nun görmekte olduğu bir rüya parçası, mırıldandığım tılsımlı bir dua, arka balkonumda gri kadife bir kese içinde atılmış olan kokmuş yumurta, ayna parçası, sabun, tuz, kesme şeker ve kesme şekerden oluşan leş kokulu, karmakarışık bir büyü, telefonumu kaldırdığım zaman kulağıma gelen düdük sesi, çantamda şakırdıyan anahtarlarım, içimde duyduğum bir fincan kahve içme isteği, hepsi bana aitti. benimdi tüm bunlar. Yaşamımdı."


.......... 


"Bütün bunların bana ait olduğunu artık biliyorum. Yataklarında uyuyan insanların rüyaları bana ait, mırıldanılan dualar, koparılan takvim yaprakları, yatak yanındaki konsolların üzerinde duran su bardaklarından içilen sular..." diye yazıyor arka kapakta.  Hepimizin yaşamından minik örnekler vererek hepsi benim benim hayatım bunlar diyor Ayışığı Sofrasında...


Dün kitaba başlarken işte elimde süründüreceğim yeni bir kitap diye geçirdim içimden. Sevdiğim kitabı hemen bitirmek beni her zaman mutsuz etmiştir. Mutlaka elimde süründürmem lazım (kendime böyle bir formül buldum:). Beğendiğim bölümleri dönüp tekrar tekrar okumam, sevdiğim cümleleri not almam lazım. Kısacası o kitapla aşk yaşamam lazım. Ayışığı Sofrasında olduğu gibi...












Ne kadar çok iyi kitapla tanışırsan, birlikte olmaktan zevk aldığın kişilerin sayısı o kadar azalacaktır.''


Ludwig Feuerbach

Beyazlı Kadın

Veeee bitti. Sonunda bitirdim. Biraz elimde süründürdüm ama sonunda vedalaştık Wilkie Collins'in esrar romanı ile. Kitabın başlarında beyazlı kadının birdenbire beyazlar içinde orman yolunda ortaya çıkıp imalı bir biçimde konuşması varlığı konusunda insanın kafasında soru işaretleri oluşturuyor. Beyazlı kadın var mı yoksa o bir hayalet mi? İlerleyen sayfalarda Anne Catherick'in yanı nam-ı değer Beyazlı Kadın'ın bir hayalet olmadığı olduğu ortaya çıkıyor. 



Roman Walter Hartright'in Limmeridge Malikanesinde yaşayan Laura ve Marian'a resim dersi vermek için yıldızsız dolunaylı bir gecede malikaneye gitmek için yola çıkmasıyla başlıyor. Tenha yolda ilerlerken aniden önüne çıkan bir kadın Londra'ya giden yolu soruyor. Hartright gecenin birinde tenha ormanlık yolda karşısına çıkan beyazlar içindeki kadını görünce çok şaşırıyor. İlk şaşkınlıkla kadının sorusuna cevap veremiyor. 'Gecenin o saatinde o tenha yerde bu garip hayaletin ansızın karşıma çıkıvermesi beni ciddi surette sarsmıştı' diyerek karşılaşma anlarını anlatıyor. İlk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra kadınla birlikte yürümeye başlıyorlar. Kadın Hartright'a geçirdiği bir kazadan ve Limmeridge Malikanesini bir kez daha görmek istediğini çünkü orada çok sevdiği Bn. Fairlie'nin olduğunu söylüyor. Walter duydukları karşında iyice şaşkınlığa düşüyor ama kadının 'Bir şey sormayın bana. Zalim bir kötülüğe, zalim bir haksızlığa uğradım' demesiyle bir şey soramıyor. Ana caddeye geldiklerinde Walter kadına bir araba çeviriyor ve kadın arabaya binip gözden kayboluyor. Biraz sonra gelen bir başka arabanın içindeki iki adam yolun kenarındaki polise beyazlı bir kadın görüp görmediklerini eğer görürlerse hemen yakalamaları gerektiğini çünkü kadının tımarhaneden kaçtığı söyleyerek gidiyorlar.    


Walter'ın Limmeridge Malikanesine varmasıyla romanın diğer kahramanlarıyla birer birer tanışıyoruz. Marian Halcombe, hastalık hastası odasından çıkamayan B. Fairlie, yardımcıları Bn. Vesey ve Laura Fairlie, Sir Pervical, Bn. Clements, Kont ve Kontes Fosco. 


Marian Halcombe ailesini şöyle tanıtıyor Walter'a : 'Adım Marian Halcombe. B.Fairlie'ye amcam, yeğeni Miss Fairlie'ye de kardeşim derim. Annem iki kere evlenmiş. Önce benim babam Halcombe ile, sonra üvey kardeşimin babası B. Fairlie ile. Kardeşimle benim aramda ikimizin de anasız babasız olmamızdan başka benzerlik yok. Benim babam fakir bir adammış. Miss Fairlie'nin babası ise zengin. Benim beş param yok, onun ise bir serveti var. ben esmerim, o sarışın güzel.' Bu sohbet sırasında Walter Marian'a yolda başından geçen olayı ve Beyazlı Kadın'ı anlatır. 


Laura, Sir Percival ile nişanlıdır. Kendinden oldukça büyük olan bu adamı sevmemekte evlenmek istememektedir. Sir Percival geniş arazilere sahip ama borç batağında kıvranan bir adamdır ve bir önce Laura ile evlenmek istemektedir. Ve bu arada avukatları aracılığı ile Laura'ya bir evlilik anlaşması imzalatmak ister. Bu anlaşmaya göre Laura kocasından önce çocuksuz  ölürse tüm serveti kocasına kalacaktı. Laura bu anlaşmayı imzalamak istemez. Bu arada Kont Fosco sahneye çıkar. Malikanede dersler devam ederken Laura ile Walter arasında imkansız bir aşk doğmuştur. 


Bir süre sonra Walter Hartright'tan malikaneyi terk etmesi istenir. Walter Londra'ya döner oradan da  Marian'a gönderdiği mektupta seyahat hazırlıklarından ve Londra'ya döndüğünden beri takip edildiği ve tam Liperpool'dan gemiye bineceği sırada birinin arkasından Anne Catherick'ten bahsettiğini ve tüm bu olanların bir manası olduğunu yazar. 


Laura bir süre sonra evlenir ve Sir Pervical ile balayı için İtalya'ya giderler. Dönüşlerinde Anne Catherick ortaya çıkar ve ona Sir Pervical ile ilgili sırrını açıklayacağını söyler. Buluşacakları gün Laura hastalanır buluşma yerine gidemez yerine onları takip eden Kont Fosco gider. Ve kısa bir süre sonra Laura'nın ölüm haberi alınır. 


Roman bundan sonra yazarınında dediği gibi esrara bürünüyor. Tüm entrikalar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Laura ve Anne Catherick'in benzerliği ilginç bir şekil alıyor. Sir Pervical'la Anne Catherick arasındaki sır ortaya çıkıyor. Ufak bir tüyo vermek gerekirse roman mutlu sonla bitiyor.


Kitaptaki;


'Karımın en cüretkarane emirlerime, en karışık atasarılarıma, hiç tereddüt etmeden boyun eğmesindeki sır nedir?' 


'Müsaadenizle size B.Hartright'ı tanıtayım. B.Harthright da benim adıma konuşmak lütfunda bulunacaklar. Anlatacağı gayet acı bir hikayedir. Lütfen onu dinleyiniz...Gürültü yapmayınız'


gibi cümlelerden dolayı okurken bazı yerlerinde kendimi eski Zeki Müren, Ayhan Işık,  Belgin Doruk filmi izler gibi hissettim:) 1964 basımı olunca tercümesi de böyle oluyor. 


Gotik edebiyat 'Esrar' romanı okumak isteyenlere tavsiye edilir...Can yayınlarında yeni basımını bulabilirsiniz. 


İyi okumalar:)

















Kitaplar




Kitaplar ölüleri canlandırmaz; bir budalayı akıllı, bir aptalı zeki yapmaz. Zekayı canlandırır, biler, keskinleştirir ve bilgi açlığını giderir. Ondan sessizlik istediğinde dilsizdir; konuşturmak istersen eğer bir hatip olur. Kitap sayesinde, bir ay içinde, bir uzmanın ağzından bir yaşam boyu öğrenemeyeceğin kadar şey öğrenirsin ve bu yüzden bilgiye borçlanmış olmazsın. Kitap seni iğrenç insanlarla düşüp kalkmaktan ve aptal, anlayışsız insanlarla ilişki kurmaktan kurtarır. Gece gündüz, hem yolculuklarında hem yerleşik bir yaşam sürerken itaat eder sana. Gözden düşersen eğer, kitap sana gene hizmet etmeye devam edebilir. Sana doğru ters rüzgarlar esmeye başlarsa, kitap sırtını dönmez. Öyle bir zaman gelir ki kitap, yazarından üstün olur.

N.Tusi

Bir Kitabın Doğuşu


Bir kitabın nasıl yapıldığını merak ediyorsanız linki tıklayınız...Okuyucularını farklı dünyalara götüren bir kitabın doğuşu...

Sabit Fikir'den...


Tebrikler, nur topu gibi bir kitabınız oldu!

Henry Miller: "Yazarken yapılacak son şey rahat etmektir"

Henry Miller: "Yazarken yapılacak son şey rahat etmektir"
İlk kitabı Yengeç Dönencesi'ni 42 yaşındayken Paris'te yayınladıktan sonra sansür, pornografi, ve müstehcenlik ile boğuşmak zorunda kalan Henry Miller, roman yazma sürecini ve roman sanatına dair düşüncelerini anlatıyor.




Öncelikle, gerçek anlamda yazmaya nasıl başladığınızı bize anlatır mısınız? Yazmadan önce Hemingway gibi kalemlerinizi sivriltir misiniz, yoksa 'motor' dedirtecek bir şeyiniz yok mu?

Hayır, genel olarak yok. İşe genelde kahvaltıdan sonra başlıyorum. Makinenin önüne otururum, eğer yazacak bir şey bulamazsam bırakıyorum. Ama hayır, bir hazırlık aşamam yok.

Daha iyi çalıştığınız günler ya da belli zaman dilimleri var mı?

Sabahları tercih ediyorum ve sadece iki ya da üç saat ayırıyorum. Bu işin çok başlarındayken gece yarısından sonra yazmaya başlıyordum. Paris'e gittikten sonra farkettim ki sabahları çalışmak gece yarılarından sonra çalışmaktan daha iyi. Sonra daha uzun çalışmaya başladım. Sabah çalışmaya başla, öğle yemeğinden sonra kısa bir uyku çek, kalk ve tekrar yaz, bazen gece yarılarına kadar yaz şeklinde devam etti çalışma tempom. Son 10-15 yıldır çok çalışmanın gerekli olmadığını anladım. Kötü bir şeymiş aslında, suyu boşa akıtıyorsunuz.


Haberin devamını okumak için linke tıklayınız...Sabit Fikir'den

Henry Miller: "Yazarken yapılacak son şey rahat etmektir"

Her güne bir şarkı, bir kitap

Kitap okurken müzik dinler misiniz?


Ben bazen dinlerim. O günkü ruh halime göre değişir müzik türüm. Bazen klasik, bazen slow, bazen...


Genelde klasik müzik dinlerim çello veya viyolonsel...Vivaldi olabilir veya Jordi Savall...Kitap okurken sözsüz müzik dinlerim ki aklım sözlere takılmasın kitabın büyüsü bozulmasın. 


Vatan Gazetesi'nin Tuna Kiremitçi ile hazırladıkları her güne bir şarkı, bir kitap dizisini okuyunca aklıma ilk gelen kitap nedense (yine her zamanki gibi nedensiz:) George Perec'in Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi adlı kitabı geldi. Bu kitapta bence güzel bir akordeonla okunur diye geçirdim içimden. Mesela bir musette:)



Dr. Jivago güzel bir piyano dinletisiyle, Maeve Binchy'nin İtalyanca Aşk Başkadır'ı güzel bir napoliten parçayla, Yıldızlı ve Yağmurlu Geceler'i sirtaki ile, İstanbul Bir Masaldı İstanbul Kanatlarımın Altında ile, Borges, Fuentes, Marquez tutku ve aşkın müziği tango ile, Mine Kırıkkanat'ın Destinası ve Bilge Karasu'nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı Bizans müziği ile, Merlyn Kelt müziği ile...Daha yüzlerce yazılabilir ama ben burada kesiyorum ve Vatan Gazetesi'ndeki Tuna Kiremitçi'nin yazısını paylaşıyorum...


İyi okumalar ve dinlemeler:)


VATAN KİTAP - Vatan Gazetesi VATAN KİTAP - Gazetevatan.com

Bugün Pazar



Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
...
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet,
ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nâzım Hikmet Ran
Ufak şeylerden zevk alabilmek; 
Lüks yerine zarafet aramak; 
Saygı istemek yerine değerli olmak;
Zengin olmak yerine kimseye muhtaç olmamak;
Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak;
Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinlemek;
İşte benim senfonim!

 William Ellery Channing

80 yıl süren unutkanlık!



Hayatta en kızdığım şeylerden biridir okumak için alınan kitabımın geri verilmemesi. Genelde ödünç alınan her kitabın başına gelen bir şeydir bu. Alınan kitap kolay kolay iade edilmez. Çok nadir insanlar ki ben bunları kitaba saygı duyan insanlar olarak adlandırıyorum aldıklarını iade ederler. Hatta bazıları var ki aldığı kitabı okumaz bile. Eve gelince koyar bir kenara sonra akibeti belli olmaz zavallının. Bir seyyar satıcının el arabasında mı sonlanır yoksa çöpte mi bilinmez. Bazıları da kitabı alıp okur size iade eder ama aldığınızda kitabı okumuş mu güreş mi tutmuş anlayamazsınız. Yepyeni verdiğiniz kitabı savaş alanından çıkmış gibi darmağan alırsınız. Ve benim gibi kitabı çok seven biriyseniz kitabın o halini görünce nasıl olsa paramparça olmuş diyerek geri kalan parçalarınıda siz kafasında paralamak isterseniz. İşte buna benzer olayları çok yaşadığım için kütüphaneme kırtasiyeden aldığım 'Dışarıya Kitap Verilmez. Lütfen İstememeye Çalışın.' yazısını koydum. Yazıyı farkeden artık istememeye çalışıyor. Bu da benim cimriliğim diyemeyeceğim tecrübe yenilen kazıkların bileşkesiymiş. Tecrübelerim sonucu bu yazıyı oraya koydum:)

Neyse bugün Radikal'de okuduğum bir haber ise bu konuda pes dedirtecek türdeydi. İrlanda'da bir kütüphaneden 1932 yılında alınan kitap tamı tamına 80 yıl sonra iade edilmiş. Ben bir yıl sonra dönse razıyım adamlar 80 yıl sonra kütüphaneye geri vermişler. Alanlar mı yoksa kitabı herhangi bir yerde bulupta mı kütüphaneye vermişler o belli değil ama 80 yıl sonra da olsa iade edilmiş. Eh ne deyim artık. Darısı benim kitapların başına ama ben hayattayken olsa fena olmaz doğrusu:))

İşte Radikal'deki haber...

80 yıl süren unutkanlık!
İrlanda’nın Navan kentindeki bir kütüphaneden 1932’de ödünç alınan bir kitap, 80 yıl sonra iade edildi. Önceki gün kimliği belirsiz bir kişi tarafından kapının altından gizlice ittirilen kitabın gecikme cezası ise hafta başına 1 cent’ten 4 bin 160 euro olarak hesap edildi. 1994’da yapılan sistem değişikliği nedeniyle önceki kullanıcının kim olduğu konusunda herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını söyleyen kütüphane yetkilileri, 1932’de Dublin’de düzenlenen bir Hıristiyanlık Kongresi öncesi kitabın alındığını tahmin ediyor.