KİTABIN YAPRAKLARI



Kitabın yaprakları, kitabın sayfaları...Bir çoğumuz kitabın sayfaları yerine kitabın yaprakları demeyi, yazmayı tercih ederiz. Kitabın yaprakları daha mı hoş geliyor kulağa acaba...Sonbahar yaprakları gibi daha mı melankolik ve romantik:) Sayfadan çok yaprak daha mı çok yakışıyor kitaba acaba? Galiba öyle...En azından bana göre...

Kitap sayfalarına neden yaprak dendiğini yine okuğum bir kitabın yaprakları arasında buldum. Kendini şöyle anlatıyordu:



"Yunan ve Latin kütüphanelerinde bulundurulan büyük sayıdaki standart kitaplara ek olarak, sadece Druidler tarafından kullanılan Ogham Ağaç harfleri (İrlanda dilinde Bethluinion) ile kaydedilmiş bir çok özel Druidlere özgü çalışma bulunuyordu. Bu tür kitaplarda, her Ogham harfi kendi ismini taşıyan ağaçtan tek bir yaprakla temsil edilirdi. Sonra bunlar uzun bir ip üzerinde kendi kelime ve cümle oluşturmak üzere başka yapraklarla bir araya getirilirdi. Kutsal Druid Şiirleri'nin rahiplik yasasına göre başka şekilde temsil edilmesi yasaktı. Çünkü ağaçlar 'tanrılardan geldiği' için bu 'yazı şekli' nin 'insan elinden çıkmış' sayılazdı. Şekiller şu şekilde korunurdu: Bu uzun ip şeklindeki yapraklardan oluşan kitapları saklamak üzere uzun evler inşa edilmişti. Bu kitaplardan birini okumak için, öğrencinin bir uçtan başlaması ve ip boyunca yürümesi gerekirdi...Yürürken yaprakları kenara itmek zorunda kalarak!...Bu alışılmadık kitaplarla kütüphaneciler ilgilenirdi. Tek sorumlulukları yıpranmış 'sayfaları / yaprakları' değiştirmek ve kitapları okunabilir durumda tutmaktı. Bu oldukça uzmanlık gerektiren çalışma, günümüzde neden bir kitabın sayfalarına - 'kitabın yaprakları' deyiminde olduğu gibi yaprak denildiğini de açıklayabilir."

-Merlyn Kral Arthur'un Büyücüsü'nün Gizli 21 Dersi'nden alıntıdır- Douglas Monroe- New Age Yayınları-

HIDRELLEZ


Hıdrellez Türk dünyasında kutlanan bir bayram. Hızır ile İlyas'ın yeryüzünde buluştukları gün olarak kabul edilmektedir. Türk geleneklerine göre bu buluşma göre kış günlerinin bitip baharın ve sıcak yaz günlerinin gelişini  simgelemekte ve şölenlerle kutlanmaktadır. Ruz-ı Hızır - Hızır günü miladi takvime göre 6 Mayıs'ta kutlanır.


İnanışa göre Hızır baba baharın müjdecisidir. Her türlü renkli çiçeklerden örülmüş cübbesini giyer, al yemenisiyle bastığı yerlerde güller açar, bülbüller ötmeye başlar ve baharın bereketi yer yerde kendini hissettirmeye başlar.


Kutlamalar yeşillik alanlarda ve su kenarlarında yapılır. Hıdrellez gecesi Hızır'ın uğradığı yerlere dokunduğu şeylere bereket getirdiği inancıyla yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağzı açık bırakılır. Ev, bağ bahçe isteyenler gül ağacının altına dilek bağlarlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar. Ateş yakıp üzerinden atlamakta Hıdrellezin geleneklerindendir.



Hıdrellez günü sabah gün doğarken kırlara bahçelere çıkılıp buralarda Hızır'ın ayak izlerine basmağa çalışarak bolluğa ulaşılacağı inancı yaygındır. Ve bugün hiç bir yeşil dalından koparılmaz. Doğa ve insan sevgisi ön plana çıkar.

Tüm isteklerinizin gerçekleşmesi dileği ile:) 

Özgür Edebiyat, Kafe Kafka ve Ben

Artık iyileştim diyerek ilacı yarıda kesmemin sonucunda tekrarlayan hastalıktan kurtulur kurtulmaz kendimi dışarı attım.


Özgür Edebiyat'ın Mayıs-Haziran sayısının sayfalarında kahvemi yudumlayarak keyifle dolaşmak üzere Kafe Kafka'ya gittim. Hava mis gibi, güneş tüm şehrin üzerinde pırıl pırıl parlıyor ama yakmıyor, bunaltmıyor. Karşımda Marmara Denizi, Ahırkapı Feneri, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve tüm güzelliği ile Haydarpaşa Garı.
Kendimi bir anda Atilla Birkiye'nin 'Sütun bacaklar İyonyadan olmalı' şiirinin içinde buluyorum.

'En çok yaşlı istasyonları seviyorum büyük taşlı duvarlar
merkezden uzak yalnızlığın ıslığı dört bir yanda asılı kalmış'
.......
......
'birden düşülkesi kuruluyor etrafımda mavi sarmalıyor beni'

Tepemde bağrışarak uçuşan bembeyaz martılar ve Marmara'nın masmavi sularında bir karşı yakaya bir bu yakaya gidip gelen şehir hatları vapurlarıyla.Ve kahvemden bir yudum alıyorum. Oooo mis gibi...


Sonra  Howard Nemerow'un şiirine rastlıyorum.  Yaparak Öğrenmek;

'Kapımın önündeki ağacı kesiyorlar,
Elektrikli testere köpek gibi hırlıyor,
İnliyor ve domuz gibi hırlıyor,
........
Güneşin ve yağmurun altında yüzyıl dayandıktan sonra
Bir sabah gözünü açtığında yerinden sökülmek,
Birer birer parmaklarının sonra kollarının koparıldığı görmek...'

Birden aklıma yıllardır Dolmabahçe'yi sarıp sarmalayan ağaçların mantar hastalığı yüzünden kesilmesi geliyor.
Bulutlar çöküyor üzerime, yüzüm gölgeleniyor. Bir yudum daha içiyorum kahvemden. Bu sefer tadı acı geliyor.

Bir hareketlenme oluyor masada. Adnan Özer, Atilla Birkiye ve Metin Celal'le 'Yazarın Masası'na oturan Behçet Çelik yazmak bana çok şey kazandırdı diye anlatmaya başlıyor çocukluk ve gençlik yıllarından başlayarak yazım hayatını.

Onların sohbeti devam ederken Özdemir İnce 'Ne var ne yok' diye soruyor. 'İlhan Berk ve Ece Ayhan İşleri' diyorum gülümseyerek.

Tam bu sırada;

'Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

diyerek 'Nazım Hikmet İstanbul'da' yazısı dökülüyor Atilla Birkiye'nin 'Kalemin Ucu'ndan. Onu da zevkle okuyorum. Son yudumumu da içtikten sonra devamını evde okumak üzere bay bay diyorum Kafe Kafka'ya, Haydarpaşa'ya, şehir hatları vapurlarına, Marmara Denizi'ne... Daha okunacak çok şey var...Can Yücel'in şiirleri, Melih Cevdet Anday'ın şiirinin genel çizgileri, Amin Maalouf, Erotik e-kitap, hikayeler, şiirler...

Onları da eve bırakıyorum gecenin sessizliğinde okumak üzere...

Oyun yarım kaldı

CÜNEYT TÜREL'İN ANISINA
Oyun yarım kaldı

Türk tiyatrosu son günlerde protesto gösterileriyle gündemdeyken büyük bir ustanın kaybıyla bir kez daha yıkıldı. Türk tiyatrosunun 'şiir sesli, beyefendi' aktörü Cüneyt Türel, uzun süredir üzerinde çalıştığı projeyi tamamlayamadan yaşama veda etti.

70 yaşındaki Türel, 18.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için Elin Elimde adlı oyunu hazırlıyordu. Uzun süredir hayat arkadaşı olan Tilbe Saran ile aynı sahneyi paylaşacaktı bu projede. Sahne arkasında ise yönetmen Başar Sabuncu ve sahne tasarımcısı Metin Deniz yer alacaktı.
Bu projenin en büyük özelliği Türel, Sabuncu ve Deniz üçlüsünü tam 50 yıl sonra Küçük Sahne'de yeniden biraraya getirecek olmasıydı. Ama, Cüneyt Türel'in hayatının son günlerinde üzerinde çalıştığı bu proje yarım kaldı.
Yaklaşık 1 yıldır kanser tedavisi gören Cüneyt Türel, Anton Çehov ile Olga Knipper'ın mektuplarından uyarlanan bu oyun ile Tiyatro Festivali seyircisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyordu. Onun ölümüyle proje de rafa kalktı.
"BU OYUN SON GÜNLERİNDE ONUN İÇİN İTİCİ BİR GÜÇTÜ"
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Dikmen Gürün, Türel'in ölümü ve projenin yarım kalmasıyla ilgili olarak şunları söyledi: "Ne diyebilirim ki? Üzüldüm. Çok üzüldüm. Çok güçlü bir oyuncuydu. Lafını anlatan, sözünü dinleten bir sanatçıydı... İnsan adamdı. Onu 1960’lı yıllarda, Gençlik Festivalleri’nde tanıdım ve o günden bu güne oynadığı hiç bir oyunu kaçırmadım sanki... Bu yıl, 18 İstanbul Tiyatro Festivali için Tilbe Saran’la oynayacağı ‘Elin Elimde’ adlı oyun onu çok heyecanlandırıyordu. Tilbe’nin yanısıra, Başar Sabuncu, Metin Deniz gibi eski dostlar bir kez daha Küçük Sahne’yi paylaşacaklardı bu oyunla... Sanki ‘Elin Elimde’ itici bir güçtü son günlerinde soluk alıp vermesini sağlayan. Olmadı, olamadı..."

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Cüneyt Türel'in oynadığını Gökçeada'da geçen bir film Rina'dan ufak bir bölüm...Anısına...





MILAN KUNDERA'DAN AYRILIK VALSİ




Ünlü caz trompetçisi Klima verdiği bir konser sonrasında güzel hemşire Ruzena ile bir gecelik ilişki yaşar ve Ruzena hamile kalır. Bu durumu Klima'ya açıkladığında Klima çocuğu aldırmasını için Ruzena'yı ikna eder. Ruzena ilk başta bunu kabul etse de daha sonra arkadaşlarının da etkisiyle bunun bir cinayet olabileceğini düşünerek bu kararından vazgeçer. 


Klima Ruzena ile görüşmek için gittiği kaplıca kasabasında Dr. Skreta ile tanışır. Skreta kürtaja karşı çıkan ve çocuğu olmayan kadınların özel bir yöntemle hamile kalmasını sağlayan bir doktordur aynı zamanda amatör bir müzisyendir. Klima'yla tanışmasını fırsat bilerek birlikte ufak bir konser vermelerini teklif eder ve hemen hazırlıklara başlar. Bu arada Skreta'nın arkadaşı Jakub gelir. Jakub eski bir siyasi mahkumdur ve yıllar önce doktorun kendisine verdiği soluk mavi hapı hala cebinde taşımaktadır. 


Ruzena Klima'yı çocuk hakkında ikna etmeye çalışırken paranoyak Frantisek ise Ruzena'nın sevgilisi olduğuna ve çocuğun kendinden olduğuna inanmaktadır. Çocuğu aldırdığı takdirde intihar edeceğini ve Ruzena'nın bu durumda iki kişinin ölümünden sorumlu olacağını söylemektedir. Klima ise eski bir şarkıcı olan kıskanç karısının olayı duymaması için elinden geleni yapmaktadır. 


Sağlığı bozulduğu için kasabaya gelen zengin Amerikalı Bertlef, babası Jakub'a ihanet etmiş olan Olga, Ruzena, Klima, karısı Kamila, Dr.Skreta ve Frantisek'i Mılan Kundera bir kaplıca kentinde bir araya getirmiş. Romanın sonunda Jakub'un cebindeki soluk mavi haplar içlerinden birinin sonunu hazırlıyor. Dr. Skreta'nın kadınların hamile kalmasını sağladığı özel yöntem açığa çıkıyor.

Klima ise yaşamı boyunca karısının parfümünden başkasını koklamak istemediği söylüyor kendi kendi kendine. Kamila ise direksiyonun başında yanında oturan Klima ile arabayı hızla yaşamın yolu üzerinde bilinmeze doğru sürüyor. 


Ve Kundera'nın Ayrılık Valsi sona eriyor. 

Ben ise onları kaplıca kasabasında bırakarak İngiltere'ye doğru yola çıkıyorum. Shetland efsanesinden esinlenerek işlenen bir cinayetin peşine...  


AYRILIK VALSİ               MILAN KUNDERA          CAN YAYINLARI







"Korku, biraz korku. Bütün istediğim buydu"

Gotik edebiyatı sever misiniz? Ben severim. İşte size korku dolu maceraların kapısını aralayan bir rehber:)

"Korku, biraz korku. Bütün istediğim buydu": "Korku, biraz korku. Bütün istediğim buydu"

ÖBÜR DÜNYADAN - THE AWAKENING

Bahar tembelliğini üzerimden attım sonunda ama garipliklerim bitmedi. Yeni ilgi alanım cinayet, fantastik kitaplar ve gerilim filmleri oldu bu kez. Milan Kundera'nın Ayrılık Valsi'ni bitirir bitirmez kendimi kitapçıya attım sanki çıktığım varmış gibi. Bu kez ayaklarım beni direkt olarak polisiye ve fantastik kitapların standına sürükledi. Uzunca bir süre rafları karıştırıp kitapların arka sayfalarını okuduktan sonra iki tane alıp çıktım ve bir kafede kuytu bir köşeye oturup okumaya başladım. Onbeş yirmi sayfa okuduktan sonra bir haftadır görmek istediğim Öbür Dünyadan filmine gitmek üzere sinemanın yolunu tuttum. Gerilime sarmış durumdayım bu aralar.

Florence Cathcart paranormal aktiviteler üzerine çalışan, nişanlısını savaşta kaybetmiş genç bir yazar. Film, yatılı okulda öğretmenlik yapan Robert Malary'nin Florence'dan okulda meydana gelen bir çocuğun ölümü sonunuda öğrencilerin gördüklerini iddia ettikleri hayaletle ilgili yardım istemesiyle başlıyor. Florence ilk başta olaya sıcak bakmasada tüm malzemelerini alıp okula gidiyor. İlk önce hayalet bir öğrencinin oyunu gibi gözüksede ilerleyen dakikalarda bunun bir çocuk oyunu olmadığı ortaya çıkıyor. Bu arada okul bir haftalık tatile giriyor ve bir tanesi hariç diğer öğrenciler evlerine dönüyor. Okulda Florence, Robert, hizmetçi Maud ve Tom adındaki öğrenci kalıyor. Paranormal olaylar okulun tatile girmesiyle hız kazanıyor. Florence okulun kullanılmayan odasında bulduğu bebek evinin minyatür odalarında okulda yaşanan olayların canlandırıldığını görüyor ve bu arada ormanda okuldaki garip davranışları olan erkek hizmetlinin saldırısına uğruyor. Robert ve Maud'un yardımıyla bu kötü durumdan kurtuluyor ama bu kez de hayalet çocuk sık sık Florence'a görünmeye başlıyor.  

Hayalet görüntüleriyle birlikte Florence kendi geçmişiyle ilgili bazı olayları hatırlamaya başlıyor ve okulun aslında çocukken ailesi ile yaşadığı ev olduğunu fark ediyor. Geçmişini hatırladıkça hayalet çocukla olan ilişkisi de ortaya çıkıyor ve ölümün kıyısından dönüyor. Sonunu yazmayacağım. Gerilim türününden hoşlananların severek izleyeceği bir film diyerek noktayı koyuyorum. Son bir not; İngiliz yapımı olan film oyuncuların doğallığı ve görselliği ile amerikan filmlerine fark atıyor.


23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...

ATA'MIZIN İZİNDE GELECEĞİN UMUDU ÇOCUKLARIMIZLA ELELE NİCE
                                       
                                                          23 NİSAN'LARA...


 
                                                                    
 
Bırak gün yanından geçip gitsin,
Yarın şansını yeniden denersin.
Bırak yıldızları kayıp gitsin,
Yarın başka bir dilek dilersin..

Özdemir Asaf

ÜÇ DİL


En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
... En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.

 Bedri Rahmi EYUBOĞLU

Bir Niko Göçtü Bu Diyardan

"Yosif ve Niko...Heybeliada'nın en sevilen nevi şahsına münhasır iki kardeşi. Önce Yusuf'u kaybettik şimdi de Niko'yu...Heybeliada artık biraz daha fakir...

...Geçen mart ayında söndü mumu. Adaya götürdüler. İskeleye yanaşırken vapur, kaptan yaslı çalmış düdüğü. Aya Nikola Kilisenin çanı cevap vermiş aynı makamda..."

Yorgo Kırbaki'den Heybeliada'lı Niko'nun hüzünlü öyküsü...

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...