GÖRÜNMEZ KENTLER


Bir tembellik, bir tembellik bu günlerde.Üstüme fena halde çöktü kaldı, gitmiyor. Kapıdan kovuyorum. bacadan giriyor. Bahar yorgunluğu, bahar tembelliği hangisi bilmiyorum ama aniden ısınan, sonra soğuyan sonra tekrar ısınan havalar bana hiç mi hiç yaramadı. Beni aylaklaştırdı. Baykuş bile şaştı kaldı halime. Gözlerini faltaşı gibi açmış "ne olacak bunun hali" diye kara kara düşünüyor.

Uzun süredir okumak istediğim ve büyük bir hevesle elime aldığım Jorge Amado'nun Mucizeler Dükkanı bile mucize yaratamadı bende. Sıkıldım kitabı yarıda bıraktım ki çok az yapmışımdır elime aldığım kitabı yarıda bırakmayı. Laf aramızda bunu kendime ve kitaba hakaret sayarım ama bu sefer tamamen bahar tembelliğine sayıyorum. Mucizeler Dükkanı'nı bırakıp Italo Calvino'nun Görünmez Kentleri'nde bir hayalet gibi gezinmeye başladım. Bir baktım ki ben gezinirken kitap bitmiş.

"Okur, kitabı, mümkünse, (nasıl mümkün olmaz, en büyük zevklerimden biri) büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek okumalı; göz önündeki gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için...Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya." diye yazıyor arka kapakta.



Bunun üzerine hazır üzerime tembellik çökmüş, fırsattan istifade gözlerimi kapatıp kendi kentimi yarattım. İstediğim gibi futursuzca yerleştirdim herşeyi ve öyle de yaşadım. İçine istediğim kişileri aldım istemediklerimi sınır dışı ettim. Kafelerinde oturdum, kütüphanelerinde kitap okudum, spor salonlarında spor yaptım (hayal bu ya, yaparım normalde ama kolumu kaldıracak halim yok bu aralar:), parklarında sere serpe uzanıp müzik dinledim, sokaklarında bisikletle tur attım, çingelerden rengarenk mis kokulu çiçekler aldım, salaş lokantalarında karnımı doyurdum, kentin en eski sinemasında eski bir film seyrettim, antikacı dükkanından çok zarif bir biblo aldım, dar sokaklarda çocuklarla saklambaç oynadım, kedileri, köpekleri besledim, sokak çalgıcılarını dinledim, deniz kenarında kumların üzerinde çıplak ayakla koştum...

Benim kentimde gökdelenlere yer yoktu, trafik sıkışıklığı yaratacak araçlar, kornaya sonuna kadar basarak trafiğin açılacağını zanneden trafik magandaları, sevimsiz havasız çok katlı alışveriş merkezleri yoktu. Bunların yerine tek katlı veya iki katlı yapılar vardı. Ulaşım bisikletle veya raylı sistemle sağlanıyordu. Çocukların özgürce koşabilecekleri, oyun oynayabilecekleri koskoca parklar vardı. Her şeyin kolayca bulunabileceği tek katlı büyük marketler vardı. Okullar, sinemalar, kütüphaneler, evler, hastaneler, tüm yapılar tek veya iki katlıydı. Eski binaları vardı şehrin geçmişini anlatan. Çevreye saygısız insanları, gökdelenleri, dip dibe çok katlı şekilsiz binaları, arabaları sınırdışında bıraktım ve kapıya onlar için koca bir tabela astım : GİRİLMEZ.



Görünmez Kentler'deki kentler bilinen kentler değil kurmaca kentler. Italo Calvino hepsine birer kadın adı vermiş. Bizler hayali kentleri okurken Marco Polo'da Kubilay Han'a gezip gördüğü kentleri anlatır satırlar arasında. Kitap okuyucusunu bir kentten başka bir kente götürürken karşısına farklı mekanlar ve insanlar çıkartıyor. Kentler ve anı 3 bölümünde 'Merdivenli yolların kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana; ama şimdiden biliyorum, hiç bir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir...' cümlesini bana modernleşme uğruna kentlerimize çektirdiklerimizi aklıma getirdi. Kitapta kentler ve anılar, kentler ve arzular, kentler ve gözler, kentler ve ölüler, ketler ve gökyüzü vs arasındaki ilişkiler anlatılıyor.

İşte Görünmez Kentler'den tadımlık satırlar;

"Kentler bir çok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş-tokuşlarıdır."

"Kentlerle ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir.:hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir, oysa en beklenmedik rüyalar bile arzuyu, ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar; söylediklerinin ana hattı gizli, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey, başka bir şeyi gizliyor olsa da."

"Eğer erkek ve kadınlar o kısacık düşlerini yaşamaya kalkışsalar her hayal bir kovalamaca, bir aldatmaca, bir anlaşmazlık, karşıtlık ve baskı hikayesinin yaşanmaya başlayacağı bir insana dönüşür ve hayallerin atlıkarıncası duruverirdi."

GÖRÜNMEZ KENTLER          ITALO CALVINO     YKY YAYINLARI

FİL UÇUŞU: İlk kitabın heyecanı

FİL UÇUŞU: İlk kitabın heyecanı: 1968 yılının sonbaharında bir kitap yayınlanır. Kitabın yazarı bu kitabı bastırabilmek için bütün yaz teyzesinin eczanesinde çalışmış, açığ...

ANLAR


... Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…

Jorge Luis Borges


8500 yıllık tören izleri

Yenikapı'daki kazılarda bulunan Neolitik dönem insan ayak izlerinin sayısı 390'ı buldu. İstanbul'un ilk sakinlerine ait olduğu düşünülen izler 'törensel bir toplanma' izlenimi veriyor.

8500 yıllık tören izleri
Yenikapı arkeologları, 8500 yıllık ayak izleriyle, kazılarda bulunan iskeletler arasında bağlantı kurmaya çalışıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin başkanlığında yürütülen Yenikapı kazıları sırasında, yaklaşık sekiz ay önce ilki bulunan Neolitik dönem (MÖ 5500 - 8000) insan ayak izlerinin sayısı bugün, 390’ı bulmuş durumda. Yenikapı’daki kazılarda çalışan arkeologların, ilk İstanbullulara ait olduğu düşünülen izler için yorumu, ‘‘Törensel bir toplanmayı andırıyor’’ oldu.
8500 yıllık insan ayak izlerini tespit etmek çok da kolay olmadı. Dere yatağında killi toprak tabakada bulunan ayak izlerinin oluşumunu arkeologlar şöyle tanımlıyor: ‘‘Dere yatağı olduğu için zemin çamurlu. Ayak izleri bu şekilde oluşmuş. Daha sonra kuruyup kalıp şeklinde kalmış. Kısa bir süre sonra da derenin taşması yada birden bastıran selin getirdiği mille, dere kumuyla üzerleri kapanmış. Şimdi o izlerin içinden hep kumları fırçayla tek tek temizleyerek çıkarıyoruz.’’ Ayak izlerinde en büyük ayak ölçüsü 42 numara. 35 numaradan başlayarak 42’ye kadar her numaradan ayak izi bulunuyor.
Antropologlar ayak izleriyle Yenikapı’da bulunan insan iskeletleri arasında bağlantı kurmaya çalışıyor.
Diğer yandan ayak izlerinin birbirinin üzerinde olmaması da arkeologların yorumuna göre ‘törensel bir toplanma yeri duygusu’ veriyor. Ayaklarında sandalet ya da deriden yapılma ayakkabı olduğu tahmin ediliyor.

Yerinde koruma olmaz
Hatta bazı izlerde topuk yerinin daha baskın olduğu da görülüyor. İzlerin yerinde korunması imkânsız. Çünkü metro istasyonunun tam ortasında. Silikon kalıpları alınan izler daha sonra özel yöntemle topraktaki hali bozulmadan müzeye kaldırılacak. İstasyon içinde yapılacak müzede sergilenmesi planlanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi BİMTAŞ’ın desteği ile ayrıca lazer scanner ile taratılarak izler bilgisayar ortamına da alındı. Dünyada bu tür izlerden aynı tarihlerde yok. Fransa ve İngiltere’de MÖ 4000 yıllarına ait izler bulunmuştu.

Yenikapı’da tarihi değiştiren kazı
Dünyanın da yakından takip ettiği, sekiz yıl önce başlanan Yenikapı arkeolojik kazılarında sona doğru geliniyor. Kazılmayan çok küçük bir alan kaldı. Osmanlı döneminden başlayarak Bizans erken ve geç Roma dönemleri derken Neolitik tabakaya kadar inildi. İstanbul’un ilk sakinlerine ait urne tipi mezarlar, 36 batık ve çok sayıda müzelik ve etütlük eser bulundu. Bulgular arkeolojik ve tarihsel anlamda yeni bilgileri ortaya koydu. İstanbul’un 2700 yıl önce yani MÖ 7. yüzyılda kurulduğu sanılıyordu. Yenikapı neolitik tabaka bulguları tarihi yarımada ve suriçi bölgesinde yaşamın 2700 yıl değil, 8500 yıl öncesine dayandığını ortaya çıkardı.

Radikal Gazetesi Ömer Erbil'in haberi

 
 

 
 

İşte Aranan İkili: Projektör ve Kamera

Bir kamera düşünün ki kaydettiğiniz anılarınızı küçük ekranlara sığdırmanızı istemiyor. Kaydettiğiniz görüntüleri geniş duvarlara ve istediğiniz herhangi bir yüzeye yansıtmanıza olanak sağlıyor. Yeni Sony Handycam, projeksiyon özelliğiyle her alanı bir sinema salonuna çeviriyor. Kısa ve eğlenceli tanıtım videosunu izledikten sonra siz de neden bahsettiğimi anlayacaksınız.

Eskiden bilimkurgu filmlerinde rastladığımız teknolojilerden biri daha hayatımıza giriş yaptı. Şimdi isterseniz kışın ortasında önceki yaz tatilinizi evinizin duvarına yansıtarak sevdiklerinizle izleyebilir hatta bunu bir alışveriş merkezinin dinlenme alanında bile yapabilirsiniz. Sony Projektörlü Handycam seçimi size bırakıyor.



Bir bumads advertorial içeriğidir.