Kalemliğim:)

Dün elinde sımsıkı tuttuğu, sanki yıllardır toprak altında kalmış ve gün ışığına çıkartılmış ufak eçiş büçüş  keramik bir vazoyla heyecanla kapıdan içeri girdi.

"Bunu sana yaptım, bugünkü seramik dersinde, içine kalemlerini koyarsın ama daha tamamlamadım, boyanması lazım, boyayım öyle vereceğim"

Yüzümdeki gülümseme daha da arttı bu ardı ardına sıraladığı kelimeleri duydukça. Beni düşünerek yapmıştı. Kimbilir ne kadar özendi güzel bir şey çıkartabilmek için. Nasıl da biliyor benim bu tür elişi keramiklere ilgimin olduğunu.

Şeklini incelediğimde aslında hiçte eçiş büçüş olmadığını, mağazalarda 'özel tasarım' adı altında yüzlerce liraya satılanlardan daha güzel olduğunu gördüm. Bir çok kişinin değişik bir ürün çıkartmak için günlerini verdiği keramiği, 45 dakikalık seramik dersinde yüreğinin derinliklerinden gelen duyguyla yoğurmuş hamurunu, kurutmuş, ve herşeyden en önemlisi beni düşünerek yapmış. Nasıl güzel gözükmez gözüme...

Herkes herkes için bir şeyler yapıyor, yapmaya çalışıyor elinden geldiğince ama bir çocuğun yaptığı kadar değerli olabiliyor mu acaba? Bence değil...Hiç bir şey onların küçücük dünyalarından kopup gelenler kadar güzel, saf ve değerli olamıyor. 

En değerli kalemliğim namı-ı değer Eçiş Büçüş:)  (Ne yapalım bütün sanatçıların eserlerinin bir ismi var benim ki de bu). Ama henüz boyamadığı için içine kalemlerimi koyamadım...




SİYAH-BEYAZ-GRİ

Bugün sabah saatlerinde Asya'dan Avrupa'ya giderken her zamanki köprüde trafik tıkandı. (Zaten açık olsa mucizeye girer.)

Keşmekeşin içinde yavaş yavaş ilerlerken bir anda çevremdeki araçların sadece siyah, beyaz ve gri renklerde olduğunu farkettim. Önümdeki kuyruk irili ufaklı çeşitli modellerdeki araçlarda bu renklerde uzanıyordu. Yanımdakiler de aynı. Belediye otobüslerinin yeşil, taksim dolmuşlarının ve taksilerin mecburi sarı rengini saymazsak...

Birden kendimi siyah beyaz televizyon seyredermiş gibi hissetmeye başladım. İçim sıkıldı. Gideceğim yere kadar tek tük değişik renk. Onlarda koyu. Lacivert, bordo vs. Trafik ışıkları bile rengarenk kalıyor yanlarında. Ve tesadüf eseri bir tane kırmızı araba. Bugün bu renkler mi sözleşmiş trafiğe çıkmak için yoksa hergün mü böyle...Tabikii her gün böyle.




Acaba ruh halimiz mi yansımış araçların rengine? Siyah, beyaz ve gri. Renksiz, ruhsuz...

Genelde insanların kıyafetleri de aynı şekilde. Koyu renkler hakim. Kaç kişi kırmızı paltoyla dışarı çıkıyor ya da sarı pantalon veya cart yeşil bir kabanla. Neredeyse hiç yok. Gençler bile koyu renkleri tercih eder olmuş.
Neden? Rengarenk giyinen birine hafifmeşrep gözüyle mi bakılır yoksa. Oysa insanın içini açar değişik renkler. Moral verir, gözüne ışık getirir, gününe neşe kadar.

Galiba biz toplum olarak renksiz bir toplumuz. Ve bu durum ruh halimize de yansımış. Ya da ben mi bugün öyleyim? Dışarı bakın gökyüzü bile griiiii:)

Hepinize rengarenk bir gün dilerim.....

'Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul'

'Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul'

37 ülkeden, 138 fotoğrafçının 655 fotoğraf karesiyle katıldığı yarışmada ilk üçe Rus, Italyan ve Fransiz fotoğrafçılar girdi.

Les Arts Turcs ve Şengüler Turizm'in düzenlediği "Dordüncü Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul 2011" (Istanbul Photo Contest 2011) uluslararası fotoğraf yarışması sonuçlandı.
Ara Güler in onur konuğu olduğu juride Tülin Ersoz, Yazgülü Aldogan, Nihal Gündüz, Ersin Kalkan, Ahmet Yoldar, Selahattin Sevi, Kaan Koç, Kemal Özyiğit, Ercan Arslan, Eyüp Karasakal, Hasan İnsel, Adnan Genç yer aldı.
Dünyanın her kıtasının yoğun ilgi gösterdiği "Dordüncü Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul 2011" (Istanbul Photo Contest 2011) uluslararası fotoğraf yarışmasına bu yıl defa Pakistan Kuwait, Saudi Arabistan, Filipinler ilk kez katıldı. Yarışmanın birincisi bir hafta, ikincisi beş gün, üçüncüsü ise hafta sonu İstanbul tatili kazandı.Yarişmanin sergisi ve odul toreni  Yeniyilin ilk ayinda Istanbul Taksim Metro sunda yapiliyor.
Haberin devamı için ve fotoğraflar için linki tıklayınız...
http://bit.ly/uKbAD4




Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Yanında bir şey istemem
Sadece manzarayı değiştir
Mehtabın yıldızın sırası değil
Kendimi beğenmedim
Sapa bir yerindeyim umutsuzluğumun
Kulağımda bir fırtına sesi
Yüreğimde deprem titreşimleri
Gecelerden on sekiz
Deniz gene bensiz
Şu masayı hazırla be Yorgo

Bana bi kadeh deniz ver Yorgo
Hem efkarlı hem huzursuz
Ne zamandır uykusuz
Yüzümde sonbahar gölgesi
İçim terkedilmiş bir dalyan gibi ıssız
O kalabalık mart sokaklarında
Solumda çöl sağımda mavi Akdeniz
Hayalimde eski yeni bir sürü hatıra
Kanadım kırık
Kanım bozuk
Dümen tutmuyor gönlüm yıkık
Şu benim sigarayı yak be Yorgo

Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Gözleri yangın başlangıcı
Kirpikleri kırağı
Rüzgarda uçuşan saçları sersem eder adamı
Lodos desen değil karayel desen değil
Yaşamın en sıcak yazında
Şimşek çakar o bir anda
Kar yağsa arkasına bakmaz
Güneş açar avuçları
Hiç bir limana uğramaz
Kalbi bir yudum su bir dilim ekmek
Tek isteği var Sevmemek
Şu benim tabağı kaldır be Yorgo

Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Gözlerimde kahır birikti
İşte bak yine geçip gitti
Zaman kervanı
Kayalarda kuru bir yosun gibi
Kayalaştım kalakaldım
Elim bağlı gözüm bağlı dilim bağlı
Tutuştumu insanın bir kere
Kalbinde ateş
Ne kadar dövüşse yükselmiyor
Semaya güneş
Günlerden ondokuz
Artık biz yokuz
Şu benim hesabı be Yorgo

Kerem ALIŞIK

TEMBELLİK GÜNÜM:)

je ne veux pas travailler, je ne veux pas dejeuner, je veux seulement oublier et puis je fume:)....Dün gece bu parçayı mırıldanarak yattım pazar sabahına. Çalışmak istemiyorum, kahvaltı yapmak istemiyorum sadece unutmak istiyorum ve sigara...


Ve güneşli bir pazar sabahına günaydın derken bu günümü tembellik günü ilan etmeye kadar verdim. Yarın pazartesi, haftanın ilk günü yapılacak bir sürü hazırlık var ama biraz tembellikten zarar gelmez.
Kahvaltı sırasında günün filmlerine göz attım. Yaşasın uzun zamandır seyretmek istediğim ama fırsat bulamadığım, sinemalarda oynadığında gidemediğim                 Ye Dua Et Sev var. İşte günün fırsatı...
Film Elizabeth Gilbert'in kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı romanın beyazperdeye uyarlanmasıymış.
Boşanmasından sonra Bali, İtalya ve Hindistan'ı kapsayan kapsayan yolculuğa çıkan Elizabeth'in kendini bulma hikayesi.
Filmdeki bir replikte tam bu günüme uygun: Dolce per nuente
Hiç bir şey yapmamanın tatlılığı:)
Hepinize güzel güneşli, mutlu bir pazar dilerim....