ŞEHRE BİR SİRK GELMİŞ...

Şehre bir sirk gelmişte gidiyor bile...Ve ben ancak seyredecek vakit bulabildim. Gitmelerine bir gün kala. Dün bir iş için Natulius Alışveriş Merkezine gittiğimde 30 Ekimde son gösterileri olduğunu öğrenince bugün için bilet aldım. Çok severim sirkleri. Yıllar önce Gerhard Hauptmann'ın Sevgili Wanda isimli eserini okumuştum. Sirk hayatını anlatıyordu. O ışıltılı dünyanın projektörler kapanıp, hayvanların kafeslerine döndüğü, palyaçonun kostümünü bir sonraki gösteriye kadar karavanındaki küçük dolabına koyduğu, trapezcilerin yere indiği, sihirbazların tavşan çıkarttığı şapkasının sihirinin kalmadığı, gösteri bitip seyirciyi selamladıktan sonraki hayatlarından bir kesimi anlatıyordu yazarına Nobel ödülünün kapılarını açan Sevgili Wanda.

Her zamanda merak etmişimdir sirklerde çalışanların hayatlarını. Senenin büyük bir kısmında o şehir senin bu şehir benim sürekli gezerek gösteriler yapmak, karavanlarda, etrafı çevrili bir ortamda korunaklı yaşamak, antreman yapmak, hayvanlarla ilgilenmek, aşık olmak, sirkte çocuk olmak, anne olmak, aile olmak ve gösterinin kusursuz olması için çalışmak...Nasıl bir duygudur acaba?

Bugün Darix Togni İtalyan Su Sirki'nde gördüm sirkte anne olmanın ne olduğunu. Sahneye çıkış kapısının hemen yanındaki en ön sırada kucağında henüz yaşını doldurmamış bebekle oturan kostümlü bir hanım farkettim. Bir süre bebekle ilgilendi. Trapezciler anons edilince bebeği arabasına bırakıp, biraz önce seyircilere su fışkırtıp şeker dağıtan palyaçoya teslim etti ve gösteriye çıktı. İşte böyle bir şeymiş dedim içimden sirkte bebek ve anne olmak. Hayatta gösteride devam ediyor.

Darix Togni'nin ilginç bir kuruluş öyküsü var. Kendi sayfalarından aldığım hikayelerini paylaşmak istedim. Benim gibi sirkleri sevenlere....İşte bir sirkin öyküsü:)

(Bu arada dün ne yazmıştın bugün sirke mi gittin diyenlere ufak bir not; hem elimizde bayraklarla birçok kişi gibi sokaklarda dolaştık, hemde sirke gittik...Her ikisinide yaptık...)





Hikaye; soyu zamanın gizeminde kaybolmuş ailenin hikayesidir. 
Florilegio hikayesi tıpkı bir peri masalı gibi başlar.
1789 devriminin dehşet dolu yıllarında, Soylu Noble ailesi Fransa'dan İtalya'ya kaçmışlardır.
 Alp dağlarının diğer tarafında Granne ailesinin güzel kızı Chiristine; Bianchi ailesinden yakışıklı Marquis Amando'ya gizlice aşık olmuştu.
Ve onların Teresa adında güzel bir kızları oldu..
Doğduğunda terk edilen küçük kız; Gösteri topluluğu ile dolaşan bir büyücü tarafından büyütülür.
Yaşlı büyücü; çocuğa pandomim  sanatını ,ipte dans etmeyi ve kara büyüyü öğretmişti.

  
Aristide Togni 1872 yılında Circo Togni (Togni Sirki) kurdu ve birkaç yıl sonra Teresa Bianchi ile evlendi ve 8 tane çocukları dünyaya geldi;
Onların 4ü Riccardo Ercole  Ugo ve Ferdinando'dır ki onların grupu 1930 -1940 arasında İtalya Kralından Milli Sirk ünvanı almıştır.
Ercole Ugo ile Ferdinando hep elele vermiş ve birlikte çalışıp, her durumda beraber olmuşlardır.
Ercole nin oğlu Darix bambaşka bir karakter sahibiydi ve bu sanata, işine gösterdiği saygıyla herkesin dikkatini çekiyordu.Bundan dolayı sirk onun adın aldı ve Darix Togni sirki oldu.

Darix her zaman çalışan birisiydi. Televizyonlara, radyolara iştirak etmiş, filmlerde rol almıştır. Çok hayvan terbiye etmiş. Ama kendisi Aslanlar Adamı ünvanıyla tanınmıştır. O süper terbiyeci ve büyük kahraman gösterdiği başarılarıyla gönüllerde öyle bir duygu ve gurur kazandı ki adına sirk okulu kuruldu.

Darix Togni öldükten sonra 1976 yılında onun oğulları: Livio Corrado ve Davio her gün daha güzel gösteriler yaratıp yaparken aynı yola devam ettiler ve Uluslar arası başarılar kazandılar.
1990 da Togni kardeşler Florilegio Sirki' ni kurdular. Yıllarca çalışıp ve tecrübe kazanan aile sirki sadece Avrupa turları yapmaya ikna olmayıp ve bu sanatı ve italyan kültürünü Avrupa'nın dışındaki diğer ülkelere de tanıtmak istedi.
Sirki Afrika ve Asya'ya da götürdü. Türkiye, Cezayir, İran ve Katar da büyük gösteriler yapıp ve muhteşem hatıralar yarattı.



ATATÜRK VE CUMHURİYET



CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

ATA'MIZIN İZİNDE DAHA NİCE YILLARA...

Cumhuriyete gönül vermiş, Atatürk'ün izinde yürüyen büyük, küçük, kadın, erkek, çoluk, çocuk herkes 29 Ekim'de alalım elimize bayrağımızı çıkalım caddelere sokaklara.

Varsın iptal edilsin törenler bizler tüm çoşkumuzla kutlayalım Cumhuriyetimizin kuruluşunu.  

1937 yılında çok hasta bir vaziyette iken doktorlarının ısrarla  "gitmeniz intihar" demelerine rağmen;

"Hayır, halkın morali bozulur, kutlamalar olacak ve ben gideceğim "


diyen Ata'mıza yakışır bir Cumhuriyet Bayramı kutlayalım.


UYGARLIKLARI YOK EDEN DEPREMLER

Deprem...Dünyanın herhangi bir yerinde olduğu zaman gündeme gelen, şiddetine ve verdiği zarara göre günlerce, haftalarca konuşulan sonra unutulan, yeni bir sarsıntıyla tekrar kendini hatırlatan, ne zaman nerede olacağı, insanları ne şartlarda yakalayacağı bilinmeyen, uygarlıkları yok eden, şehirleri haritadan silen, siyasi değişimlere bile neden olup, yüzyıllık tabletlere kazınan, destanlara konu olan doğa olayı.




“Mutlu tanrılar böylece kışkırtıp birbirlerini
çetin bir savaş kopardılar aralarında.
Tanrıların, insanların babası da yukardan
gürül gürül gürletti gökyüzünü,
aşağıda Poseidon sarstı sonsuz toprağı,
sarstı yüce doruklarını dağların.”

Diye yazar Homeros'un İlyada'sında.

Mitolojide denizler tanrısı olarak bilinen Poseidon, denizin dibindeki sarayında oturur ve kızdığı zaman üç dişli asasını yere vurarak depremler yaratırmış efsaneye göre işte bu yüzden aynı zamanda depremlerinde yaratıcısı kabul edilmiş, Hesiodos onu toprağın efendisi, yeri sarsan olarak nitelendirmiş.

"Diogenes'in oğlu Thrason, bu mezarı oğulları beş yaşındaki Deksiphanes,
Dört yaşındaki Thrason ile onların bakıcısı Hermes için yaptırdı.
İkiside yıkıntıların altında, onun kolları arasında idi." diye yazar Nikomedia (İzmit) bulunan MS 2yy tarihlenen mezar taşında. Bakıcılarının ellerini tutan iki çocuk işlenmiştir şu anda Louvre Müzesinde sergilenen stelde.





Girit adasındaki Minos Uygarlığı şiddetli bir deprem sonrasında zayıflayıp ortadan kalkmış, Truva'nın surlarının yine bir deprem sonrası yıkılması sonucunda Yunanlılar kolayca şehre girebilmiş ve bugünkü Van gölü kıyısında güçlü bir uygarlık kurmuş olan Urartular ise büyük bir olasılıkla bir deprem sonrası yıkılmışlar. Urfalı Mateos ise bu olayı "Vaspuragan eyaletinde büyük tahribat vukuu buldu. Deniz kaynamış
ateş karaya vurmuş, yer şiddetle sarsılmış, balıklar karaya vurmuş." diyerek dile getirmiştir.

Küçükasya'dan Anadolu'ya, prehistorik çağlardan günümüze, batıdan doğuya dönem dönem depremlerle sarsılmış bu topraklar. Kimi zaman arkasında büyük acılar bırakarak yıkıp geçmiş , kimi zaman teğet geçmiş ufak sıyrıklarla. Ama her defasında bir şeyler götürmüş insanlardan...Kimi zaman evlerini, kimi zamanda sevdiklerini...Onlarla birlikte yıkıntıların arasında kalmış anıları, bir daha geri gelmemek üzere...

Van için Herkes Tek Yürek!





Van Depremi'ne duyarlılık gösteren ve zor durumda olan depremzedelere yardım elini uzatmak isteyen vatandaşlarımız için bir liste hazırladık. Aşağıdaki kanallardan dilediğinizi seçerek yardımlarınızı en kolay şekilde Van'a ulaştırabilirsiniz:

1. KIZILAY
2868'e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki "Türk Kızılayı" hesaplarından bağış yapabilir. Ayni bağışlar Türk Kızılayı lojistik merkezleri ve şubeleri tarafından kabul edilecektir. Tüm Kızılay şubelerinin iletişim numaralarını buradan öğrenebilirsiniz.

2. AKUT
Tüm GSM operatörlerinden 2930'a göndereceğiniz AKUT yazan bir SMS ile AKUT'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Kredi kartını kullanarak internet üzerinden bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız CardFinans ya da diğer banka kartlarını kullanarak bağışta bulunabilirler.

Havale/EFT için Banka Hesap Numaraları;
T. İş Bankası - Gayrettepe Şubesi - TR14 0006 4000 0011 0800 6666 63
Finansbank - Gayrettepe Şubesi - TR92 0011 1000 0000 0001 9576 70
Garanti Bankası - Ortaklar Cad. Şubesi - TR26 0006 2000 3570 0000 0029 30

3. BAŞBAKANLIK YARDIM KAMPANYASI
Başbakanlık tarafından Van’da yaşanan deprem nedeniyle başlatılan yardım kampanyası çerçevesinde saptanan banka hesap numaralarına buradan ulaşabilirsiniz.

4. KARGO FİRMALARI
Yurtiçi Kargo, PTT Kargo, MNG Kargo ve Aras Kargo yardım gönderilerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

5. HÜRRİYET EVLERİ
Deprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan ve kış öncesinde evsiz kalan Van için Hürriyet Gazetesi de büyük bir seferberlik başlattı. Hürriyet, Van’da kış koşullarına dayanıklı, mutfak, banyo ve tuvaleti olan "Hürriyet Evleri" kuracak. Kızılay işbirliğinde başlatılan kampanya ile her biri 6 bin liraya kurulacak evler, evsiz kalan vatandaşlara sıcak bir yuva olacak.

Van Depremi - Hürriyet Gazetesi Bağış Hesapları
T. İş Bankası Mithatpaşa Şubesi
4228 - 0971947 / IBAN TR370006400000142280971947 
T.C. Ziraat Bankası Kızılay Şubesi
Hesap No 685-2868-5189 / IBAN TR060001000685000028685189
Garanti Bankası Kızılay Şubesi
Hesap adı: Van Depremi - Hürriyet
Şube: 082 Hesap No: 6294703 / IBAN TR72 0006 2000 0820 0006 2947 03

Yapacağınız ufak bir yardım zor durumdaki bir çok insanı hayata bağlayan bir umut olacaktır. Mesajımızın ulaştığı herkesi, deprem bölgesinde yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımıza yardım etmeye davet ediyoruz.


Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

BİR KAZAK ONLAR İÇİN ÇOK ÖNEMLİ!!!

Şehitlerimizden sonra bir başka acı haberle daha sarsıldık. Van'da 7 büyüklüğünde deprem. Şu anda kesinlik kazanmamakla birlikte yüzlerce ölü binlerce yaralı. Umudumuz rakkamların daha da artmaması.

Soğuk altında, evsiz yardım bekleyen insanlar.Bizim insanlarımız. Çocuklarımız...

Çocuklarınızın ve sizlerin dolabında bir köşesinde öylece kalakalmış artık kullanmadığınız bir kazağın bile onlar için çok büyük bir önemi var şu günlerde.

Kimse kimseden yeni bir şeyler alıp göndermesini istemiyor. Dolaplarımızda kalmış, artık modası geçtiği, veya bedeni uymadığı  için kullanmadığınız, yıpranmamış, temiz, kadın, erkek, çocuk, bebek giysilerinizi bir koli içinde hazırlayıp herhangi bir belediyenin çağrı merkezini ararsanız sizler ulaştıramazsanız, bile gelip kapınızdan alıyorlar. Belediyeler haricinde bir çok özel okul bu yardım çağrısına destek vererek Van'a gönderilmek üzere temiz, yıpranmamış kışlık giysi ve battaniye kolilerini kabul ediyor. Çevrenizde varsa yönetimlerine başvurabilirsiniz.

Bu acıyı daha önce yaşamış insanlar olarak;

BİR KAZAK ONLAR İÇİN ÇOK ÖNEMLİ...LÜTFEN YARDIM EDELİM...EN AZINDAN ÇOCUKLAR İÇİN...


KAYBETTİĞİMİZ FİDANLARIMIZA

Bugün 24 gencimiz şehit oldu. 24 fidanımızı gözyaşları içinde uğurlarken bugün Edebiyat Vadisi'nin paylaştığı aşağıdaki dizeleri  sizlerle paylaşmak istedim.

Oysa

Çocukluğumu özlüyorum
Yara bere içindeki dizlerimi
Pamuk helvaya yapışmış suratımı
Elma şekerine bulanmış ağzımı
Yaramazlık yaptığımda annem göremesin diye
... saklandığım kapı ağzını
Oysa
Çoktan sobeledi hayat...!
 
(yazarı belirtilmemiş)
 
Keşke "Ben onun bir yerine bir şey olmasın diye, bisiklete bile bindirmemiştim." diyen anneleriniz sizleri saklandığınız kapı ağzında bulabilseydi, keşke sadece dizlerinizde yara bere olsaydı, keşke yüzlerinize pamuk helva yapışsa ve ağızlarınıza elma şekeri bulansaydı, keşke çocukluğunuzdaki gibi yaramazlık yapsaydınızda bu haberlerinizi duymasaydık. Ruhunuz şad olsun...
 

YAĞMURLA SÜRÜKLENEN ANILAR



Geçen pazardan beri yazmamışım. Aradan tamı tamına bir hafta geçmiş. Yine pazar, yine gri bulutları misafir eden yağmurlu bir İstanbul. Havada melankoli kokusu. Kış başladı mı ne?

Gözüm duvardaki Dubrovnik tablosuna takılıyor bir an için. Tam da o meydandaki bir sokak ressamından almıştım bu tabloyu. 2004 Nisan ayı idi. Gece sohbet ederken Hırvatistan'a gitmeye karar vermiştik hiç hesapta yokken, öylesine... Sonra internetten bulduğumuz otele rezervasyon yapıp, biletleri aldık. O zamanlar henüz turlar başlamamıştı oraya. Biletimizi kesen kontuar elemanına ve Hırvatistan'a gideceğimizi söylediğimiz kişilere çok enteresan gelmişti gezmek için Zagreb'e gitmemiz. Gidecek başka yer bulamadınız mı gibilerinden yüzümüze bakmışlardı o zamanlar. Şimdi ise turların biri gidiyor öbürü geliyor:).
                                                                       
Zagreb Havaalanı o güne kadar gittiğim en boş havaalanı idi. Alanda iki uçak vardı biri bizim gittiğimiz THY, diğeride Croatia Airlines idi. Uçaktan indikten kısa bir süre içinde alanda yolcu kalmamıştı. Otobüse binip şehre giderkenki hayal kırıklığımı hatırlayıp hala gülerim kendime. İlk tepkim aman allahım ne işimiz vardı burada demiştim amaaaa Zagrep'e geldiğimizde sanki dünya değiştirmiş gibi olmuştum. Kaldığımız otel 1970'lerde kala kalmıştı. Gece dışarı baktığımda puslu karanlığı aydınlatmaya çalışan bir binadan diğerine uzanan elektrik telinin ortasından sarkan sokak lambası ile daha da eskiye gitmiştim. Arnavut kaldırımlı sokak bomboştu. Sessiz, ıssız. Her an sokağın köşesinden naziler çıkacakmış gibi bir görüntü. Bazı filmlerin belleğimizde ne çok yer ettiği böyle anlarda çıkıyordu meydana.




Elimdeki fotoğraf albümüne bakıyorum. Sanki zaman tünelinin içinde gibiyim. Çok değil aradan yedi yıl geçmiş. Sırt çantam, yeşil kazağım, güneş gözlüklerimle eski binaların çevrelediği rengarenk lalelerle donatılmış, yemyeşil bir parktaki resmime bakıyorum. O akşam otelde Adriyatik kıyısından otobüsle güneye kadar gitmeye kadar vermiştik. Zadar ve Split. Şehirleri yürüyerek gezmenin verdiği yorgunluktan Split'ten dönmeyi düşünürken annemle yaptığım telefon konuşması sonucunda Dubrovnik'e giden otobüse bilet almıştık. Mutlaka gidin demişti, baban dünyadaki en güzel şehirlerden biri olduğunu söylerdi her zaman. Tam da yağmur çiseliyordu bu sözleri söylerken. Yanımızdan bir okulun muhtemelen ilkokulun veya yuvanın öğrencileri geçmişti yanımızdan üzerlerinde rengarenk yağmurlukları ile.

Dantel gibi kıyılarından, ufacık adalarını ve birbirinden güzel deniz fenerlerini seyrederek varmıştık Dubrovnik'e. Bir turizm informasyon bürosuna giderek kalacağımız yeri ayarlamıştık. Bu kez Damir'in evinde misafir olacaktık. Şimdi nasıl bilmiyorum ama o zamanlar turizm informasyon  istediğiniz konaklama şeklini ve ücret aralığını söylediğinizde kalacak yer bulmaları konusunda yardımcı oluyordu. Dubrovnik'te kalenin içinde kalmayı istediğimiz için bize pansiyon önermişlerdi. Pansiyonun sahibi gelip bizi kalenin tam tepesindeki üç katlı bitişik nizam taş evlerden birine götürmüştü. En üst katın kapısını açtığımda ben buradan geri dönmüyorum demiştim. Bir pencereden tüm kale, evler, yollar, merdivenler arka pencereden ise çatıların üzerinden deniz görünüyordu. Pansiyon diye adlandırdıkları yer ise stüdyo daire idi. Gece dağın tepesindeki haç ışıklandırılıyor ve bu orta çağ kentine ayrı bir hava katıyordu. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı büyülü bir şehirdi burası. Her yeri tarih kokuyordu. Yürümekten yorulduğumda oturduğum kafenin tam karşısında ortaçağ kıyafetleri giymiş bir gencin söylediği şarkılar eşliğinde kahvemi yudumlarken görmüştüm sokak ressamını. Sulu boya resimler yapıyordu. Orta yaşlı, saçları kırlaşmış bir adamdı. Tüm resimlerinde aynı temayı işlemişti neredeyse. Kale, kilise, kafeler. İşte bugün halen duvarımda asılı resmi o gün almıştım. Suluboya tablo, fotoğraflar, albümün arasından çıkan müze giriş bileti, otobüs bileti, Zagreb haritası, kartpostallar...Hepsini saklamışım diğer gezi albümlerinde olduğu gibi. Ve yağmur damlalarının yarattığı sular beni oralara sürükledi bugün. Taa uzaklara, geçmişe, anılara...


                                                           

NAZLI ERAY'LA BİR ÖĞLEDEN SONRA






Kayıp Gölgeler Kenti'ni okuduktan sonra keşke Prag'a gitmeden önce bu kitabı okumuş olsaydım diye hayıflanmıştım. Büyülü bir Prag anlatmıştı okuyucularına Nazlı Eray bu eserinde. Başka kitaplarınıda okumuştum ama Kayıp Gölgeler Kenti benim kült kitabım olmuştu.

'Şehirler çok önemli benim kitaplarımda' diyordu 8 Ekim Cumartesi günü okurlarıyla buluştuğu CKM'de. 'Kayıp Gölgeler Kenti'ni yazdığım dönemde çok az kaldım Prag'da. Şubat ayında gitmiştim ve çok soğuktu, donma tehlikesi geçirdim yahudi mezarlığının içinde buna rağmen gezdim. Zaten soğuktan çok fazla yürüyemiyordum ve günler kısa olduğu için hava erkenden kararıyor, otele dönüyor yazacaklarımı gözden geçiriyordum. Bu şehre başka bir mevsimde gitseydim ve uzun süre kalsaydım o büyülü ortamı yakalayamazdım.'

'Alanım büyülü gerçekçilik. Romanda kural tanımıyorum. Benim eserlerimi klasik bir kalıba koymak imkansız. Okuyucunun elinden tutuyor, yavaş yavaş merdivenler çıkartıyor ve romanın içine sokuyorum. Büyülü gerçekçilik bu işte.'

'Kontrol edemediğimiz roman en iyi roman. Roman kendi kendini belirliyor. nehir gibi akıyor aslında ve ben bir yerden içine atlıyorum. Nefes nefese koşarak, kalbimi okura vererek, okurun elinden tutarak bazen gözyaşlarını hissederek yazıyorum.' 

'Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sevim Burak, Camus, Tenesse Williams en sevdiğim yazarlar.'

'Açık yerlerde mesela pastahanelerde yazmayı seviyorum. Yazarken çevremde yaşam akıp gitmeli. Gürültü beni rahatsız etmez.'

'Roman kahramanlarımdan Monsieur Hristo çocukken oturduğum apartmanın kapıcısı idi. O zamanlar 60 yaşında bir adamdı bana çok yaşlı gelirdi. Bir öykümde M. Hristo'yu kuş yapıp Galata'nın üzerinde 12 saat boyunca uçurup hayatının muhasebesini yaptırmıştım. M. Hristo bu öyküyü hiç bir zaman bilemedi ama bu öyküm 15 dile çevrildi.'


'Çocuk kitaplarımda öğreticilik yapmadım içimdeki sihirli dünyayı onlara açtım.' Diyerek devam etti söyleşisine.

'İnsanlara küçük mucizeler yaşatabiliyorsam ne mutlu bana' diye yazmıştı bir eserinde. Yaşattınız Nazlı Hanım. Okuyucularınıza çok güzel bir cumartesi öğleden sonrası yaşattınız CKM'de. Tekrar görüşmek üzere yeni büyülü romanlarınızı, öykülerinizi bekliyoruz. 






GÜNAAYYYDIIINN:)




Yağmurlu bir İstanbul sabahına günaydın:)

Camlara vuran yağmur damlacıkları arasından dışarı bakıyorum. Yerlerde sarı sonbahar yaprakları, ellerinde şemsiyeler ıslak kaldırımlarda yürüyen insanlar. Güneş bugün izinli, kendini göstermeyecek yerini gri bulutlara bırakmış. Pencereyi açıyorum mis gibi serin yağmur havasını içime çekiyorum. Evet bu benim havam. Yağmurlu sonbahar havası. Kendime mis gibi şekerli bir türk kahvesi yapıyorum, cd den Sacha Distel'in Toute La Pluie Tombe Sur Moi'sı yayılıyor salona, elimde Nazlı Eray'ın Kalbinde Kadın Taşıyan Erkekler Birahanesi kitabı. Kısacası keyif yapıyorum bu yağmurlu şehri-İstanbul sabahında...Ve tüm kalbimle sizlere de mutlu bir pazar günü diliyorum.

YAMAÇTA

'Genç boşanma avukatı Clarin ve dul kalmış eski diller uzmanı Loos bir otelin terasında tanışırlar ve şarap eşliğinde iki akşam sürecek koyu bir sohbete dalarlar. Birbirlerini tanımamalarına karşın, aşk ve ölüm üstüne, hayatta önemli buldukları her şey üstüne derin bir tartışmanın içinde bulurlar kendilerini. Düşünceleri sürekli çatışır, dost mu düşman mı olduklarına bir türlü karar veremezler, birbirlerinden hem büyülenirler hemde nefret ederler.' yazıyor Markus Werner'in Yamaçta adlı kitabının arka kapağındaki tanıtım yazısında.

Roman avukat Clarin'in hafta sonunu fırsat bilerek kendi deyimi ile bir iş tatili için şehir dışındaki evine gitmesi ve akşam yemeği için gittiği otelde boş masa bulamadığı için eski diller uzmanı Loos'un masasına oturması ile başlıyor. İki adam şarap eşliğinde yemeklerini yerken birbirleri ile sohbet etmeye ve kendi hayatlarından bahsetmeye başlıyorlar. Loos geçen yıl aynı tarihlerde bulundukları otelde kaybettiği karısını, Clarin ise terk ettiği sevgilisini anlatıyor. Ertesi akşam tekrar aynı yerde buluşup yemek yerler. Üçüncü akşam ise Clarin saatlerce Loos'u beklemesine rağmen Loos gelmiyor. Loos'u beklemekten sıkılan Clarin resepsiyona başvurduğunda otelde bu isimde birinin kalmadığını öğreniyor ve hikaye buradan hız kazanarak okuyucuya sürpriz bir son hazırlıyor.

İşte kitaptan dikkatimi çeken giden satırlar;

"Hisler üzerinde kimsenin tasarruf hakkı yoktur"

"Siz hiç içlerinde, derinlerde bir yerde güvensizlik duymayan bir ebeveyn tanıyor musunuz? Neredeyse her şeyi yanlış yaptığı düşüncesine kapılmayan veya geriye bakarak, her şeyi yanlış yaptığını görmeyen
 bir anne tanıyor musunuz. Klinik olarak diyebilirim ki: Annelerin, ebeveynlerin kendilerini başarısız kimseler olarak görmeleri haklarıdır, onların meyvelerine bir bakın: bir sürü davranış bozukluğu, bir sürü istikrarsız , sallanan, hedefleri olmayan, oradan oraya sürüklenen  bir kitle."

"İnsan bir kereliğine parasız bir seyirci olarak cadde şenliğine oturmalı ki, heyecanlı ve ümit veren gençlerin çokluğunu görebilsin."

"Her kolleksiyoncu gibi o da bir tutkundu ve dünyanın mutsuzluğu için belge topluyordu."

"Uzun zaman önce eski bir halkın, yeni doğanları ağlayarak karşıladığı ve onu bekleyen tüm kötülükleri birer birer saydığı gelenek hakkında bir radyo yayını dinlediğini anlatmıştı. Ama bu halk ölüleri sevinçle ve şakalarla gömüyordu, çünkü onlar sonunda hayatın ıstıraplarından kurtuluyorlardı."

Okumak isteyenlere tavsiye edebileceğim kitaplardan biri daha:)

HAYALİ ÖPÜCÜKLER

Dün gece facede dolaşırken bir arkadaşımın "Mucize Enerji" sitesinden paylaştığı 'Hayali Öpücükler' adlı  hikayeyi okudum. Bugüne kadar çocuklar hakkında bir çok yazı okumuştum ama hiçbiri bu kadar etkileyici olmamıştı. Kız çocuklarının duygusallığı üzerine yazılmış gülümseyerek okuduğum hikayeyi sizlerlerde paylaşmak istedim. Daha önce okumayanlara Hayali Öpücükler...




Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...

Bayram sabahı küçük kız paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü, acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı...

Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına gene bağırdı:

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun?!

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:

- O kutu boş değil ki baba, dedi. "İçini öpücüklerimle doldurmuştum."

Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.

Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.



Mucize Enerji isimli siteden alınmıştır...