HAYALİ ÖPÜCÜKLER

Dün gece facede dolaşırken bir arkadaşımın "Mucize Enerji" sitesinden paylaştığı 'Hayali Öpücükler' adlı  hikayeyi okudum. Bugüne kadar çocuklar hakkında bir çok yazı okumuştum ama hiçbiri bu kadar etkileyici olmamıştı. Kız çocuklarının duygusallığı üzerine yazılmış gülümseyerek okuduğum hikayeyi sizlerlerde paylaşmak istedim. Daha önce okumayanlara Hayali Öpücükler...




Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...

Bayram sabahı küçük kız paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü, acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı...

Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına gene bağırdı:

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun?!

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:

- O kutu boş değil ki baba, dedi. "İçini öpücüklerimle doldurmuştum."

Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.

Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.



Mucize Enerji isimli siteden alınmıştır...

Sevdiklerinize Doğum Günü Hürriyet'i Verin



Hürriyet Gazetesi'nden okurlarına doğum günü, sevgililer günü, yıl dönümü ve diğer tüm özel günler için unutamayacakları bir hediye fırsatı!

Doğduğunuz gün Türkiye'de ve dünyada neler olduğunu hiç merak ettiniz mi?

Hürriyet, ilk yayın tarihi 01.05.1948'den günümüze kadar olan tüm baskılarının birinci sayfalarını kullanımınıza sunuyor. Bu sayede aileniz ve sevdiklerinize, doğum günlerine ait sayfayı armağan ederek bu özel günleri unutulmaz kılabilirsiniz. Ya da dilerseniz kendi doğduğunuz güne ait gazetenin ilk sayfasını sipariş edip saklamanız mümkün.

Size özel Hürriyet'inizi, orijinal gazete kağıdına baskılı olarak farklı ebatlarda seçebilirsiniz. Ayrıca ister karton tüp içerisinde, ister özel kutuda, isterseniz de oldukça şık bir ahşap çerçeve içerisinde sipariş verebilirsiniz.

Bunun için tek yapmanız gereken http://bit.ly/dogumgunu1 adresini ziyaret ederek istediğiniz tarihi belirtmeniz!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

Babama ve Tüm Denizcilere Murathan Mungan'dan

                                    

 

ESKİ FENERLER ESKİ GEMİLER


Uzun yanlışlarla battı gemiler
Geçtikleri her yerde
İçindekiler

Toy rüzgarlarda
Yelken açan düşlerimiz
Uğradığımız adalarda dağıldı
Geçtiğimiz gemilerde kaldı çarpılmış yüreklerimiz        
Boşlukta el sallayan biri var hala
Bizim varamadığımız uzaklıklara

Ne kulaklarımızda siren sesleri
Ne kadırga serenlerinin
Yol açtığı birkaç tuzlu resim
İçimiz bir ada kuraklığı
Sualtı batıklarıyız gündemin

En fazla neyi bilebiliriz şimdi
Bulmacalarda geçen gemici deyimlerinden başka
Hangi rakıya vursak kendimizi
Dalgaların kat yeri
Mazisinden yeni bir insan çekip çıkaramayanlar için
Eksilerek kazanılan deneyim

Örgütlü rastlantılarda her şey sessizliğe güvendi
Oysa eski fenerler eski gemiler içindi
Paslandı ay ışığında gümüş eyerli tekneler
Uykuları çevik tutan deniz rüzgarları dağıldı
Şimdi her şeyi çıplak görmenin acı veren aydınlığı
Umudun yeni ve altın anlamı.


Murathan Mungan

PARİS'TE GECE YARISI




Sinema sezonunu Paris'te Gece Yarısı filmi ile açtım bugün. Woody Allen filmlerini çok sevmediğim için (nedense bana her zaman sevimsiz gelmişlerdir) biraz önyargılı girdim salona. Tatillerini geçirmek için Paris'e gelen Amerikalı ailenin ve bir yazar olan Gil'le nişanlı olan kızlarının hikayesini anlatılıyor filmde.

Film bana göre konudan çok görsel bir şölen sunuyor izleyenlerine. Muhteşem Paris görüntüleri eşliğinde Gil'in hayallerine kapılıp gidiyorsunuz. Nişanlısı ve arkadaşları ile dansa gitmek istemeyen Gil gece otele yürüyerek dönmek isteyince kendini 1920'lerin Paris'inde buluveriyor bir anda. O andan sonra kendini Ernest Hemingway, Scott Fitzgerald, Picasso, Dali, Gerthrude Stein ile sohbet ederken bulmakla kalmıyor daha da ileri giderek yazmakta olduğu kitabı okuyup kendine düşüncelerini söylemelerini istiyor. Film bundan sonra 19yy Paris'i ve günümüzün Paris'i arasında gitgellerle devam ediyor.

Gil ile Hemingway arasındaki şu replik çok hoşuma gitti. Bir yazara asla kendi kitabın hakkında fikrini sorma diyor Hemingway. Ben her şekilde senin kitabından nefret ederim. Eğer kötü yazdıysan kötü olduğu için ama eğer iyi yazdıysan böyle bir şeyi ben niye düşünemedim diye:)

Ayrıca filmde belirgin olarak Amerikan ve Fransız kültürü arasındaki fark vurgulanıyor. Bir Woody Allen filmi olmasına rağmen Fransızların entellektüelliği Amerikan geyiğine karşı gibi bir durum yaratılmış.

Güzel bir film izlemek ve hoşça vakit geçirmek isterseniz kaçırmamanızı tavsiye ederim. Ufak bir not Paris'te Bir Gece Yarısı'ndan sonra bir kadeh kırmızı şarapta fena gitmiyor doğrusu. İkisinide denemekte fayda var.

Tüm günlerinizin güzel bir film gibi geçmesi dileği ile...

Susanna Tamaro doğaya sığındı

Susanna Tamaro doğaya sığındı

30 Eylül 2011
"Yüreğinin götürdüğü yeri" buldu

Türkiye'de “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” isimli romanıyla kısa sürede geniş bir okur kitlesine sahip olan İtalyan yazar Susanna Tamaro “hurriyet.com.tr”nin sorularını yanıtladı. İtalya'daki kır evinde huzuru bulan Tamaro, günümüzün edebiyatına da, teknoloji çılgınlığına da mesafeli duruyor.

 Yeni “e- hayatlar” hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanal bir dünyada duyarlı ve duygusal kalmak mümkün mü?
Böyle bir dünyada insani duyguları koruyabilmek sanırım oldukça zor. Belki sadece bunun dışında olanlar, sanallaşan ve gittikçe soyut bir hal alan bu yeni hayat tarzının sınırlarını ve tehlikelerini açıkça görebilir. Ben, köyde yaşadığım için teknolojiyle pek fazla bir ilişkim yok. Doğam gereği insanlarla birlikte yemeyi, onlara dokunmayı, konuşmayı severim, ama teknolojinin ilişki kurmak için önemini yadsımıyorum. Ancak bu da bir ılımlılık çerçevesinde yaşanmalı, çünkü sadece "online" kalan ilişkiler sonunda gerçek dışı olmaya mahkumlar.

Böyle bir dünyada yazmak zor olmuyor mu?
Elbette zor oluyor. Bunun özellikle iki nedeni var. Birincisi, yazmak son derece yoğunlaşmak isteyen bir işken günümüz dünyası bu konsantrasyona izin vermiyor. Öte yandan, yazmak -en azından benim anladığım şekliyle- insanın karanlık yönünü deşmek anlamına gelir ki, çağımız bu derinliği hiç sevmiyor. Günümüzde, insanın bilimsel denetime ve yönteme gelmeyen böyle gizemli bir yanı olduğu kabul edilmek istenmiyor.

Kitabın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Örneğin, Umberto Eco e-kitabın gerçek kitabı asla yenemeyeceği görüşünde. Ona katılıyor musunuz?/_np/2849/14552849.jpg
Umberto Eco’nun görüşüne tamamıyla katılıyorum. Kitap, yeri doldurulmayacak bir nesnedir. E-kitap çok rahattır. Ben de yolculuğa çıktığımda kilolarca kitap taşımak yerine yanıma bunlardan bir tane alıyorum, ama gerçek bir kitapla e-kitap okumak arasında fark var. Bazen bana imzalatmak için getirdikleri bir kitaba bakıyorum da, sanki binlerce meydan muharebesi yaşamış gibi görünüyor. Kahve lekeleri, domates sosu lekeleri, altı çizili satırlar, kenara alınmış notlar... İşte bu kitaplara bayılıyorum, çünkü okurun hayatını paylaşmış oldukları belli. Oysa elektronik kitap böyle bir şeyi asla yaşayamayacaktır.


Haber detayları için linki tıklayabilirsiniz...

http://bit.ly/rb0Dkq

İSKOÇYA SOKAĞI 44 NUMARA


Veee bitti. Okudum ve diğerleri gibi kütüphanedeki yerini aldı.

Alexander McCall Smith şöyle diyor kitabın önsözünde 'İskoçya Sokağı 44 Numara'da yapmağa çalıştığım şey Edinburgh'daki hayatla ilgili bir şeyler söylemeye çalışmaktı. Okurlar bu olağanüstü şehirle ilgili son derece tanıdık gelen ama öte yandan gamsız bir kurgu olan hikayelerle karşılacaklar.'

Evet kitap tam da yazdığı gibi. Bazı kitaplarda olduğu gibi şehirle ilgi çok fazla bilgi vermesede o şehirde yaşayan insanların hayatına karıştırmış okuru. Sıradan günlük bir yaşam, abartısız her gün çevrenizde görebileceğiniz insanlar romanın kahramanları. Nefes nefese bir maceranın peşinde koşturmadan, abartısız yazılmış birbirine bağlı okurken sıkmayan öykülerden oluşmuş bir roman. Belki şehirden biraz daha detaylı bahsetseydi daha güzel olurdu diye düşündüm kitabın sayfalarında gezinirken.

İşte dikkatimi çeken bir kaç satır:

"Buradaki herşey cazibesine kapıldığımız insanların eşyalarına atfettiğimiz o garip ayrıcalıklı değere sahiptirler. o kişilere ait olan eşyalar, yalnızca onların oldukları için içlerinde güç biriktiriler. Tılsımlıdırlar. Hatırlatırlar."

"Hayatta hiçbir şey, hemde hiçbir şey, itiraf edildikten veya bir başkasıyla paylaşıldıktan sonra eskisi kadar vahim görünmez."

Okumayı sevenlere tavsiye edilir:)

TV'DE BUGÜN

Bu gün TV5 Monde sabah kuşağında Jardins et Loisirs programını seyrettim. Fransız TV5 kanalının haftada bir kez yayınladığı bahçe programı. Bizim kanallarda böyle programlar olmadığı için ancak yabancı tv'lerde seyredebiliyoruz bu tür programları diyeceğim ama zaten bu tür program yapabilecek park bahçede yok bu ülkede. Ayrıca yapılsada reytingi yerlerde sürüneceğinden 1-2 yayından sonra kaldırılır. Neyse programın içeriği bahçe, ekim, dikim, bitkiler vs. Dünyanın dört bir yanındaki şato, saray veya evlerin bahçelerine gidip sorumluları, sahipleri ile röportajlar yapıyorlar, bitkilerle ilgili bilgi alıyorlar, mevsimine göre ekim dikim bilgileri veriyorlar. Ekime dikime meraklı olmasamda manzaraları seyretmek hoşuma gidiyor doğrusu.

Bugünkü bölümünde yaşlı bir grup insan yine Fransa'daki ufak bir bahçeyi bir akordeonist ve hikayecinin peşinden müzik eşliğinde ziyaret ettiler.
Akordeonist kulağa hoş gelen parçalar çalarken hikayecide müziğin ritmine uygun bir şekilde yarı şarkı yarı şiir o bahçenin hikayesini ve çiçekleri anlattı. Elimde kahvem zevkle programı izlerken aklıma bizim programlar ve onlara katılanlar insanlar geldi.

Yaşıtları Fransa'da müzik eşliğinde bahçe gezerken bizimkiler ise ya Doktorum programında dertlerine derman arıyorlar ya da, kendini daha iyi hissedenler, evlilik programlarında karı-koca:) Ha bir de kavga dövüş yemek programları var. Ben daha güzel yaptım sen daha kötü yaptın...Ayyyy tuzlu buuu...



Geçenlerde bir arkadaşım facede şöyle yazmıştı: TV'deki her kadın programından sonra bir kitap intihar ediyor. Çok doğru dedim içimden. Hemde çok. Sabahın köründe ekranlara çıkıp onun bunun dedikodusu yapıp, duygu sömürüsü ile insanlara yardım edip ve yardım ettiklerinide afişe ederek rezil edip, kadınlara göbek attıran ya da Sherlock Holmes'culuğa soyunan programların yerine daha seviyeli programlar konulamaz mı acaba?

Yoksa toplum olarak bu kadar kalitesiz dizilere ve programlara mı layıkız?
Kimseden 'Sabah Sabah Felsefe' gibi bir program beklediğim yok ama biraz daha eğitici, öğretici programlar yapılsa nasıl olur acaba?

Hiç de fena olmaz, siz ne dersiniz?

1 Milyon Çocuk Burada!




Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı Tipeez.com, iki yıldan kısa bir zamanda 1.000.000 üyeye ulaştı!

Her hafta birbirinden çeşitli aktiviteleri ve eğlenceli sürprizleriyle dijital neslin nabzını tutan Tipeez, hem 18 yaş altı çocuk ve gençlerin, hem de ebeveynlerin ilk tercihi olmayı sürdürüyor. Üyelerinin yaratıcılıklarını ve ifade yeteneklerini geliştirmeye yönelik ödüllü yarışmaları, eğlenceli oyunları sayesinde portal, kısa sürede tam 1.000.000 çocuğun uğrak yeri haline geldi. Gece 22:00’de kapanan sohbet odaları, deneyimli moderasyon ekibi, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi, kaba ve müstehcen konuşmalara izin vermeyen patentli programıyla Tipeez.com’da, birbirinden farklı birçok güvenlik önlemi mevcut.

Çocuk ve gençlere, özenle tasarlanmış güvenli bir ortamda bilinçli internet kullanımı tecrübesi yaşatan portalda sürekli güncel haberlerin yayınlandığı bir haber kanalı da mevcut. Bu haber kanalı aracılığıyla Tipeez, üyelerine haber okuma alışkanlığı kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda gündemdeki gelişmeleri yorumlamaya ve sorgulamaya da teşvik ediyor.

Siz de geç kalmadan Tipeez Dünyası’nı keşfetmek için tıklayın!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

DÜNYANIN EN BÜYÜK BATIK GEMİ MÜZESİ

Marmaray'dan dünyanın en büyük batık gemi müzesi çıktı

İSTANBUL (A.A) - Şengül Oymak
22 Eylül 2011
Dünyanın en büyük batık gemi müzesi

Marmaray ve Metro projeleri kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında Yenikapı'da bulunan 36 batık gemiden 35'inin araziden taşınma işlemi tamamlandı. Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen batık gemiler sayesinde İstanbul'da dünyanın en büyük batık gemi müzesi kurulacak.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç. Dr. Ufuk Kocabaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazılarda dünyanın en büyük batık gemi repertuvarına ulaşıldığını belirtti.

Kocabaş, söz konusu gemiler üzerinde 6 seneden beri çalıştıklarını, araziden alınan gemileri kurdukları laboratuvarda incelediklerini kaydetti.

Üniversitenin bu projeyi sürdürmek için bir ana bilim dalı kurduğunu, bu alanda yüksek lisans eğitimi, doktora eğitimi verdiklerini anlatan Kocabaş, 2015 yılında lisans eğitimi vermeyi planladıklarını vurguladı.
Kocabaş, bu işi çok önemsediklerini, ciddiye aldıklarını, projenin devam edebilmesi ve tamamlanması için ikinci jenerasyonu yetiştirdiklerini belirtti.
Haber detayları için linki tıklayabilirsiniz

http://bit.ly/raW5tH

YAŞASIN OKULLAR AÇILDI:)

Daha dün annemizin kollarında yaşarken
Çicekli bahçemizin yollarında yürürken
Şimdi okullu olduk,
Sınıfları doldurduk....

Evet bugün okullar açıldı. Okul açıldığı gün servisin arkasından şampanya patlatacağım demiştim kendi kendime, yapmadım tabii ama ne yalan söyleyim çocuklardan çok dört gözle ben bekledim servisi. Eminim bu söylediklerim bir çok veli için de geçerlidir.

Tatilden döndükten sonra şehir hayatı zor geldi tabii çocuklara da. Bu şehir çocuklar ve yaşlılar için yaşanacak yer olmaktan çıkmış durumda. Her ne kadar günleri onların emir ve telakkilerine göre ayarlamaya çalıştıysak da yetmedi tabii. Sonunda onlarda bende okulu özlemeye başladık veeee büyük gün geldi çattı.

Bir gece önceden herşeylerini hazırlamalarına rağmen sabah kalkıp yine bir şeyler aradılar:). Sonunda formalarını giyip, bir eşşek yükü kitapla dolu çantalarını sırtlayıp (taşıyamadıklarını biz arkalarından yetiştirdik) servise binip okulun yolunu tuttular. Törenden sonra sınıflara dağılıp öğretmenlerine ve arkadaşlarına kavuştular. Akşam üstü mutlu bir yorgunlukla yaşasın bugün ödev yok diyerek ağızları kulaklarında eve geldiler. İlk günü bitirip kendi deyimleriyle '-1 geriye kaldı 259 gün' diye geriye saymaya başladılar.

Bir çoğumuzun evinde aynı sahneler yaşandı bugün. İlk okula başlamanın heyecanını yaşayan, anne babasının elinde okul yolunu tutan minikler, arkadaşlarına ve okuluna kavuşma heyecanını yaşayan büyükler.

Hepsine can-ı gönülden başarılı bir yıl geçirmelerini diliyorum. Tabii öğretmenlerine de sabırlar ihsan eyliyorum:)


                                                                        

CADDELERDE YAĞMUR:)

Su sıçratana ceza geliyor

Trafiğe AB normları geliyor: Yol kenarlarına dikkati dağıtan reklamlar asılamayacak, trafik güvenliğinde yayalar da en az sürücüler kadar sorumlu olacak.

HÜKÜMET, “Karayolu Trafiği Konvansiyonu Avrupa Anlaşmasına Katılıma Dair Tasarı”yı TBMM’ye sevk etti. Bir kısmı Türkiye’nin trafik yasalarında var olan ama yaptırım uygulanmayan birçok ihlale AB normlarıyla uluslararası güvence gelecek. Buna göre, yol kenarlarına dikkati dağıtan reklamlar asılamayacak, trafik güvenliğinde yayalar da en az sürücüler kadar sorumlu olacak. Haberin devamını okumak için aşağıdaki linki tıklayınız:)
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18759890.asp

Sabah sabah hiç gülesim yoktu ama bu haberi görünce vayyyyy beee diyerek bastım kahkahayı. Türkiye'de araçlar yayaların üzerine su sıçratamayacak ve eğer kazara:)))) sıçratırlarsa ceza yiyecekler. Yok canım biz daha o kadar medeni değiliz ki. İstedikleri kadar AB zoruyla kanun çıkartsınlar insanları eğitmedikce çıkarttıkları kanunlarda trafik polislerinin devriye sırasında yakalayabildikleri araçlara kestikleri cezayla sınırlı kalıyor. Görev süreleri bittikten sonra yoldan hız sınırını aşan, hatta kamera olmayan yerlerde yaya ya çarpıp kaçan araçları kim yakalayıp ceza verebiliyor??? Çok nadir ya da hiç bir zaman. Hasbel kader geçtiğiniz yolda bir trafik trafik polisi varsa ve siz bir hata yaptıysanız yakalanıp ceza yiyorsunuz. Aynı yolda dönüşte 50 kişi aynı hatayı yapıyor ama trafik polisi yoksa onlar kurtuluyor. Sizde elinizde ceza makbuzuyla onlara baka kalıyorsunuz. Piyango bana çattı diye. İşte böyle bir ülke Türkiye.

Geçenlerde yine bir kanun çıktı hayvana çarpan en yakın veterinere görecek diye ve ben aynen şunu yazmıştım insana çarpan kaçarken hayvana çarpan veterine mi götürür hayal kurmayın diye? Sonuç mu?
Hepimizin bildiği gibi caddeler, sokaklar, şehirlerarası yollar kazaya kurban gitmiş hayvan leşleri ile dolu. Kanun bire bir uygulanmış:)

AB ülkelerinde trafik kanunları son derece net ve cezaları çok ağır buna karşılık insanı bilinçli. Geçen yıl kasım ayında Londra'da bardaktan boşanırca yağan yağmurun altında yürüken, sürücüler cadde kenarlarında biriken sulara (bizde ki kadar rezillik olmasa da oralarda oluyor) girmemek için özel gayret sarfettiklerini, girmek zorunda kalanlarında tamamen yavaşlayıp insanlara su sıçratmayacak şekilde geçtiklerini görmüştüm. Aynı olayı Çek Cumhuriyet'i ve diğer ülkelerde de fark etmiştim. Yıllardır araba kullanan bir insan olarak yayaların üstüne su sıçratma olayının kanuni değil insani bir hareket olduğuna inanmışımdır. Ben insanların üzerine su sıçratmamak için yavaşlarken arkamdan kornaya asılan öküzlere de insanlık öğrenemedikleri için her zaman acımışımdır ya da anlayacakları şekilde camı açıp küfürü basmışımdır. 

Sonuç AB kanunları çıkararak medeniyete ulaşılamıyor. Kanunu çıkar kenara koy, yakalayabildiğine ceza yaz yakalayamadığın bildiğini okumaya devam etsin. Herşeyden önce insanını eğit, bilinçlendir sonra kanun koy.
Belki o zaman kanuna bile gerek kalmaz...

Kanun çıkmış ama eğer benim gibi yağmurun altında yürümeyi seven bir insansanız siz yine de kendi tedbirinizi alıp kaldırımın en dibinden yürüyün ve sağlıcakla kalın:)