şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster





boş ver be yaşı başı!
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
koyma bir kenara yüreğini; aç kapılarını
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna
bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda
ama aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında
bırak aksın yollarına
yağ geç, yık geç
kimse inanmazsa inanmasın
sen inan yüreğine
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
büyü! büyü!
bak! ellerin ayakların kocaman,
aklında maşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye?
akıllı ol, yüreğin gelir peşinden
boş ver yaşı başı ,
aşk var mı aşk ,ondan haber ver ?
Takılmışın yüzündeki ,gözündeki çizgilere
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini dereye soğuk bir kış günü .
öl gitsin..
parayı pulu savurup ,
bir balıkçı köyünde balık mı tutmak istediğin ,
Savrul gitsin..
boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim ,
Kendi yüreğinden başka ?
Aklını al da öyle git..
ister bir duvara,ister bir odaya,kıra ,bayıra vurda git.
Dert etme ellerini ,onlarda gelir seninle birlikte bırakmadıkça birine.
O biride gelir ,gerçekten istediğin oysa ,
seveceksen ve öleceksen uğruna ...
yaşa be yaşa da öyle git ,gireceksen toprağa

yaş 70 e gelse bile ,hayat daha bitmemiş ,
sen mi biteceksin ?
çekeceksen bile bayrağı ,
yaşadım ulan dibine kadar diyemeyecek misin ?

Can YÜCEL

ÖZGÜR EDEBİYAT'A VEDA EDERKEN...



Özgür Edebiyat dergisi ile tanışmam Türkiye Pen Yazarlar Derneğinin öykü atölyesine katılmamla olmuştu. Önce derginin hikaye danışmanı yazar İbrahim Yıldırım'la tanıştım sonra da onun önerisi ile Özgür Edebiyat'la. 

Dergiyi ilk okumaya başladığım günden itibaren kesintisiz her sayısını aldım. İki ayda bir yayınlanan hikayeleri, şiirleri, eleştiri ve denemeleri ile dolu dolu ve kaliteli bir edebiyat dergisi idi. 

İlk başlarda iyi bir okuyucusu oldum sonra biraz çekinerekte olsa yazdığım bir hikayeyi gönderdim kendilerine. "Metrodaki Vivaldi". Pazar günleri PEN'e giderken kullandığım metrodaki müzisyenlerden esinlenerek yazmıştım bu yazıyı. Kısa bir süre sonra ufak tefek düzeltmeler sonucunda yazıyı yayın programlarına aldıkları haberi geldi ve 2011 yılında 25. sayılarında hikayemi yayınladılar. Çok sevinmiştim. Dile kolay Atilla Birkiye, Özdemir İnce, İbrahim Yıldırım, Kemal Bek gibi Türk Edebiyatı'nın hatırı sayılır yazarlarının arasında benim de öyküm yayınlanmıştı. Yayınlanan ilk öyküm idi. 

Daha sonraları tembellik yapmadığım zamanlarda yazdığım bazı öyküleri yine kendilerine gönderdim. Gönderdiğim iki öykümü daha yayın programına aldıklarını yazdılar." Yalnızlar pansiyonu" adlı öykümü de bu son sayılarında yayınlayarak bana da veda ettiler. 

Ve bugün facebook sayfamı açtığımda Özgür Edebiyat'ın yayın yönetmeni Metin Celal'den  bir gönderi geldiği gördüm. Tıkladım, ilk üç satır...İki, üç kere okudum herhalde. Her defasında boğazımdaki düğümler biraz daha arttı;

"Özgür Edebiyat 42. Sayı Çıktı!
Tadında bırakıyoruz...
Özgür Edebiyat 42. Sayı ile okurlarına veda ediyor."


Ahhhh dedim bu olmadı işte. Böyle bir dergi yayın hayatına son vermemeli. Yazık olur. Ve oldu da. Aklıma Metin Celal'in bu senenin başındaki yazısı geldi. "Yedinci yıla girerken". Derginin 37. sayısında şöyle yazmıştı : "Özgür Edebiyat bir çok edebiyat dergisi gibi kendi yağıyla kavruluyor. Bütçemizin neredeyse tamamını dergi satışlarıyla sağlıyoruz."

"Özgür Edebiyat tamamen kişisel ve kurumsal fedakarlıklarla yayınlanıyor. Dergiden mali gelir elde eden hemen hiç kimse yok. Hiç bir yazarımız, çevirmenimiz telif ücreti almıyor. Ben dahil dergiyi hazırlayanlar da bir ücret almıyorlar. Yayın Kurulu'nda bugüne dek emek veren Atilla Birkiye'nin, Adnan Özer'in, hikaye danışmanımız İbrahim Yıldırım'ın emeklerinin karşılığını ne yapsak ödeyemeyiz. Özgür Yayınları başta Erol Ulu olmak üzere tüm kadrosuyla ilk günden beri dergiye teknik destek veriyor. Biz de elimizden geldiğince onlara yük olmamaya çalışıyoruz. Sonuç olarak, bir bütçemiz olmadığı için bütçeyi denk getirmek gibi bir derdimiz yok. Özgür Edebiyat, okurlarının ilgisiyle yaşayan bir dergi. Satışlar yayınevini zarar ettirecek düzeye düşmediği müddetçe yayını sürdürmek dileğindeyiz." 

Yazısına reklam, dağıtım gibi bir takım sorunlarla devam ediyor yazıları, şiirleri ve öyküleriyle dergiyi destekleyenlere teşekkür ederek bitiriyordu. Belkide sonun başlangıcının ilk sinyallerini veriyordu okuyucularına. 

Kim bilir kaç edebiyat dergisi kapılarına kilit vurdu şimdiye kadar ve vurmaya devam edecek. 70 milyonluk ülkemizde okuyan, yazan, sorgulayan bir avuç insana karşı sabahtan akşama kadar tv karşılarında göbek atıp, yemek masalarında onun tuzu eksik, bunun şekeri fazla diyerek kavga eden, kim kimle evleniyor ve ya birbirinden kötü çoğu Amerikan takliti dizileri gözünü kırpmadan izleyen insanlar biraz da okumaya zaman ayırsalar belki bir şeyler değişir şu ülkede...

Özgür Edebiyat'a veda ederken bazı insanlara şöyle demek geçiyor içimden;


                                              
                                    





Bir park biliyorum koskoca
kentin yitmeğe başladığı yerde;
şimdi giriyor sınırından balta,
diyorlar: Parsellenecek işte.

Rainer Maria RILKE, İyi Ruhlara Adak(Sf.63)


(Kitap Kulübü'nden alıntıdır)

An gelir,
Önce bir insan durur,
Sonra bir sokak,
Ve bir şehir,
Bir bakmışsınız
Paldır küldür
Yıkılır bütün bulutlar...

Atilla İlhan





''Ve diyorum ki:
Anlatacak bir şeylerin varsa yarınlara
Okunmamış bir kitap
Söylenmemiş bir söz
Yapılmamış bir resim gibi
Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne
Durma kardeşim...''

Goethe




FOTOĞRAFTA ÇIKMAK




pazarcılar gitmiş ipleri kalmış
ilkyazla birlikte – güz çekmiş saçlarından –
boşluğun ölüsü kalmış.

ben ilkyaz filan görmedim – diyor –
beyoğlu’nda, aynalı pasaj’daki
beyaz giysili düğmecileri saymazsam
bir de
şu şaşkın cumartesiyi
masa örtüsünün üstünde
su kenarlarında üşüyen kelebekler gibi
konup konup kalmıyor ya, onu
saymazsam diyor
ve diyor ki – bir şey demiyor –
ah bu çekik gözlü akşamüstleri!

(ayçiçeği yiyen çocuk
yün ören kadın
rakısını yudumlayan adam
sokağa bakan herhangi bir oda
arka bahçede
herhangi bir mermer masa)
ah bu iri gözlü akşamüstleri

ve kahverengi
(herhangi bir yarın
herhangi bir yarından sonra)
diyor ki – bir şey demiyor –
öyleyse neden sığdırıyorum bu görkemli güne
durup dururken
bir piknikteki o dayanılmaz can sıkıntısını
ve neden
kar yağınca bütün meyhaneler birbirine benzer
ve tenha semtler
ve gelmiş geçmiş bütün yolculuklar
- ve oteller oteller –
birbirine
uzun uzun düşünmeli bunları da.

bir fotoğrafta çıkmak gibi oluyor her şey
anlamadığı bu
- ve anladığı –
ben ki bir boy fotoğrafıyım – diyor –
yaşarken yaşamazken
ikisi de aynı şey
aynı
yani bir fotoğrafta çıkmak
- ah bu kımıltısız akşamüstleri! –

boşluğun ölüsünü kaldırıyorlar
kadınlar kirpikleriyle
adamlar yere bakarak
çocuklar incecik dudaklarıyla
o
‘bir fotoğrafta çıkmak’
durarak kaldırıyor boşluğu
çünkü
fotoğrafta çıkmak
çoktan ödünç almış oluyor onu.

Edip Cansever - Fotoğrafta Çıkmak

GÜNAYDIN :)





"Küçük şeylerden keyif alabilmek...
Lüks şeyler yerine zarafet aramak...
Saygı istemek yerine değerli olmak...
Zengin olmak yerine muhtaç olmamak...
Sıkı ça
lışmak, sessizce düşünmek
ve dürüst konuşmak...
Yıldızları, kuşları, kelebekleri ve bilgeleri, açık kalple dinlemek...
İşte benim senfonim..."


William Ellery



METİN ELOĞLU'NDAN BİR KAÇ DİZE



"Ense köküne vur bir odun
Yüzükoyun kapaklansın deyyus
İnsanını hor gördüğü
Somununu haraca kestiği
Bağımsızlığına diş bilediği
Şu toprağı öpsün"

Özgür Edebiyat'ın 39 sayısında okuduğum Metin Eloğlu'nun dizelerini paylaşmak istedim bugün.  Ve Vedat Günyol'un şair hakkında yazdıklarını;

"...mizah sınırlarını hınzırca aşan, çoğu kez iğneleyici, ısırıcı, yer yer saldırgan, ama yine tatlı srt bir dille, zengini yoksulu, ezeni, ezileni, kurnazı akılsızı ayırt etmeden, yanında yöresinde herkesleri eleştirerek çıkarmaya çalışır. (...) Genellikle argoya kaçan, burjuva bozuntusu 'kibar' çevreleri, eşek, hıyar, çiş gibi sözcükleri 'affedersiniz'siz kullanmayan o çıtkırıldım, yapma, ikiyüzlü, o sonradan görmeler dünyasını alaya alır. "

Doğan Hızlan ise şair için şöyle demiş;

"Şairin belli özelliklerinden biri de toplumsal yergidir. Yergi çok şiddetli ve kesindir, hakaret eder gibi toplumu eleştirir, haksızlığa, sömürüye lanet eder, bütün dengesizliklere, kötülüklere karşı yüreğini koyar ortaya."

Hadi şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün hangimizin içinden birine veya birilerine karşı böyle sözler geçmemiştir? Hepimizin geçmiştir. Ben düşünmedim diyen yalan söyler bence. İnsanın iç sesini dışarı vuran dizeler dökülmüş Eloğlu'nun kaleminden vefatına kadar. Edebiyatı kendi deyimi ile "edeble sınırlamadan", sansürsüz, neyse olduğu gibi belki de iki yüzlülüğe kaçmadan. 

Özgür Edebiyat'ta,  Yasaklanmış Şiirler -3'de  Veysel Çolak "Metin Eloğlu :"Ayıp Sözcükler" algısına itiraz" adlı yazısında şairi ve şiirlerini anlatmış. Kitapları toplatılmış, tutuklanmış, akademiden atılmış ve aldığı cezalar nedeniyle askerliğini ancak beş yılda bitirebilmiş. Bir çok yazarın başına gelenler gelmiş onunda başına. O da mısralarına dökmüş tüm hayatını, öfkesini, protestolarını...İçimizden biri olarak bu dünyadan geçip gitmiş arkasında bir dolu eser bırakarak. Ve edebiyat dünyasının kaybolan değerleri tablosunda yerini almış arkasında hala onu hatırlayan okuyucuları bırakarak.  


SİZ NEYİ SİLMEK İSTERDİNİZ HAYATINIZDAN ?





Bir silgi olsaydın ne silmek isterdin.... ?
Hatalarını mı yoksa kötü anılarını mı.... ?
Yoksa başarısızlıklarını mı ?
Kalem olsaydın kimi eklemek isterdin hayatına.?
Seni dinleyecek birini mi..?
Sana küçük mutluluklar yaşatanları mı..?
Yoksa her daim yanında olanları mı..?
Şimdi durup bir düşün, neler eklemek isterdin....?
Neler silmek isterdin... ?

Nazım Hikmet Ran 

BİR ŞARKIN OLSUN GÖNLÜNDE

Pırıl pırıl güneşin aydınlattığı güzel bir İstanbul gününden herkese günaydın derken bugün gelen bir şiiri sizlerle paylaşmak istedim...

Gönlünüzde sizi mutluluklara götürecek bir şarkınızın ve yolunuzu aydınlatacak bir güneşinizin olması dileği ile...

Sevgiyle...


Güneşin olsun gönlünde

Kar bile yağsa

Ya da fırtına olsa.

Gök bulutlarla

Dünya kavgayla dolsa

Güneşin olsun gönlünde

O zaman gelsin ne gelirse

Doldurur ışıklarla

En karanlık gününü

Bir şarkın olsun gönlünde

Sevinçli ezgilerle

Seni günlük tasalar boğsa bile

Bir şarkın olsun dudaklarında

O zaman gelsin ne gelirse

Yardım eder atlatmaya

En yalnız gününü

Başkaları içinde bir diyeceğin olsun

Tasada ve bunalımda

Ve seni mutlu edecek her şeyi

Söyle onlara da

Bir şarkın olsun dudaklarında

Yitirme sakın cesaretini

Güneşin olsun gönlünde

Ve her şey iyi olacak.


Cesar Fleischler

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA




Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıl
dızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler…


Nazım Hikmet



BAHAR TEMİZLİĞİ






“Yazmayan kalemleri.
Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o
sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz
fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadıları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsaları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı. “
-Alıntı-


MURATHAN MUNGAN'DAN HAYATA DAİR...






Kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz kaç yol arkadaşı?
Sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
Ölenler, terk edenler,
... bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler...

Murathan Mungan

EDİP CANSEVER'DEN TOMRİS UYAR'A...






Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
ve yaraşırsa ancak monet’nin
kadınlarına yaraşan giysilerinle
gördüm de 
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
öyle kısaydı ki adımların
şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
ölçülür ve denk düşerdi ancak
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
yok bir yanıtın nereye diyenlere
bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
o bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
hani etiler’den hisar’a insek bile
bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
çok yaşında her zamanki çocuksun gene
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
mutfağın mutfak olalı böyle
bir adın vardı senin, tomris uyar’dı
adını yenile bu yıl, ama bak tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Edip Cansever  

Murathan Mungan'dan... Eskidendi, Çok Eskiden











Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden, 

Hani okuldan, işten dönerken, 
Işıklar yanardı evlerde, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençligimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski.
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden,
Geçen geçti.
Geceyi söndür kalbim,
Geceler de gençlik gibi eskidendi.
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan Mungan

Gitmelerin Mevsimi





Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.

“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İstemek de güzel

Can YÜCEL



“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik
kim düşünecekti bu kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

“oysa” diyor birisi
sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi

Turgut Uyar




Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz.
Kuklacı 'felek' usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer,
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

Ömer Hayyam

Siste






Ne tuhaf, siste yürümek!
Her çalı, her taş ıssız,
Ağaçlar görmüyor birbirini,
Hepsi de yalnız.

Hayatım aydınlıkken henüz
Dostlarımla doluydu dünya.
Çöktü işte şimdi sis,
Biri yok ortalıkta.
Karanlığı bilmeyen
Bilge değil, olamaz.
İnsanı ayıran her şeyden,
Karanlık: hafif, kaçınılmaz.
Siste yürümek ne tuhaf!
Yalnız olmaktır yaşamak.
Kimse kimseyi tanımaz,
Herkes yalnız.

Hermann HESSE

Çeviren : Behçet NECATİGİL





Yalnızlık
Müziğin bile seni dinlemesidir.
Yalnızlık
İnsanın kendine mektup yazması
Ve dönüp-dönüp onu okuması
Yalnızlığın da ötesidir...




 Özdemir Asaf