"Bir yıl daha bitiyor.
Düşlerim, tasalarım,
yarım kalmış onca şey, her yıl
biraz daha kısalıyor bir öncekinden.
Bana mı öyle geliyor yoksa daha mı
hızlı ilerliyor zaman insan yaşlanırken…”

Murathan Mungan

NOEL BABA KAPINIZI ÇALMAYABİLİR BU YIL...



"Önce sevdiler
Sonra dövdüler
Börnüme vurdular
Börnüm ağrıyor
Börnüm ağrıyor..."

Bu yıl Noel Baba bu şarkıyla çalacakmış kapıları. Hatta bir söylentiye göre bu yıl bazı semtlere uğramayacakmış bile, henüz belli değilmiş ama son bir kararla evinden bile çıkmayabilirmiş.

Önce kemiklerini istedik Vatikan'dan, sonra koskoca bir afiş astık mahallenin ortasına Noel Baba bu semtten geçemez diye daha sonra da baktık olmuyor bıçakladık bizim topraklarımızda doğmuş Demre'li Noel Baba'yı.

Önce sevdik, sonra dövdük ve bıçakladık dünyanın sembol haline getirdiği çocukların yüzünü gülümseten kırmızı giysili ton ton ihtiyarı. 

Keşke diyorum o afişi asmadan, Noel Baba'yı meydanlarda bıçaklamadan önce biraz tarihin sayfalarını çevirselerdi de öğrenselerdi üzerinde yaşadıkları toprakların günümüze taşıdığı dünyaya mal olmuş kahramanları. 

Nasrettin Hoca, Keloğlan tamam da bir ben miyim kötü diye soruyor şimdilerde kendi kendine. Bir yandan da haline şükrediyor ya yanında Noel Anne'de olsaydı...Onun başına kim bilir ne gelirdi? 

Umarım 2014'ün gelmesi ile  2013'de yaşadığımız tüm kötülükleri geride bırakmış oluruz. Çevremdeki bir çok kişi gibi benim içinde çok parlak geçmedi 2013. Yine buna da şükür diyorum her zamanki gibi ve tüm olumsuzlukları geride bıraktığımız önce sağlık sonra mutluluk, huzur ve başarı ile dopdolu koskocaman 2014 diliyorum herkese...

NOEL BABA'NIN ÇANTASINDA TÜM İSTEDİKLERİNİZLE KAPINIZI ÇALMASI DİLEĞİ İLE...                                                           YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN :) 






SİZİN KAÇ ADANIZ VAR?



Bir iş nedeniyle adaya gittim bu sabah erkenden. Şehir uyanmış, homurdayarak ağır ağır dönmeye başlayan koca çarkları arasında insanları yutmaya başlamışken süzülüverdi motor İstanbul'un kayıp adası Vordonisi'nin kıyısından Büyükada'sına doğru.Her zaman söylediğim cümleyi bir kez daha tekrarladım içimden : Bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum. Uzaklaştıkça daha bir sakinlik ve huzur çöktü üstüme. Denizin ortasından İstanbul'un binalardan oluşan siluetine bakınca gördüğüm korkunç manzaranın sabah sabah içimi karartmaması için okuduğum kitabıma geri döndüm. Ada'ya yaklaşırken martıların oynaşmalarını seyretmek için kapadım kitabımı. İndiğimde ise sessizliği dinledim, tertemiz havasını ciğerlerime depoladım. Sessiz, sakin İstanbul'un ötesinde bir cennet. Martıların çığlıkları Can Dündar'ın aşağıda sizlerle paylaştığım yazısını getirdi aklıma ve  "Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve..Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?."  cümlesini...
Sahi kaç adanız var kaçıp soluklandığınız ya da kaç arkadaşınızın adası oldunuz bugüne kadar?
İşte o yazı...


Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu’nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez “dinlenme” durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama…
Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç “kendinizi toparlayacağınız” bir adanız oldumu? Yaşamın uzun “göç yolları”nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize… Size gelen, size sığınan…Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız…Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve…
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?
Can Dündar