SİZİN KAÇ ADANIZ VAR?



Bir iş nedeniyle adaya gittim bu sabah erkenden. Şehir uyanmış, homurdayarak ağır ağır dönmeye başlayan koca çarkları arasında insanları yutmaya başlamışken süzülüverdi motor İstanbul'un kayıp adası Vordonisi'nin kıyısından Büyükada'sına doğru.Her zaman söylediğim cümleyi bir kez daha tekrarladım içimden : Bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum. Uzaklaştıkça daha bir sakinlik ve huzur çöktü üstüme. Denizin ortasından İstanbul'un binalardan oluşan siluetine bakınca gördüğüm korkunç manzaranın sabah sabah içimi karartmaması için okuduğum kitabıma geri döndüm. Ada'ya yaklaşırken martıların oynaşmalarını seyretmek için kapadım kitabımı. İndiğimde ise sessizliği dinledim, tertemiz havasını ciğerlerime depoladım. Sessiz, sakin İstanbul'un ötesinde bir cennet. Martıların çığlıkları Can Dündar'ın aşağıda sizlerle paylaştığım yazısını getirdi aklıma ve  "Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve..Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?."  cümlesini...
Sahi kaç adanız var kaçıp soluklandığınız ya da kaç arkadaşınızın adası oldunuz bugüne kadar?
İşte o yazı...


Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu’nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez “dinlenme” durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama…
Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç “kendinizi toparlayacağınız” bir adanız oldumu? Yaşamın uzun “göç yolları”nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize… Size gelen, size sığınan…Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız…Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve…
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?
Can Dündar


MARK TWAIN’DEN YAZMA ÖNERİLERİ


Zamanının en önemli Amerikan yazarlarından olan Mark Twain yazma sanatı ve beceresi üzerine sıklıkla tavsiyelerine başvurulan biriydi. Ünlü mizahçı bu tavsiyeleri bazen ciddiyetle bazen de esprili yaklaşımıyla cevaplardı.
İşte Twain’in mektup, makale, roman ve konuşmalarından yazarlık zanaatı üzerine hatırda kalan görüşleri ve önerileri:
  • Önce hakikatlerinizi ele alın, sonra onlardan dilediğiniz kadar uzaklaşabilirsiniz.
  • Doğru kelimeyi bulun ve kullanın, net olun.
  • Sıfat kullanırken eğer kullandığınız sıfattan emin değilseniz hemen üzerini çizin.
  • İlk seferde kitabınızın kusursuz olması yönünde bir beklenti içine girmeyin. Çalışmaya devam edin, düzeltmeler yapın ve bu doğrultuda yeniden yazın. Sadece Tanrı’nın gösterisinde gök gürültüsü ve şimşeğin mükemmel bir zamanlamayla ve şiddetle buluştuğunu görebiliriz. Bazen düşük bir şiddette çakan şimşek, bazen olağanüstü bir gürültü ve görüntüyle insanları ürkütebilir. Bu gösteri insanların ilgisini daima çekecektir. Bunlar Tanrı’nın sıfatları… Ama siz gök gürültüsü ve şimşeği her defasında çok şiddetli verirseniz, okuyucu yatağın altında saklanmaktan yavaş yavaş vazgeçecektir.
  • Değişiklikler çok lanettir, ama siz her zaman çok yazmaya eğilimlisinizdir ve editörünüz birçok şeyi silecektir ve yazı tam da olması gerektiği gibi olacaktır.
  • İyi bir dilbilgisi kullanmaya özen gösterin.
  • Sade ve yalın bir dil, kısa kelimeler ve cümleler kullanın. Buna olabildiğince sadık kalın; laf kalabalığından ve abartılı anlatımlardan uzak durun.
  • Yazınızı yazmaya başlayacağınız doğru zaman, yazma doyumuna ulaştığınız an başlar. Böylelikle, mantıklı ve anlaşılır bir çerçevede asıl söylemek istediklerinizi yazmaya başlayabilirsiniz.
  • Birileri yazdığınız şeye bir bedel teklif edinceye kadar yazdığınız şeyi fiyatlandırmayın. Eğer üç yıl içinde hiç kimse yazdıklarınıza bir fiyat önermezse, boşa giden bir çaba olduğundan emin olabilirsiniz.
Kaynaklar 1. Quoted by Rudyard Kipling in From Sea to Sea (1899) 2. “Fenimore Cooper’s Literary Offences” (1895) 3. Pudd’nhead Wilson (1894) 4. Letter to Orion Clemens (March 1878) 5. source unknown 6. “Fenimore Cooper’s Literary Offences” (1895) 7. Letter to Will Bowen (1876) 8. Letter to D. W. Bowser (March 1880) 9. Mark Twain’s Notebook: 1902-1903 10. “Mark Twain’s General Reply”

-Alıntı- 

BU HAVAYOLU İLE KİM UÇMAK İSTEMEZ?

Yılbaşı için havaalanına geliyorsunuz ve biraz sonra yolculuğa başlayacağınız havayolu size yeni yılda nasıl bir hediye istediğiniz soruyor. Sizde aklınızda olan bir şeyi söylüyorsunuz. Uçağa binip rahat koltuğunuza kuruluyorsunuz. Keyifli bir yolculuktan sonra bagajınızı beklemeye başlıyorsunuz. Ve sonra.... Sonrası bu havayolu ile kim uçmak istemez? diye bir soru sormanıza neden oluyor :) Neden mi? 

Cevabı aşağıdaki videoda :) İyi uçuşlar dileklerimle...


ÇİLLE'NİZ KUTLU OLSUN :)




Bu gece eski Türk inancına göre yılın önemli günlerinden biri, güz mevsiminin son akşamıdır. Bu gecenin sabahı Kış mevsiminin ilk günüdür. 

Yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık'ta güneş oğlak dönencesinde giriyor.  21 Aralık'ta başlayan Büyük Çille 40 gün,  Küçük Çille  ise 20 gün sürüyor.  Büyük çillenin başlandığı gün, yani astronomik olarak gece ile gündüzün beraberleştiği 22 Aralık günü kutlanan eski Türk bayramı Nardoğan (Nartuğan) doğadaki değişimi yansıtıyor. 

Büyük Çille'nin başladığı günün önceki akşamı, yılın en uzun gecesi Bayram yapılıyor. Her bölgenin iklim ve imkanlarına göre güz mevsiminin son günlerine kadar bulundurulabilen meyvelerden sofra kuruluyor. Kuru ve yaş meyvelerin yanında tatlı, pasta, çörekde sofrada yer alıyor.

Çille akşamının kendine özgü ritüelleride vardır:

Nişanlı kızların ve yeni gelinlere kaynana, kaynata ve diğer birinci derece yakınları tarafından hava kararmadan "çilelik" denilen hediyeler gönderiliyor . 
Çille payı yedi tabağa konuluyor. Bu tabaklara da "Çille tabağı" deniyor. Tabaklar itina ile hazırlanıp ve üzerleri ak ve ya al  şal ile örtülüyor. Tabakların birine karpuz, diğerlerine kavun, nar, kırmızı elma, armut, un ve Düğü ( pirinç ), parça kumaşlar, elbiseler, altın ve gümüş konuluyor.
Kızın ve ya gelinin anne ve babası hediye getirenleri önlerinde üzerlik otu yakarak karşılıyor ve hediyeleri saygı ile alıp konak odasına diziyor.
Hediyeleri getirenlere para, yün çorap gibi hediyeler veriliyor. Kız ve oğlan tarafları birlikte şenlik yapıyorlar. Getirilen hediyelerden, ertesi sabah konu komşuya pay gönderiliyor .
Çille Gecesi ayrıca düğü pilavı pişiriliyor. Pişirilen bu pilavın çilleler süresince mutluluk getireceğine inanılıyor . Gece boyunca türküler okunuyor, şans tutma, kapı dinleme gibi geleneksel köy oyunları oynanıyor.
Dedeler, Nineler çocuklara masallar, hikayeler anlatır, bilmeceler, bulmacalar söylüyorlar :)


Günümüzde halen İran Türkleri ve Azerbaycan'da kutlanan Çilleniz Kutlu olsun:)