''Ve diyorum ki:
Anlatacak bir şeylerin varsa yarınlara
Okunmamış bir kitap
Söylenmemiş bir söz
Yapılmamış bir resim gibi
Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne
Durma kardeşim...''

Goethe




ATİLLA BİRKİYE'DEN HELAL OLSUN O GENÇLERE...




PAZARTESİ YAZILARI

HELÂL OLSUN O GENÇLERE

Bir şeyleri anımsadık birdenbire. Orhan Veli’nin şiirindeki gibi her şey birdenbire oldu. Önce birkaç ağaçla başladı mesele. Bir grup genç, çadır kurup nöbet bekledi. Ağaçları kestirmeyeceklerdi. Derken acımasız bir polis saldırısı. Onlar da direndi bu saldırılara; öyle bir direndiler ki sonradan çöpleri bile topladılar. Derken bir dayanışma seli aktı İstanbul’un dört bir yanından Taksim’e, o kanlı Meydan’a! Ne kanlar aktı o Meydan’da bugün kadar, demokrasi için, özgürlük için…
Gezi Parkı’nın gönüllü nöbetçileriyle dayanışma çığ gibi büyüyordu.  Birkaç ağaçtı başlangıç ama bu tepki bir birikim sonnucuydu. Necatigil’in şiirindeki gibi yayı daha germe kıracaksın; yay aşırı gerildi ve kırıldı. İstanbullular, ağacına, haklarına, özgürlüklerine, yaşam biçimlerine, kentlerine sahip çıkıyordu. Direndiler, günlerce uykusuz kaldılar, biber gazı yediler, insanlık dışı hareketlere mâruz kaldılar, cop yediler, plastik mermi yediler… bütün kenti gaz kaplamıştı ama yine de Meydan’ı ele geçirdiler. Yediden yetmişe, çok farklı siyâsî görüşü olanlar, dünya görüşü olanlar, olmayanlar yan yanaydı.
Polisin dehşetengiz şiddetini anlamak olanaksız. Ama burası Türkiye, çok anlaşılır bir şey. Yıllardır böyle değil mi? Kimse buna dur demedi; demesi gerekenler demedi. Polis acımasızdı ama kimlerden emir alıyordu. O emiri verenler kimlerden emir alıyordu, vb. Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın sözü mü geçmiyordu yoksa bu olanlar onlar için normal miydi? Hükümet uyuyor muydu? Meclis’in büyük bir kısmı! Cumhurbaşkanı niye edilgendi? Ama bu olanlar ayıp ve insanlık dışı. Bu saldırılarda utanç verici sahnelere tanık olduk; bizim televizyon kanallarımız kendi varlıklarını inkâr edercesine es geçti ama bir-iki yerel kanal ile yabancı kanallar görüntüleri bize ulaştırdı; tabii ki dünyaya da. Bu iletişim çağında başını nasıl kuma gömeceksin!
Türkiye’nin birçok kentinde, İstanbul’la, Gezi Parkı’yla dayanışma eylemleri yapıldı. Oralarda da polis copu, bol bol biber gazı, zırhlı araçlar vb. vardı. Oralarda da acımasızlık, şiddet vardı! Niye? Her şey bir kenara bu acımasızlık niye?
Günlerdir gençlerin başını çektiği isyan sürüyor, direniş sürüyor; güneş, yağmur demeden. O biber gazlarına karşın, polisin acımasızlığına karşın, uykusuzluğa, yorgunluğa karşın sürüyor. Çok farklı görüşteki insanlar, yediden yetmişe bir araya geldi ve direndi. Haklıydılar. Kimisi hastanelik oldu, kimisi komaya girdi, kimisi gözaltına alındı; ama yılmadılar.
Yarın ne olur bilinmez; teorik olarak bildiğimiz ancak pratiğini asla tahmin edemeyeceğimiz bir tepkiyi/dayanışmayı/eylemi İstanbul halkı gösterdi. 31 Mayıs, İstanbul için önemli bir tarih, Türkiye için de; birdenbire kabardı halk, kendiliğinden, direktif falan almadan, birtakım odaklarca yönlendirilmeden, sağduğuyla, sezgiyle, bizi insan yapan saf özelliklerle…
Ama o bir grup gençti bunu başlatan. Bu kabarmanın nedeni, onların kararlı, cesur, akılcı eylemleriydi. 31 Mayıs’ı “tarih” yaptılar. Helâl olsun onlara, helâl olsun. Onlar şunu gösterdi bizlere. Bir yazardan esinlenerek söyleyeyim:
İstanbul ulan burası, İstanbul!

00.00, 3 Haziran 2013 Pazartesi, Kabataş-İstanbul