PARİS GÜNLÜĞÜ...





Evet, bu seferki yolculuğum gece 3'te başladı. Air France'nın en erken uçuşuna (başka bir deyişle karga kahvaltısını etmeden uçağına) yer ayırttığımız için sersem sepelek bindim taksiye. Sıcak bir yandan, susmayan davulcu bir yandan gözümüzü kırpmadan geçen bir gecenin sonunda evden Atatürk Havalimanı'na uçarak geldik. Şoföre fark versek bu hızla kendimizi gün ışıdığında Paris'te bulabilirdik ama biz indiğimizde tek parça vardığımıza dua eder haldeydik. Luc Besson'un İstanbul versiyonu Taksi'ciyle vedalaştıktan ve check-in işlemlerinden sonra kendimize loungelardan birine atıp biraz sakinleşip ikinci uçuş vaktini beklemeye başladık. 



Uçuş zamanı geldi uçağa bindik. THY'nin son zamanlarda çalışanlarına ve yolcularına uyguladığı politikadan dolayı bu kez Air France'ı tercih ettik iyi de etmişiz. Ben çok memnun kaldım. 

Charles De Gaule'e indiğimizde rengarenk bir dünya ile karşılaştım. Afrika'nın dört bir yerinden gelen yolcular rengarenk giysileri ile havaalanına bambaşka bir hava katıyordu. Etrafımı seyretmekten kendimi alamadım acelem olmasa hepsini teker teker fotoğraflamak isterdim ama Paris Dolmuşu bekletmek olmazdı. Polisten geçerken fransızcayı çok iyi konuşuyorsunuz iltifatınıda cebime koyup bagajları aldık ve artık Paris'teyiz. İşte Paris Dolmuşu tabelası. Yanlış okumadınız Paris Dolmuşu. İki kardeşin kurduğu genelde Paris'e gelen Türklere transfer hizmeti veren bir kuruluş. Nasıl otele ya da eve gideceğim derdiniz olmuyor. Havaalanından alıp kaldığınız yere veya havaalanına transferlerinizi yapıyorlar. Bu arada çok ta dakikler. Detaylı bilgi yi http://www.parisdolmusu.com sitelerinden alabilirsiniz. İstanbul'daki taksiye de hiç benzemiyorlardı :) Eh ne de olsa Fransa, kurallar var. Eve gidişimizde dönüşümüzde sayelerinde sorunsuz oldu. 




Aile bireyleri büyüdükçe otel odalarına sığamadığımız için bu kez ev kiralamaya karar verdik. Bu kez HouseTrip'e başvurduk. Paris'te yüzlerce daire önümüze döküldü. Bizim istediğimiz yer 17. bölge idi. 17. Bölgeyi seçmemizin nedeni ise Paris'in orta ve üst düzey insanlarını yaşadığı Champs Elysées'ye yakın güvenli bir bölge olması idi. Alışveriş merkezine yakınlığından çok Parisyenlerin yaşadığı bölgede kalmak istedik. Sonunda bütçemize ve kişi sayımıza uygun bir ev bulup önümüze ne çıkacağını bilmeden çekinerek te olsa biraz da riske girerek kiraladık. Eve vardığımızda HouseTrip'te yayınlanan evi bire bir karşımızda bulunca rahat bir nefes aldık. Herhalde bundan sonra HouseTrip'in servis verdiği ülkelerde onlardan rezervasyon yapacağız. Rezervasyon yapmak hem çok kolay hemde sorduğunuz sorulara anında cevap alıyorsunuz. Mesela vize için konfirmasyon istediğimde yarım saat içinde tüm isimler ve pasaport numaraları ile konsolosluğa verilme üzere yazıyı gönderdiler. Ev sahibi ile buluşma ve yazışmalar site üzerinden çok kolay sağlanabiliyor. Housetrip ile ilgili bilgiyi  http://www.housetrip.com sitelerinden alabilirsiniz.




Eve vardığımızda bizi ev sahibini gelini Amelie karşıladı. Evdeki eşyaları gösterdi. Çamaşır makinası, bulaşık makinası, buzdolabı, televizyon, kahve makinası, ekmek kızartma ne isterseniz var. Evde komple kahveden tuvalet kağıda her şey vardı. İnternet bizim evde sınırsız ve ücretsizdi. Ayrıca sayfada depozito istenmesine rağmen bizden bir talepte bulunmadı. Çeşitli Paris broşürleri, yakın bölgedeki bir taksi durağının telefonunu, etraftaki marketleri, metro istasyonun yerini anlattıktan sonra apartmana ve çöp girişine olan kapı şifrelerini verdi. Elini kolunu sallayarak çöp atmaya bile giremiyorsunuz. Kapının şifresi var. En son olarak ta bir ihtiyacınız olursa diye kendi cep telefonunu verdi çıkışta görüşmek üzere diyerek gitti ama dönmeden bir önce telefon ederek yarın gelemeyeceğim anahtarları evde bırakarak kapıyı kapatıp gidebiliriz diyerek iyi yolculuklar diledi. Evi kırdık mı döktük mü kontrol bile etmedi. Eh bize kırıp dökmedik tabii...




Eve gelince :)))) Bir çok Parislinin yaşadığı gibi bir oda bir salon, mutfak ve banyodan ibaret. Bize yetti. En azından otel odasından büyük...Dairenin önünde uzunlamasına avluya bakan bir balkon vardı. İlk gördüğümde çok hoşuma gitti ben burada oturup kitabımı okurum eh keyfine bir de sigara içerim dedim ama iki gün sonra balkonda oturan tek kişinin ben olduğunu fark edince balkona çıkamaz oldum. Paris sıcak mı sıcak, nefes alınmıyor ve herkes cam çerçeve açık, hatta yatarken de kapatıyorlar, evlerinin içinde yaşıyorlar. Kimse balkona çıkmıyor. Ben ve karşı dairenin balkondaki çığlık maskesi hariç. Bütün bir hafta çığlıkla birbirimizi kestik durduk. Eminim şu anda beni çok özlüyordur. Balkonda gördüğü tek canlı olarak hayatına 7 gün boyunca renk getirdiğime eminim. Bazen benim onu gördüğümü fark ettiğinde aşağıya saklanıyor sonra bir süre balkon demirlerinden yada camın kenarından gözetleyip sonra tekrar balkona çıkıyordu. Ailesinden çekinmesem resmini çekecektim ama Paris'te karakolluk olmak vardı. Zaten balkona çıkıyorum bir de resim çeksem ne  olurdu acaba? Bunun sadece bir soru cümlesinde kalmasını tercih ettiğim için çığlığın fotoğrafını çekmedim. Sonradan avluyu çektim:) 






Kaldığım süre içinde Nuri Bilge Ceylan'ın kulaklarını çın çın çınlattım. Burada bir gün kalsa ne film çıkarırdı ama. Gişe rekorlarını alt üst eden durağan bir film. Düşünsenize altı apartmanın çevirdiği bir avlu. Herkes birbirine bakıyor. Temmuz sıcağı, pencereler açık ama insanlar içeride. Çamaşırlarını bile odalarda ya da salonda kurutuyorlar. Bazı pencerelerin önünde çiçekler var. Karşıdaki yaşlı kadının tek aksiyonu çıkıp teker teker usul usul çiçeklere su vermek, üst çaprazda beni keserek hayatını renklendirmeye çalışan 7-8 yaşlarında bir çığlık, yan dairede gecenin bir yarısında balkonunda beslediği kediyi sessizce seven bir kadın. Kedi kesin bunalımda, sağ tarafımda mor perdeli dairede yere oturarak kitap okuduğunu balkon demirlerinin arasından gördüğüm genç kız ve ilk önce balkona sandalye atan sonra içeri kaçan ben. Baudelaire boşuna Paris sıkıntısı diye kitap yazmamış. İşte nedeni :)




Eve eşyalarımızı bırakıp biraz dinlendikten sonra Champs-Elysées'ye gitmeye karar verdik. Hemde yürüyerek amaç etrafı keşfetmek. İlk başta her şey güzeldi. Bir sürü tarihi bina, heykeller, ağaçlar, insanlar. Sürekli cadde geçtik. 1 cadde, 2 cadde, 3 cadde, 4 cadde, cadde üstüne cadde...Sonunda Champs-Elysées'ye vardık ama gören kim ? Sıcak ve uykusuzluk iyice bastırdı. Sırt çantam gittikçe ağırlaştı ayaklarım beni taşımaz oldu. Güneş tepeme tepeme gelmeye başladı. Zaten ben sıcaktan kaçtıkça o beni bulur burada da buldu.  Sonunda başladım söylenmeye; bir de buraya aşk şehri diyorlar aşk mı kalır be burada şu hale bak cehennem gibiii:)) Şimdi gülüyorum ama o zaman hiç te gülünecek halim yoktu. Sen misin günden kazanmak için en erken uçağa yer ayırtan böyle olur işte al sana gün gez bakalım diye de içten içe kendimi azarladım. Ben bunları düşünürken oğlum da daha serin olabileceğini düşünerek ilk uçakla Londra'ya kaçma hayalleri kuruyordu. Kaderine razı olan kızım arasıra sessizce eve ne zaman döneceğiz diye sorarak yanımızda yürüyor eşim ise her zamanki gibi hayatından memnun bizi sakinleştirmeye çalışarak Champs-Elysées'nin keyfini çıkarıyordu. Sonunda oturup birşeyler içtiğimiz kafede biraz kendimize geldik ama ilk gün burada noktalandı. Daha fazla gezecek halimiz kalmadığından eve döndük ve ben koltuğa serildim:) İlk günün yorgunluğu çıktıktan sonra Paris hakkındaki düşüncelerimde tamamen değişti tabii ki...



Sırada Montmarte, Eyfel, tekne gezisi, sokak ressamları, Opera, St. Germain, sanat galerinin olduğu ufak sokaklar, Tour de France, kitapçılar, kafeler, bistrolar, kiliseler, tarihi binalar var...



2 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Paris gezimizde otelde kalmadık. Yazdığım gibi ev kiraladık. Sorunsuz bir konaklama oldu bizim için...

      Sil