Karlı Bir İstanbul Sabahına Günaydın Derken...


İstanbul'da Karı Beklerken...

İstanbul'da bu gece kar bekleniyor. Büyükşehir alarma geçmiş durumda. Dün geceden beri beklenen kardan bu saate kadar tık yok. IDO bazı seferlerini iptal etmiş, valilik zorunlu olmadıkça özel aracınızla yarın trafiğe çıkmayın diyor. Tedbirler alınmış (?), gözler gökyüzünde yağacak kar bekleniyor. 

Benim ise aklım hala Kars'ta. Buz tutmuş kaldırımlarında, caddelerinde, göz alabildiğince bembeyaz kırsalında. İstanbul'la Kars'ı karşılaştırmayacağım. Bu imkansız neredeyse ama bazı şeylerini özellikle de trafiğini ve insanlarını anlatmadan bu konuyu kapatmayacağım. 



Kars'a giderken en çok görmek istediğim yerler Ani harabeleri ve Sarıkamış'tı. Taksiciler ve minibüsçüler Ani'ye gidebileceğimizi yolların açık olduğunu ama ören yerine kardan ulaşamayacağımızı ancak uzaktan fotoğraf çekebileceğimizi söyledikleri için Ani'den vazgeçip şansımızı Sarıkamış'tan yana kullandık. 

Şehri arkamızda bıraktıktan sonra bomboş beyazlık içinde ilerliyoruz. Kar ilk defa gözlerimizi alıyor ve güneş gözlüklerimizi takıyoruz. İlçenin içinde görülecek çok fazla tarihi eser yok. Kars'taki bugünkü Fethiye Cami'nin (Aleksandr Nevksi Kilisesi) benzeri olan St. Michail Kilisesi var. !877-1878 yıllarında Osmanlı Rus Savaşında Rus işgaline uğrayan Sarıkamış'ta Rus yönetimi tarafından iki alay kilisesi kuruluyor. Bunlardan biri Aziz Geogiy diğeri ise baş melek Michail'e ithaf edilen Baltık mimarisi tarzıyla inşa edilmiş St. Michail Kilisesi. Rus işgalinin ardından bir süre boş kalmış, sonra Sarıkamış Belediyesi tarafından sinema olarak kullanılmış. Daha sonra ise yanına iki minare eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanmış. Bir çok yangın geçirdiği için halk arasında Yanık Kilise olarak bilinmekte. 



Sarıkamış denince bir çok kişinin aklına kayak merkezi gelse de benim aklıma Sarıkamış harekatında Allahüekber dağlarını aşmaya çalışan ordumuzun şiddetli kar yağışı ve tipi sonucunda verdiği kayıplarımız ve Katerina'nın Muhteşem Köşkü geliyor. Önce şehitlerimiz için dikilen anıtı ziyaret ediyoruz. Türkiye'nin dört bir yerinden şehitlerin isimleri yazılı duvarda. Bizim şimdi üşüyerek gezdiğimiz yerde onlar yıllar önce bu ülke uğruna donarak şehit düşmüşler. Işıklar içinde yatsınlar. 



Ve işte çamların önünde Katerina'nın muhteşem köşkü. 80 derecede haşlanmış çam topluluklarının çivi kullanılmadan birbirine geçirilmesiyle inşa edilen tek katlı bina bir rivayete göre Çar II Alexandr'ın sevgilisi Ekaterina Dulgorukova ile gözlerden uzak buluşabilmesi için  yaptırılmıştır. Katerina'nın Köşküne'de kardan yaklaşamıyoruz ama çevre halkı ile konuştuğumuzda yöneticilerin ilgisizliğinden şikayet ediyorlar. Söylenenlere göre köşk bakımsızlıktan çökmek üzere. Yazın gelin ziyaret edersiniz ama görülecek bir yok diyorlar. Belki yazın, bu yaz olamasa bile gelecek yaz mutlaka diyerek bu güzel manzarayı da arkamızda bırakarak Sarıkamış'tan biraz da kayak merkezinde vakit geçirerek ayrılıyoruz. 


Kars'ta nereye giderseniz gidin, isterseniz adres sormak için bir dükkana girin hemen çay ikram edelim diyorlar. Sobanın üstünde gün boyu demlenen sıcacık çay yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olmuş Karslıların. İkram ettikleri çayı içmemek onlara yapılacak ayıp  gibi geldi bana. Çayla arası olmayan ben hayatımda en çok çayı burada içtiğimi söyleyebilirim :).



Şehirde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de trafiği. Trafik ışıkları sürekli sarı yanıp sönmesine, yolların buz olmasına rağmen değil kafayı camdan çıkartıp bağırmak birbirlerine korna çalan bile çok az. Herkes birbirine ve yaya ya yol veriyor. Vermeyen de var tabi ama plakalarına baktığınız da maalesef ama yol vermeyen araçların ya 34 ya da 06 plaka olduğunu gördük. Bu konuda kesinlikle en ufacık bir abartım yok. Aynı şekilde yollarda patinaj çeken araçlarda aynı şekilde Kars'ın çevre illerinden değil de daha farklı illerden gelen araçlar olduğunu gördük. Kaza mutlaka oluyordur ama biz kaldığımız beş gün içinde şahit olmadık. 



Kars'a gidilipte çarşısını gezmeden yöresel tatlarını denemeden olmaz dedik ve çarşının en eski dükkanlarından Serhat Pazarı ile işe başladık. İçinde yok yok. Yöreye ait kurutulmuş meyveler, köme, kıtlama şeker, simişka (nasıl öğrenmiş miyim ama:) daha neler neler. Kars'a giderseniz uğramadan dönmeyin derim. Eğer dükkan boşsa içeride fazla müşteri yoksa ki boş bulmak pek mümkün olmuyor sahibi size o zamanki Azerileri, Rusları ve eski Kars'ı anlatır.



Çarşıda adım başı bal ve peynirci dükkanı var. Bir peynir canavarı olarak tam yerine düştüğümü söyleyebilirim. Hediyelik almak istiyorsanız çok güzel paket yapıyorlar, yanınızda taşımak istemezseniz de kargoyla gönderiyorlar. Ha bu arada unutmadan kavanoz bal ve petek balı uçakta kesinlikle el bagajınızda kabul etmiyorlar. Tecrübeyle sabittir :)



Kars denince kazı unutmamak lazım. Kaz eti tüm restaurantlarda porsiyonu 40,-tl den satılıyor. Sorulunca pişirilmesi uğraştırıcı deniyor ama kaz eti satan birine sorduğumda normal tavuk gibi haşlanıp didikledikten sonra tavada kızartılmasının yeterli olduğunu söyledi. 



Birazda yemek yenebilecek yerlerinden bahsedeyim.Kamer Kadıneli Restaurant yöresel yemekler sunan bir yer. Kaz eti, Erişte aşı (evelik otu çorbası) , hangel, acem kavurması. Hepsi birbirinden lezzetli. Sobanın üzerinde illaki kaynayan çay ve karanfil tarçın karışımı sıcak içecekte cabası. Kars'ın en eski yerleşim yeri olan Yusufpaşa Mahallesinde hiç düşünmeden kapısından girebileceğiniz bir restaurant. 

Bir diğeri ise Ani Ocakbaşı. Çarşının içinde tertemiz, modern dekorasyonu ve servisi ile İstanbul'dakileri aratmayacak bir restaurant. Burada da gönül rahatlığı ile yiyebilirsiniz. 

Fiyatlarına gelince turist diye sizi kazıklamıyorlar. Makul fiyatları var. 



Bu arada Kars'ta motiflerini çok beğendiğim özellikle Kars halısı satan bir dükkan yoktu. Sorduğum zaman istek üzerine dokunduğu ama her yer gibi burada da makine halısı moda olduğu için yöreye özel halı dükkanını olmadığını öğrendim. 

Daha hikayelerini anlatacak bir sürü tarihi yer, bina, insan var ama şimdilik burada bırakmak istiyorum. Belki ara ara tekrar yazarım. 



Ve Kars maceramızın sonunda kişisel facebook sayfama şu notu düştüm : İstanbul'u en çok bir yerlere giderken arkamda bırakırken seviyorum. Ve gittiğim yerlerde özlemiyorum. Ama maalesef her defasında da kürkçü dükkanına geri dönüyorum. Karlar Kraliçesini birbirinden güzel insanları ve yapılarıyla baş başa bıraktık ve döndük :(





Ve saat gece yarısını çoktan geçmesine rağmen bir kar tanesi düşmedi henüz pencereme...


Prag Mezarlığı mı? Kars Eski Fayton Garajı mı?


Otelin derecesi -12'yi gösteriyor. Hava soğuk mu soğuk ama üşütmüyor, kesmiyor. İnsanı diri tutan mis gibi bir hava var dışarıda. Gecesi ayrı çağırıyor, gündüzü ayrı. Vakit kısıtlı hiç bir seyi kaçırmamak lazım. 




Hava soğuk mu soğuk, ellerim ceplerimde... Aklıma Barış Manço'nun şarkısı geliyor. Benimde ellerimde ceplerimde mırıldana mırıldana çıkıyorum otelden. Sisli bir manzara ve is kokusu karşılıyor beni. Buzlu kaldırımlarda yavaş yavaş patinaj yaparak yürümeye çalışıyorum. Önüme kemerli taş bir geçit çıkıyor. Kilit taşından yapılma. Paslanmış bir tabela var üzerinde. Okumaya çalışıyorum. Eski Fayton Garajı yazıyor okuyabildiğim kadarıyla. Buz tutmuş arnavut kaldırımlı zeminden içeri doru yürüyorum. Titrek ışıklar altında gizemli insanı ürküten bir görüntüsü var. Aklıma Prag Mezarlığı geliyor bir anda. Prag nere Kars'ın Yusufpaşa Mahallesi nere. Nereden aklıma geliyor evet kitaptaki mekan  yer tasvirlerinden tabiki. 




Kulağıma nal sesleri gelmeye başlıyor. Burnuma sisle karışan at kokusu. Artık kullanılmayan, harabe haline gelmiş kimi pencereleri açılmış enine iki katlı binaya bakıyorum. Işığın bir oyunu mu yoksa camdan birimi bakıyor? Atını bağlamış dinlenmeye çıkmış bir faytoncu mu o? Zihnim bana oyun oynamaya başlıyor. Etrafım bir anda değişiyor. Çevremde insanlar bağırışmaya başlıyor. Nal sesleri, atların nefes almaları, faytonlara yüklenen çuvallar, aldıkları malları köylerine  doğru yola çıkan insanlar. Hangi dönemdeyim acaba? 

 Hızla çarpan bir pencerenin sesiyle 2012'ye geri dönüyorum. Sessizlik kaplıyor etrafı, is kokusu geliyor burnuma buram buram. İyice bakıyorum çevreme. Ne  faytonlar kalmış ne bağırışan faytoncular. Binaya kaldırıyorum başımı camları kapkaranlık. Sokak lambasının ışığı altında çıkıyorum ve yürümeye devam ediyorum ellerim ceplerimde.