Veda edememenin hüznü




Bir boşlukta hissediyorum kendimi. Koskoca bir kara deliğin içinde. Kaybolmuş gibiyim. Duygularım karmakarışık. Ne düşündüğümü bile bilmiyorum. Göz pınarlarım doluyor ama ağlayamıyorum. Veda edememenin hüznünü yaşıyorum bu günlerde.

Yanına gittiğim zaman boş ver hastalıkları ben sevgiden aşktan konuşmak istiyorum diyordu her zaman.

"Hiç sevmem hastalıktan yakınmayı. Bir yaştan sonra yaşlılar hep oram ağrıyor buram ağrıyordan başka bir şey bulamıyorlar konuşacak işte o yüzden onlarla da konuşmak istemiyorum. O yaştan sonra ne olacak ki başka. Ne kadar yakınırsan o kadar hastasın. Ben aşktan konuşacak insanlar arıyorum. Çok güzel hayatım oldu, neler gördüm geçirdim. Eh sonuna geldim artık kalan kısa zamanımı da hastalık konuşarak geçiremem doğrusu." 

Bazı geceler uykusu kaçtığında televizyon seyrederdi. Gece üç, dört sesi gelirdi odama ama rahatsız olmazdım nedense. Alışmıştım yan daireden gelen seslere. Bazen arardım bile, duymak hoşuma giderdi. 

Az da olsa hala bayramı böyle kutlayan aileler var diye yazmıştım biraz da onu düşünerek nerede o eski bayramlar başlıklı paylaşımımda. İşte bayramlarda misafirlerine halen gümüş tepside kahve likör ikram eden nadir insanlardan biriydi o. Bana çocukluğumdaki bayramı yaşattınız demiştim geçmişteki bir bayram ziyaretinden sonra yanından ayrılırken.

Bir kaç gün önce cep telefonundaki bir problem için çağırdı beni. Her zamanki gibi ne zaman vaktin olursa diyerek. Karşılıklı kahve içtik, problemi hallettik. Bayramda akşam üstü görüşmek üzere diye kapıdan çıkarken eliyle öpücük gönderdi arkamdan. Bende öpücük gönderdim ona gülümseyerek. Gelenekselleşmiş vedalaşmamızdı bu bizim. Gün içinde kaç kere görüşürsek görüşelim aynı şekilde hoşça kal derdik birbirimize.  

İlk gün sabah erken çıktık evden. Aile büyüklerini ziyaret ettik. Dönüşte en sevdiği çiçeklerle kapısını çaldım ama açılmadı. Bir gariplik vardı ama kötüye yormamaya çalışarak bakıcısının dışarı çıkmış olabileceğini düşündüm. Kendisi uzun süredir ayağa kalkamıyordu. Cep telefonunu  çaldırdım. Kimse açmadı. Belli ki bakıcı evde yok, telefonda uzanamayacağı bir yerdeydi. Aradan bir süre daha geçti tekrar kapıyı çaldım. Kimse yok. İçeriden televizyon sesi de gelmiyor. Ne oluyor dedim kendi kendime. Apartman görevlisini aradım. Öğlen ambulansla hastaneye kaldırıldı dedi. Kalakaldım. Biraz sonra yakınları evden eşyalarını almaya geldiler. 

Anevrizma dedi biri. Bilinci yerinde değil. Atlatır benim komşum, o neleri atlattı bunu mu yenemeyecek. Bayram sonrası sapasağlam döner evine dedim. İçim kapkaranlıktı bu kez kendi söylediğime kendimde inanmamıştım ama karşılarına geçip vah vahlarla onları daha üzmektense böyle teselli etmeyi tercih etmiştim. Bir an bana ondan bulaştığını düşündüm hastalığın kasvetli yüzünü görmektense iyi yüzünü göstermenin. Hastalıktan değil aşktan konuşmak gibi...

Üçüncü gün çalan cep telefonumda bir ses kaybettik dedi. Önce bir sessizlik oldu. Hiç bir şey söyleyemedim. Kelimeler çıkmadı ağzımdan. Katıldım kaldım elimde telefon pencerenin önünde. Başımız sağ olsun diyebildim. O kadar çıktı sesim. Telefonu kapadım. Dışarıda hayat devam ediyordu...

Artık yan duvarımdan ses gelmiyor. Karşı dairenin kapısı o günden beri hiç açılmadı. Çiçekler vazomda öyle duruyorlar. Yarın son kez hoşça kal diyeceğim ona ve bir öpücük göndereceğim arkasından kimse fark etmeden. 

Bir boşlukta hissediyorum kendimi. Koskoca bir kara deliğin içinde. Kaybolmuş gibiyim. Duygularım karmakarışık. Ne düşündüğümü bile bilmiyorum. Göz pınarlarım doluyor ama ağlayamıyorum. Veda edememenin hüznünü yaşıyorum bu günlerde.










Cumhuriyetimizin 89.Yılı Kutlu Olsun!!!





Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. 

Mustafa Kemal Atatürk




Nerede o eski bayramlar?

Ben özlüyorum o eski bayramları. Çok mu yaşlıyım da böyle söylüyorum hayır değilim. Çocukken daha güzel oluyor sanki bayramlar. Çocuk gözüyle daha farklı mı görüyorduk her şeyi ya da o zamanlar daha mı güzeldi bayramlar?

Günler öncesinden başlayan bayram hazırlıklarını hatırlıyorum. Bir başka heyecan vardı. Çocuklara yeni kıyafetler alınır, bayram alışverişi yapılırdı. Akide şekerleri, çikolatalar, lokum, misafirlere sunulmak üzere likör (mutlaka nane olmalı, o zamanlar şimdiki gibi envai çeşiti olmadığı içindir belki de), Türk kahvesi Kurukahveci Mehmet Efendi'den olmalı - başka marka yoktu galiba varsa bile ben bilmiyorum- (mis gibi kokusu geldi burnuma şimdi) çocuklara verilmek üzere mendiller, ufak kolonyalar (sembol kolonyaları vardı ince belli şişesinde) evin eksikleri tamamlanırdı. Dolmalar sarılır, baklavalar yapılır, ev temizliği yapılır, misafir takımları çıkarılır, beyaz işler sandıklardan çıkarılıp kolalanır, herkes bayram sabahı giyeceği kıyafetleri hazırlar ve bayram sabahı iple çekilirdi. 

Şimdiki gibi bol bulamaç değildi hiç bir şey. Azdı ama özdü ve en önemlisi çok ama çok zarifti.
Herkes elindeki en iyi şekilde korurdu çünkü kırk yıllık hatırı olan kahvenin içildiği fincan bile çok değerliydi. Cimrilik miydi bu? Hayır kesinlikle değil. Yazdım ya az ama özdü bol bulamaç değildi onun içinde çok değerliydi. 




Sabah erken kalkılır, öncelikle ev halkı birbirleriyle bayramlaşır, evin erkekleri bayram namazına gider. Evin hanımı ve evdekiler kahvaltıyı hazırlar. Namaz sonrası hep birlikte kahvaltı edilirdi. Bu dünyadan göçmüş gitmiş aile büyüklerinin ve yakınlarının mezar ziyaretinden sonra ev ziyaretleri başlardı. Öncelikle ailenin en büyüğünden başlanırdı ziyaretlere. Gelen misafire ilk önce çikolata  ve likör ikram edilirdi. Gümüş tepside beyaz incecik dantel üzerinde zarif likör kadehleriyle... Sonra kahve faslına geçilirdi. Mutfakta bakır cezvede pişen kahvenin kokusu süzülürdü mutfaktan salona. Lokum eşliğinde kahveler yudumlanırken sohbet iyice koyulaşır o sırada kapı çalınır yeni misafirler gelirdi. 



Onlara da bir önceki misafire ikram edilenler edilirdi ve sıra dolma baklava kısmına gelirdi. Mutfakta hazırlanan tabaklar sehpaların üzerine getirilir, yanına bir gün önceden kolalanmış peçeteler konulurdu. İsteyene ince belli bardaklarda çay ikramı yapılırdı. Çay zaten bütün gün fasılalarla demlenir sürekli ocağın kimi evlerde mevsimine göre sobanın üzerinde kaynardı. 

Kalkma vakti geldiğinde misafir çocuğun cebine önceden hazırlanmış mendil içinde bayram harçlığı konulur ve ufak şişede sembol kolonyası verilirdi. Ve bir sonraki eve ziyarete gidilirdi veya onlar uğurlanırken bir sonraki misafir gelirdi.




Çok mu geleneksel oldu yazdıklarım bilmiyorum. Azda olsa bazı ailelerde halen böyle kutlanıyor bayramlar ama çoğumuz bayramlara tatil gözüyle bakıyor olduk artık. Yeni yıl takvimi çıktığı zaman ilk bakılan bayram tarihleri oluyor, tatil kaç gün diye. 

Gelenekselci biri değilimdir, geçmişe körü körüne bağlı biri hiç değil. Yenilikler hayatımı kolaylaştıran değişikler hoşuma gider her zaman, kolay ayak uydururum çağın yeniliklerine ama yine de geçmişe özlem duyarım bazen. 

İşte ben böyle hatırlıyorum o zamanki bayramları. O zamanki sohbetlerde de eski bayramlar konuşulurdu ama bayramlar arasında çok büyük farklar yoktu şimdiki gibi ya da biz mi öyle görüyorduk çocuk gözümüzle bilmiyorum ama ben eski bayramları özlüyorum. 

Veee hepinize mutlu bayramlar diliyorum:)






Kurban Bayramınız Kutlu Olsun:)