Şimşek Tanrıları




Şimşek tanrıları işbaşında bu gece. Bulutların arkasından şehri aydınlatan mavi ışıklarını görüyorum. 

Zeus mu o elinde şimşeği ile yoksa çekicini büyük bir hızla sallayan Thor mu? İki elinde tuttuğu aynalarla şimşek çaktırmaya çalışan Dian Mu olabilir mi acaba? 

Göremiyorum...Bulutların arkasına gizlenmişler.

Eğlence mi, gizli bir ayin mi? 

Bilmiyorum...

Yağmur cinlerini arıyor gözlerim. Acaba bu gece katılacaklar mı onlara? 

Ufak bir sürpriz yapabilirlermiş gecenin ilerleyen saatlerinde.

Bekliyorum diyorum hemde sabırsızlıkla. 

Gözlerim kapanmaya başlıyor koyu karanlığa...

Kulaklarım mavi kanatlı gök gürültüsü tanrısında...

El yazısı ölüyor mu?



El yazısı ölüyor mu

The Missing Ink (Kayıp Mürekkep) adlı kitabında yazar Philip Hensher, hem el yazısının yavaş ölümüne bir ağıt yakıyor hem de kalemle yazı yazmanın hayatımızda hâlâ nasıl özel bir yeri olabileceğini anlatıyor.





“Altı ay önce fark ettim ki, en yakın arkadaşımın el yazısının neye benzediğiyle ilgili hiçbir fikrim yok! Onu yıllardır tanımama rağmen hiçbir zaman yazılı kağıtlarla iletişim kurmadık. Bana sesli mesaj bıraktı, email attı, SMS yolladı ama ondan el yazısıyla yazılmış hiçbir mektup veya tatilinden bir postakartı almadım.”
Bu sözler The Missing Ink (Kayıp Mürekkep) kitabının yazarı Philip Hensher’e ait. Evet, son yıllarda el yazısı az kullanılır oldu.
Oysa, el yazısı geçen yıllara kadar insanlar arasındaki iletişim için gerekli ve kaçınılmaz bir aracıydı. Herkes mesajlarında, mürekkeple kağıda kendilerinden de bir parça bırakıyordu.
Peki ne oldu da el yazısı bu kadar arka plana atıldı? Son 20 yıldır, neredeyse her şeyi klavyeyle yazıyoruz. Klavye bağımlılığı öyle bir noktaya geldi ki eskiden cebimizde taşıdığımız telefonlar yapışmış gibi hep elimizde. El yazısının gündelik hayatta çıkardığı güçlükler de yok değildi. Ekonomik açıdan bakınca internet çok şeyi değiştirdi. Amerikan istatistik verilerine göre 1994’te kötü el yazıları, Amerikan işletmelerini 200 milyon dolarlık zarara uğrattı. 38 milyon okunamayan mektup sahibine ulaştırılamadı. 2000’de, doktorun kötü el yazısını okuyamayan bir eczacı, hastaya yanlış ilaç verip ölümüne sebep oldu. Devlet, açılan dava sonunda ölen hastanın ailesine 450 bin dolar tazminat ödedi.
Ama yazar Hensher, her şeye rağmen el yazısının hayatımızda olması gerektiğine inanıyor: “El yazısı kişiliğimizi belirler, kültürümüzü gösterir. Ruhlarımızın kilidini açan bir anahatardır. Toplumsal sağlığımızın, zekamızın, zerafet, fantezi ve güzelliğin işareti olan el yazısının tüm güzelliği yakında kaybolacak...”

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Neil Gaiman'dan Yazma Kuralları

Her cuma Aydınlık ve Radikal Gazetelerinin kitap eki günü. Perşembe Cumhuriyet. Elimden geldiğince kitap eki günlerini kaçırmamaya çalışıyorum. Kaçırdıklarımı da internet sitelerinden takip ediyorum. 


Bugün Aydınlık Kitap (galiba içlerinden en çok bu eki seviyorum) Neil Gaiman'a yer vermişti. Koralin, Kıyamet Gösterisi, Sandman Düş Ülkesi, Mezarlık Kitabı, Ara Dünya, Yıldız Tozu kitaplarının yazarı olan Neil Gaiman çocuk edebiyatında her zaman korku unsuru bulunmuştur diyerek kurt tarafından yenilmek üzere olan kırmızı başlıklı kızı, cadı tarafından yenilmekte olan Hansel ve Gratel'i örnek verir ve korku unsurunun çocuk masallarının vazgeçilmez parçası olduğunu söyler. Yüzyıllar öncesinin masal anlatıcılarının bile bu gerçeği kavradığını belirtir. Zararı dokunmayan adrenalin artışının genç enerjisini tatmin edebildiğini ve yaratıcılığı olumlu yönde etkilediğini savunur. 



Gaiman'ın dünya çapında üne kavuşmasının nedenleri arasında net anlaşılır bir dil kullanmasının yanı sıra çok yetenekli çizerlerle çalışmasıdır. 

"Öykülerinde içinizdeki bir şeyi yakalıyor, öyküleri birden fazla şeyi anlatıyor, öykülerinden ne bir cümleyi çıkarabiliyorsunuz, ne de ekleyebiliyorsunuz   Her şey bir anlama bürünüyor. Gaiman'ı iyi bir yazar yapan da bu unsur. Gaiman'ın çalışmalarının yüksek derecede ima ve göndermelerle dolu olduğu biliniyor. Özellikle Victorya dönemi peri masalları ve kültürüne , William Shakespeare, G.K Chesterton gibi yazarlara kadar mitolojik ögelerden besleniyor." diye yazıyor Aydınlık kitap yazarın çalışmaları hakkında. 



Ayrıca Neil Gaiman'ın 8 iyi yazma kuralını da paylaşmış okuyucularıyla. İşte Gaiman'ın yazma kuralları:

1. Yaz

2. Bir kelimenin ardına bir diğerini ekle. Doğru kelimeyi bul ve yerleştir.

3. Yazmakta olduğun şeyi bitir. Bitirmen için ne gerekiyorsa yap ve bitir. 

4. Bir kenara bırak. Sanki daha önce okumamışsın gibi oku. Görüşlerine saygı duyduğun ve yazdığın türde şeylerden hoşlanan arkadaşlarına göster.

5. Unutma: İnsanlar bir şeylerin yanlış olduğunu veya kendilerinde işe yaramadıklarını söylediklerinde, neredeyse her zaman haklıdırlar. Tam ve kesin olarak neyin yanlış olduğunu ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini söylediklerinde ise neredeyse her zaman hatalıdırlar.

6. Düzelt. Unutma ki er ya da geç, mükemmelliğe ulaşmadan evvel yazdığın şeyi bırakmak, yoluna devam etmek ve sonraki yeni şeyi yazmaya başlamak zorundasın. Mükemmeliyet, ufku kovalamak gibidir. Hareket etmeye devam et.

7. Kendi şakalarına gül.

8. Yazmanın temel kuralı, eğer yeterince kendine güven ve inançla yaparsan her şeyi yapabilirsin. (Bu yazmak için olduğu kadar hayat içinde bir kural olabilir.ancak yazmak için kesinlikle doğrudur.) Bu yüzden öykü yazılması gerektiği gibi yaz. Dürüstçe yaz ve yapabileceğin en iyi şeyi anlat. Bir başka, gerçekten önemli bir kural olduğunu sanmıyorum. 

Aydınlık Kitap- Sayı 34. - M. Salih Kurt yazısından alıntıdır 



Şaman Sözü





Kuyu: - İçinde büyüdüğüm kör ayna;
bütün gece boğuştum kendimle tek başıma
boğulmasın diye yoksul yıldızlar.
Bir göksel diye var - ne kefe ne dara-
her şey ile hiçbir şey arasında,
denge bozulacak ben ayakta kalmasam.

Özdemir İnce - Şaman Sözü

Yağmur Duası

Kim bilir belki yağar:)



Kışı Özlemek




Ben özledim. Hem de çok özledim. Benim mevsimim sonbahar ve kış. Kendini yaz sanan bir sonbahar yaşıyoruz. Pastırma sıcakları sözüm ona ama artık bitsin. Yaz yazlığını bilsin sonbahar sonbahar sonbaharlığını:) Bundan 20 yıl önce olsa çoktan yağmurlar başlamıştı. Şimdi neredeyse damlasına hasret kaldım. 

Evet sonbaharı ve kışı, yağmuru ve karı özledim. 

Ve bugün bu konuda yalnız olmadığımı gördüm. Galiba benim gibi bazı kişilerde kışı özlemiş. Öğlene doğru dışarıda yürürken üzerinde pardösü giyen bir hanım, kazak giymiş lise öğrencisi genç bir kız, deri ceket giymiş orta yaşlı bir hanım, mini etek altına mus çorap giymiş genç bir kız, boynuna atkı sarmış başka bir genç kadın, kışlık ayakkabıyla dolaşan genç bir hanım ve bunlar gibi başka bir sürü insan gördüm. Hava sıcak ne pardösü havası ne mus çorap ama giymişler. Üşüdüklerinden değil bence için için kışı özlediklerinden. 



Geçenlerde yurt dışında yaşayan arkadaşlarıma aynen şu satırları yazdım; Sen Londra'da yaşayan arkadaşım yağmur yağdığında benim için yollara yayılmış sapsarı, koskoca Londra çınarının yağmurdan ıslanmış yaprakları üzerinde yürü, sen Kanada'da yaşayan arkadaşım yağmurda benim için evinin karşısındaki gölün kenarında yağmurun altında yürü ya da bisiklete bin, facebook'ta "sidikli Kiev'de evde oturmuş yağmurun dinmesini bekliyoruz" diye yazan arkadaşıma ise, haline şükret biz burada bir damla göremiyoruz madem evdesin benim için bir fincan kahve yap kendine ve yine benim için keyifle seyret yağmurun yağışını diye yazdım benim aksime kar, kış düşmanı yaz düşkünü arkadaşıma. Daha bir kaç kişiye daha yazdım keyfini çıkarın sonbaharın diye. 




Yağmurda yürümek istiyorum artık sonrada karda. Herkes saçak altlarına kaçışıp sağanaktan korunmaya çalıştığı zamanlarda benim yürüdüğüm çok olmuştur caddelerde. Bazen şemsiyeli bazen şemsiyesiz. (Tabii bu şekilde yürümenin acısı sonraki günlerde sinüzit ağrısından gözümü açamamakla çıkmıştır ama olsun o anı yaşadım ya yeter bana). Evdeysem de elim hemen kahve fincanıma gider. Ya ağır ağır mis gibi bir Türk kahvesi yaparım kendime ya da güzelliği kaçırmamak, bir an önce yağmurun zevkini çıkartmak için alelacele nescafe. Açarım camları, yağmurun sesi ve kokusu kahvenin kışkırtıcı kokusuyla karışır. Kah seyrederim, kah bir şeyler okurum. 






Kış kimileri için depresif bir sezondur benim içinse ayrıcalığı olan mevsim. Kış deyince aklıma Rus klasiklerindeki sonsuz beyazlık gelir (aklıma gelirde artık İstanbul'da göremez olduk zaten İstanbul'da kış demek rezillik demek). Ben burçlara inanmam ama arkadaşlarıma göre kışı bu kadar sevmemin sebebi Kova burcu insanı olmam. Neyse kışın çıkıp ayaklarımın altında karı hissede hissede, gıcır gıcır sesini duyarak yürümeyi çok severim. Üşümeyi, ellerimi ceplerimde ısıtmayı, yüzümün donmasını (varsın gelsin sinüzit ağrıları:), fotoğraf çekmeyi, hayvanları beslemeyi severim. Gündüz ayrı geceleri de yürürüm bazen. Gecenin sessizliğinde, hele ki karlı geceler daha da bir sessiz oluyor sokaklar, caddeler. Sonra eve dönüp pencerenin kenarında güzel bir kitap eşliğinde bir dilim portakal ile mis gibi tarçınlı sıcak şarap içmeyi de ihmal etmem doğrusu. 




Tabii tüm bu yazdıklarım sonbaharın ve kışın güzel romantik yüzü. Bunun bir de negatif yüzü var ki bu güzelliklerden sonra yazıp içinizi karartmak istemezdim ama hayat hep pozitif olmuyor maalesef. Bu havalarda en çok sokaklarda yatan evsizleri düşünürüm ben. Evlerinde ısınamayanları, işten eve dönmek için saatlerini kapalı yollarda geçirenleri, soğuktan aç biilaç titreyen hayvanları...İstanbul burası say say bitmez:( 

Doğuda ise kapalı yollarda doğuma yetişmek için şanslıysa ambulansta yolların açılmasını bekleyen anne adayları, hastalar, gecesini gündüzüne katıp kötü hava ve arazi koşullarında kapalı yolları açmaya çalışan insanlar, kardan kapanan yollardan dolayı ulaşılamayan köylerde yaşayan insanlar, buz gibi havada nöbet tutan askerler geçer gözümün önünden birer birer. Dua ederim onlar için. İşleri rast gitsin diye. 

Kış güzeldir, romantiktir ama zordur. 

Veeee anormal havaların insanı ben KIŞI ÖZLEDİM...







Erol Günaydın'ı Kaybettik

          Erol Günaydın'ı da kaybettik. 
        Türk tiyatrosundan bir yıldız daha kaydı. 
        Işıklar içinde uyu büyük usta...




"Artık kendimiz yoğuz...
Seyircilerimiz de kalmadı...
Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar...
Gün ağırır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır...
Perde...”