Türkiye’de bilinmeyen dil bulundu

Daha önceki 'Kaybolan Diller ve Gölgeler' başlıklı yazımda bilinmeyen dillerden bahsetmiştim. Arkeolojik kazılar sayesinde bunların yavaş yavaş gün ışığına çıktığını ve çözülmesiyle birlikte dünya tarihini değiştirebilecek bilgilere ulaşabileceğimizi yazmıştım. İşte kaybolan dillerden biri daha 2800 yıllık Asur Sarayı'nın kalıntıları arasından fısıldamaya başladı. Bakalım çözüldüğünde neler anlatacak o zamana ait...
Türkiye’de bilinmeyen dil bulundu

Türkiye’de yapılan bir arkeolojik kazıda, daha önce hiç bilinmeyen yeni bir dil keşfedildi.

Yeni dil, Diyarbakır’ın 60 kilometre doğusundaki Tushan antik kentinde, 2800 yıllık bir Asur imparatorluk sarayının kalıntılarına gömülü halde bulunan kil tabletlerde belirlendi. Uzun süredir kayıp olan ve muhtemelen İran’ın batısındaki Zagros Dağları’ndan gelen halklar tarafından konuşulan dille ilgili kanıtlar bölgede çalışan uluslararası bilim ekibinden Cambridge Üniversitesi arkeoloğu Dr. John MacGinnis tarafından bulundu. MacGinnis tableti deşifre ederken 60 kadın ismi buldu. Asurluların zorunlu göç politikasının kurbanları olduğu sanılan bu isimlerden 45’inin bilim insanlarınca bilinen binlerce Ortadoğu isminin hiçbirine benzemediği görüldü. Yabancı isimlerden bazıları ‘Ushimanay’, ‘Alagahnia’, ‘Irsakinna’ ve ‘Bisoonoomay’ gibi dilbilimcilerin hiç duymadığı kelimeler. Bunların Zagros dağlarındaki halklara ait, kayıp bir dile ait olduğu tahmin ediliyor.

Haberi okumak için linki tıklayınız...

KİTABIN YAPRAKLARI



Kitabın yaprakları, kitabın sayfaları...Bir çoğumuz kitabın sayfaları yerine kitabın yaprakları demeyi, yazmayı tercih ederiz. Kitabın yaprakları daha mı hoş geliyor kulağa acaba...Sonbahar yaprakları gibi daha mı melankolik ve romantik:) Sayfadan çok yaprak daha mı çok yakışıyor kitaba acaba? Galiba öyle...En azından bana göre...

Kitap sayfalarına neden yaprak dendiğini yine okuğum bir kitabın yaprakları arasında buldum. Kendini şöyle anlatıyordu:



"Yunan ve Latin kütüphanelerinde bulundurulan büyük sayıdaki standart kitaplara ek olarak, sadece Druidler tarafından kullanılan Ogham Ağaç harfleri (İrlanda dilinde Bethluinion) ile kaydedilmiş bir çok özel Druidlere özgü çalışma bulunuyordu. Bu tür kitaplarda, her Ogham harfi kendi ismini taşıyan ağaçtan tek bir yaprakla temsil edilirdi. Sonra bunlar uzun bir ip üzerinde kendi kelime ve cümle oluşturmak üzere başka yapraklarla bir araya getirilirdi. Kutsal Druid Şiirleri'nin rahiplik yasasına göre başka şekilde temsil edilmesi yasaktı. Çünkü ağaçlar 'tanrılardan geldiği' için bu 'yazı şekli' nin 'insan elinden çıkmış' sayılazdı. Şekiller şu şekilde korunurdu: Bu uzun ip şeklindeki yapraklardan oluşan kitapları saklamak üzere uzun evler inşa edilmişti. Bu kitaplardan birini okumak için, öğrencinin bir uçtan başlaması ve ip boyunca yürümesi gerekirdi...Yürürken yaprakları kenara itmek zorunda kalarak!...Bu alışılmadık kitaplarla kütüphaneciler ilgilenirdi. Tek sorumlulukları yıpranmış 'sayfaları / yaprakları' değiştirmek ve kitapları okunabilir durumda tutmaktı. Bu oldukça uzmanlık gerektiren çalışma, günümüzde neden bir kitabın sayfalarına - 'kitabın yaprakları' deyiminde olduğu gibi yaprak denildiğini de açıklayabilir."

-Merlyn Kral Arthur'un Büyücüsü'nün Gizli 21 Dersi'nden alıntıdır- Douglas Monroe- New Age Yayınları-

HIDRELLEZ


Hıdrellez Türk dünyasında kutlanan bir bayram. Hızır ile İlyas'ın yeryüzünde buluştukları gün olarak kabul edilmektedir. Türk geleneklerine göre bu buluşma göre kış günlerinin bitip baharın ve sıcak yaz günlerinin gelişini  simgelemekte ve şölenlerle kutlanmaktadır. Ruz-ı Hızır - Hızır günü miladi takvime göre 6 Mayıs'ta kutlanır.


İnanışa göre Hızır baba baharın müjdecisidir. Her türlü renkli çiçeklerden örülmüş cübbesini giyer, al yemenisiyle bastığı yerlerde güller açar, bülbüller ötmeye başlar ve baharın bereketi yer yerde kendini hissettirmeye başlar.


Kutlamalar yeşillik alanlarda ve su kenarlarında yapılır. Hıdrellez gecesi Hızır'ın uğradığı yerlere dokunduğu şeylere bereket getirdiği inancıyla yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağzı açık bırakılır. Ev, bağ bahçe isteyenler gül ağacının altına dilek bağlarlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar. Ateş yakıp üzerinden atlamakta Hıdrellezin geleneklerindendir.



Hıdrellez günü sabah gün doğarken kırlara bahçelere çıkılıp buralarda Hızır'ın ayak izlerine basmağa çalışarak bolluğa ulaşılacağı inancı yaygındır. Ve bugün hiç bir yeşil dalından koparılmaz. Doğa ve insan sevgisi ön plana çıkar.

Tüm isteklerinizin gerçekleşmesi dileği ile:) 

Özgür Edebiyat, Kafe Kafka ve Ben

Artık iyileştim diyerek ilacı yarıda kesmemin sonucunda tekrarlayan hastalıktan kurtulur kurtulmaz kendimi dışarı attım.


Özgür Edebiyat'ın Mayıs-Haziran sayısının sayfalarında kahvemi yudumlayarak keyifle dolaşmak üzere Kafe Kafka'ya gittim. Hava mis gibi, güneş tüm şehrin üzerinde pırıl pırıl parlıyor ama yakmıyor, bunaltmıyor. Karşımda Marmara Denizi, Ahırkapı Feneri, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve tüm güzelliği ile Haydarpaşa Garı.
Kendimi bir anda Atilla Birkiye'nin 'Sütun bacaklar İyonyadan olmalı' şiirinin içinde buluyorum.

'En çok yaşlı istasyonları seviyorum büyük taşlı duvarlar
merkezden uzak yalnızlığın ıslığı dört bir yanda asılı kalmış'
.......
......
'birden düşülkesi kuruluyor etrafımda mavi sarmalıyor beni'

Tepemde bağrışarak uçuşan bembeyaz martılar ve Marmara'nın masmavi sularında bir karşı yakaya bir bu yakaya gidip gelen şehir hatları vapurlarıyla.Ve kahvemden bir yudum alıyorum. Oooo mis gibi...


Sonra  Howard Nemerow'un şiirine rastlıyorum.  Yaparak Öğrenmek;

'Kapımın önündeki ağacı kesiyorlar,
Elektrikli testere köpek gibi hırlıyor,
İnliyor ve domuz gibi hırlıyor,
........
Güneşin ve yağmurun altında yüzyıl dayandıktan sonra
Bir sabah gözünü açtığında yerinden sökülmek,
Birer birer parmaklarının sonra kollarının koparıldığı görmek...'

Birden aklıma yıllardır Dolmabahçe'yi sarıp sarmalayan ağaçların mantar hastalığı yüzünden kesilmesi geliyor.
Bulutlar çöküyor üzerime, yüzüm gölgeleniyor. Bir yudum daha içiyorum kahvemden. Bu sefer tadı acı geliyor.

Bir hareketlenme oluyor masada. Adnan Özer, Atilla Birkiye ve Metin Celal'le 'Yazarın Masası'na oturan Behçet Çelik yazmak bana çok şey kazandırdı diye anlatmaya başlıyor çocukluk ve gençlik yıllarından başlayarak yazım hayatını.

Onların sohbeti devam ederken Özdemir İnce 'Ne var ne yok' diye soruyor. 'İlhan Berk ve Ece Ayhan İşleri' diyorum gülümseyerek.

Tam bu sırada;

'Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

diyerek 'Nazım Hikmet İstanbul'da' yazısı dökülüyor Atilla Birkiye'nin 'Kalemin Ucu'ndan. Onu da zevkle okuyorum. Son yudumumu da içtikten sonra devamını evde okumak üzere bay bay diyorum Kafe Kafka'ya, Haydarpaşa'ya, şehir hatları vapurlarına, Marmara Denizi'ne... Daha okunacak çok şey var...Can Yücel'in şiirleri, Melih Cevdet Anday'ın şiirinin genel çizgileri, Amin Maalouf, Erotik e-kitap, hikayeler, şiirler...

Onları da eve bırakıyorum gecenin sessizliğinde okumak üzere...