KAHVE ÖYKÜLERİ



İskoçya Sokağı 44 Numara'daki Bruce, Pat, Domenica, Matthew, Bertie ile felaket annesi Irene, kendine faydası olmayan psikoterapistleri Dr.Fairnbain ve Big Lou'nın maceraları Kahve Öyküleri'n de devam ediyor.

Kahve Öyküleri genel hatlarıyla Bertie'nin ilişkilerine odaklanmış ve serinin diğer kitabı Berti'nin Dünyası'na giriş niteliğinde yazılmış. Bertie ön plana çıkarken diğer karakterler biraz arka planda kalmış.

İskoçya Sokağı 44 Numara'da okul hayatına ara veren Pat bu kitapta komşusu Domenica'nın çöp çatanlığı sayesinde davet edildiği nüdist partiye gidip gitmeme kounusundaki kararsızlığı ile boğuşuyor. 

Pat ile sürekli çekişme halinde olan Bruce ise çalıştığı emlak firmasından patronun karısı ile çıktığı yemek sonrasında işten atılınca kendi işini kuruyor ve şarap dükkanı açıyor. Finansal açıdan kendini destekleyecek arkadaşının nişanlısı sayesinde, arkadaşından iyi bir kazık yiyiyor ama çok ucuza kapattığı hatta bu yüzden sahte olabileceğini düşündüğü Petrus şaraplarından hiç beklemediği bir anda yüzü gülüyor ve umutsuzluğu bir anda umuda dönüşüyor.

Pat ile Bruce'ün entellektüel, çılgın, yaşıtlarına göre sıradışı komşuları Domenica ise İskoçya Sokağı 44 Numaradan beri kitaptaki en sevdiğim karakterlerden biri oldu. Bence McCall Smith Bertie'nin Dünyası'nı yazdığı gibi Domenica üzerine de bir kitap yazsa hiç fena olmaz. Her eve lazım bir komşu Domenica. Hindistan'daki geçmiş hayatı, içindeki başına buyruk yaşama sevinci, sanat aşkı ve kitabın sonunda ki bunu yazmayacağım bir bilim insanı olarak yeni bir araştırma için tekrar uzak ülkelere yelken açması... Domenica'yı şimdilik çıkacağı yolculuğa hazırlık yapması için bırakıyorum.  

Pat'in patronu galeri sahibi Matthew ise bu bölümde ansızın ortaya çıkan babasının genç sevgilisine savaş açıyor. Genç kadının sırf parası için babası ile birlikte olduğununa karar veriyor ve düşüncesini babasına açıkladığında hiç beklemediği bir cevapla karşılaşıyor. Cevap mı? Kitabın satırlarında saklı:)

Gelelim benim okurken en acıdığım karaktere; Bertie'ye...İskoçya Sokağı 44 Numara'da
annesi Irene'nin altı yaşındaki oğlunu en iyi şekilde yetiştirmek adına bana göre yaptığı türlü işkencelere katlanan Bertie Kahve Öyküleri'nde babasınında yardımıyla (gerçi Berti'nin de babasına çok büyük bir yardımı oluyor) annesini dize getiriyor. Ve öyle bir yer geliyor ki derin bir nefes alıp 'Bravo Bertie sonunda başardın' dedim. Bertie günümüz deyimiyle annesinin hırslarına kurban gitmiş tam bir proje çocuk. O yaşta saksafon çalmak, İtalyanca öğrenmek, su terapisine, yogaya gitmek ve haftanın belirli günlerinde kendine faydası olmayan Dr.Fairbain'in 
söylediklerini dinlemeden taktığı çirkin kravatları nasıl keserim veya bu adamı nasıl akıl hastanesine sokarım diye hayal ederek, seanslarına katlanmak zorunda kalıyor. Bu seansların sonunda bir gün  Dr. Fairbain sadete gelerek Irene'e sorunun Bertie'de değil kendisinde olduğunu söyleyince Irene bu kez de doktoru terapiye alıyor. Neredeyse hiç arkadaşı yok. Annesi arkadaşlıklarını engellenmeye çalışıyor ama o ne yapıp ne edip kendine arkadaş edinmeyi beceriyor. Bir gün babası ile çıktığı tren yolculuğu Bertie'nin hayatının dönüm noktası ve nefret ettiği, utandığı için kimseyi davet edemediği pembe renkli odasının sonu oluyor. Bertie böylelikle özgürlüğe bir adım daha yaklaşmış oluyor...

Son olarak, Big Lou'yu biraz önce okuduğu mektuptaki mutlu haberi Matthew ile paylaşmak üzere "tek başına yaşanan üzüntünün ve kaybın iki katına çıkması gibi paylaşılmayan sevincin de yarım kalmış bir sevinç olduğunu" düşünerek barın kapısına KAPALI tabelasını asıp galeriye doğru gittiğini görüyorum ve fincandaki son yudumumuda içip Kahve Öyküleri'ni burada bitiriyorum:)

Bu romanda en kahraman yok, nefes nefese bir macera da yok, entrika ve olağanüstü güçler hiç yok. Sıradan insanların sıradan öykülerini okumak isterseniz tavsiye ederim Kahve Öyküleri'ni...

İyi okumalar...

KAHVE ÖYKÜLERİ      Alexander Mccall Smith        İş Bankası Kültür Yayınları

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Bana en çok Turuncu VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, bir çok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Turuncu VAIO'yu seçti.

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...


sony-vaio
Bir bumads advertorial içeriğidir.

Rumeli Hisarı'nda Masalsı Bir Aşk Hikayesi!

"Eski aşklar Yeşilçam'da kaldı" lafı klişe olmaya yüz tutmuşken, fırtınalı sevdalar, çekişmeli ilişkiler günümüzde hem magazin basınında hem de yakın çevremizde -buna kendimiz de dahil- karşımıza bolca çıkıyor. Sevgilimizi elimizden almak isteyen dış mihraplar yoğun şekilde çalışırken bize de biricik aşklarımızı elimizde tutmak için yapmamız gereken çok iş düşüyor. Bu konuya nereden geldiğimi açıklıyorum!

8x4 yeni deodorantları Beauty ve Beast için muhteşem bir project mapping uygulaması daha yapmış. Gösterinin hikayesi kısaca şöyle: romantik bir aşk hikayesi kötü niyetli bir ejderhanın tehdidi altına giriyor. Kahraman erkeğimiz çekici kokusunun da yardımıyla güzel kızı kurtarıyor ve hikaye mutlu bir şekilde sona eriyor.

8x4 dünyasını Facebook'tan takip etmek isteyenler; http://www.facebook.com/8x4Turkiye



Bir bumads
advertorial içeriğidir.

KARAKÖY, MARTILAR VE ÇANLAR I

                                             Karaköy İskelesindeki martılar:)



                                                             Tezgahtaki balıklar



Galata Kulesi


İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen Galata Kulesi'nin çanı







Türk Ortodoks Kilisesi bahçesi



Dönme vakti:)



  


KARAKÖY, MARTILAR VE ÇANLAR II


Geçen gün bir sergiye gitmek için Karaköy'e gittim. Kadıköy'den motorlara binip Galata Köprüsü'nün altından geçip martıların karşıladığı Karaköy iskelesinde inip yürümeye başladım.



Karaköy eski binaları, camileri, yamuk yumuk arnavut kaldırımlı inişli çıkışları sokakları, Kemeraltı Caddesi, limanı, İstanbul Modern'i, Antrepoları, Tophanesi, aralara berelere saklanmış kiliseleri, okulları ile İstanbul'un en eski semtlerinden biri.

Galata Köprüsünün altından geçip Karaköy motor iskelesine vardığınızda etrafınızı martılar çevreler. Karşınızda uzaktan binaların arasından Galata Kulesi kendini gösterir tüm asaletiyle yıllardır.



Başlar kendi hikayesini anlatmaya;

Dünyanın en eski kulelerinden biriyim der kendisine bakanlara. 528 yılında Bizans  İmparatoru Anastasius tarafaından fener kulesi olarak yatırılmış, 1348 yılında Cenevizli'ler tarafından İsa Kulesi olarak tekrar inşaa edilmiş. Eski sur duvarlarına bağlanmış ve etrafına hendek kazılmış fakat 1861 yılındaki imar çalışmaları sırasında hendek doldurulmuş.  

1875 yılında kuvvetli bir fırtına sırasında kulesi yıkılmış ve tamir edilmiş ama bu tamirat sırasında kuşemin dış görünümü kısmen değişmiş. Çıkan yangınlar, fırtınalar, kullanımdan doğan yıpranmalar sonucu tamir edilerek günümüze kadar ulaşan Galata Kulesi yapılışından bu yana rasathane, yangın gözetleme kulesi, Kasımpaşa tersanelerinde çalışan harp esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Bodrumu zindan olarak olarak kullanılmış yapılan araştırmalarda bir çok kafatası ve ve kemik bulunmuş.

XVI yy Hazerfan Ahmet Çelebi'nin kollarına kanat takarak kuleden Üsküdar Doğancılar'a kadar uçtuğu söylenmektedir.

Kulede bir çok intihar olayıda yaşanmıştır. Bunlardan biride Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğludur. Oğuzcan oğlunun intiharı üzerine Galata Kulesi adlı şiirini yazmıştır. 

Galata Kulesi
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam benim oğlumdu...

Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu

“Açarken ufkunda güller alevden”
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu

Küçüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
“Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat

6 Haziran 1973
Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
“Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat”... 

Kimse böyle bir acı yaşamasın diyerek Galata Kulesini geride bırakıp Karaköy'ün ara sokaklarından birine saklanmış olan Türk Ortodoks Kilisesi'ne giriyorum. Kapılar sonuna kadar açık, ortalıkta kimsecikler yok. Dolayısıyle kilise hakkında bilgi verebilecek  kimseyi göremiyorum ama içeri girip resim çekiyorum. Kilisenin bahçe ve giriş kısmı açıktı. Asıl ayin yapılan yeri kapalıydı. Bende elimdekilerle yetinmek zorunda kaldım. 



Meryem Ana Türk Ortodoks Kilisesi'nin geçmişi 1921 Kayseri'ye dayanıyormuş. 1921 yılında Kayseri'de Türk bağımsızlık mücadelesini destekleyen Pavlos Karahisarithis tarafından kurulmuş.



1924 yılında Karahisarithis ayinleri (Papa Eftim I) yönetmeye başlamış daha sonra adını Zeki Erenerol olarak değiştirmiş. Günümüzde ise Papa Eftim IV Paşa Ümit Erenerol görevini sürdürmektedir.

Şimdi sırada güzel bir sergi ziyareti ve biraz daha fotoğraf çekip eve dönüş var. Hangi sergi mi? Bir daha ki sefere onu da anlatacağım.

Şimdi hoşçakalın....

Mutluluk ve sağlıkla kalın:)