'Bir Hikayem Var' diyerek başladık blogumuza. Hepimizin ve herşeyin bir hikayesi var yaşadığımız şu dünyada. Ufacık bir çakıl taşından, ulu çınar ağacına, minicik bir bebekten, yaşlı tonton ihtiyarlara, sevimli bir köpek yavrusundan, denizyıldızına kadar. Bu hikayeler yaşamdan çıkıyor, bizlerin yaşamından. Okuduklarımızı, gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı kısacası hikayelerimizi paylaşmak dileğiyle...
ESKİ KİTAPLAR,SAHAFLAR VE KELİMELER
Notos dergisinin Şubat-Mart sayısındaki kitaplarla ilgili iki proje dikkatimi çekti.
İlki "Eski kitapların gizli tarihi" başlıklı yazı bana eski kitaplar ve sahaflar konusunda yalnız olmadığımı gösterdi.
Sahaflar Tepebaşı'nda başlıklı yazımda ;
"Neyse sahaflardaki o eski kitap kokusu beni cezbeden kokuların başında geliyor. O kitaplardaki yaşanmışlık hissi ise beni bambaşka dünyalara götürüyor. Galatasaray'da sahaftan aldığım bir kitabın ilk sayfasında şöyle bir not vardı: 8.12.1996 ...... Seni seviyorum. (Yazının hepsini ve isimleri yazmak istemedim. Bende kalsın, aşklarına saygı olarak)
Belli ki bu kitabı sevdiği bir kıza hediye etmişti. Kitap okundu ve sahafın raflarındaki yerini aldı. Belki de aşk bitti kitap gitti...O kitabı kıza nasıl verdiğini hayal ettim...(Burada herkes kendi hayalini kursun bi zahmet:) Okurken neler hissettiğini, neler düşündüğünü, nerede okuduğunu vs...O yaşanmışlık duygusu. İşte bu yüzden sahafların ayrı bir yeri var benim için." diye yazmıştım
Esneyen Kedi adlı okurum ise şöyle bir yorum yapmıştı benim yazıma;
"Aldığınız kitabın içinde bir eski,kurumuş çiçeğe, ya da geçmişte bir sevgiliye yazılmış bir notu da bulabilirsiniz. Sahaflar (sahhaf), tozlu raflarında tarihi saklayan yerlerdir."
Sahaflardaki kitapların ve içinden çıkan notların günümüze taşıdığı yaşanmışlık özelliğinin kitaplara yansıyan özelliğini anlatmaya çalışmıştım. Ve Esneyen Kedi'nin yorumunu okuyunca, işte budur demiştim kendi kendime, bundan güzel anlatılamazdı...
"Eski kitapların gizli tarihi" de tam bunu anlatan bir yazı:)
İngiliz yazar Wayne Gooderham kısıtlı bütçesi ve eski kitaplara düşkünlüğü sayesinde sahafların müdavimi olmuş ve o kitapların sararmış sayfalarındaki bu notlar dikkatini çekmiş. O günden itibaren de kitapların gizli tarihinin izini sürmeye başlamış. Ve daha da ileriye giderek www.bookdedication.wordpress.com'da paylaştığı yazılarını Guardian'da yayınlamaya başlamış.
Belki diyor yazar bu sayede sizi eski kitabınızla tekrar buluşturabilirim.
Diğer proje ise "Small Demon". "Küçük şeytanlar" Los Angeles'da bir grup girişimcinin kurduğu bir site. Yazılanlara göre bu internet sitesine üye olduktan sonra arama kutucuğuna girdiğiniz sözcük, sizi bu sözcüğün geçtiği kitaplardan alıntılara ve bu alıntılarla ilgili başka bağlantılara götürüyormuş. (Siteye girdim ama üye olmadığım için bir yerlere gidemedim:).
"Yalnızca bir kitap seçin ve sizi nereye götürdüğüne bakın. Hikayenin sayfaların ötesinde bir yaşantısı var." diyor site yöneticileri.
İkisi de birbirinden güzel, ilginç. Ben yazımı burada bitirip kütüphaneme gidiyorum. Sahaflardan aldığım kitapların ilk sayfaları karıştırmaya, bakalım gözümden kaçan bir şeyler olmuş mu?
Yeni bir kitap çıktı izledin mi?
Kitap okumanın Avrupa ülkelerine göre en düşük seviyede olan ülkemizde yayınevleri kitaba dikkat çekebilmek ve insanları okumaya sevkedebilmek için dünyada son yıllarda uygulanan bir yöntemi gündemi getirdi. Kitap Tanıtım Videoları. Zülfü Livaneli'nin Serenad'ının videosunu çok beğenmiştim. Ve yavaş yavaş bu tanıtım diğer kitaplara da uygulanmaya başladı.
Radikal'den Burcu Ayaz Kitap Videolarını anlatmış. İşte o yazı...
Soru yanlışlıkla yazılmadı. Artık bir kitaba başlamadan önce interneti kolaçan edin, karşınıza bir fragman çıkması mümkün. Yayıncılar genç neslin ilgisini çekmek için kitaplara video çekiyor
Türkiye de kitap tanıtım filmi çeken ilk yazarlardan olan Ahmet Ümit in son romanı İstanbul Hatırası nın iki dakika süren videosu, bir filmden kısa bir bölüm gibi...
“Gecenin karanlığında şapkası ve peleriniyle bir adam hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ara ara takip edilip edilmediğini kontrol ediyordu. Güvende olduğundan emin olmasa da kendini içeri attı. İçkisini hazırladı, mürekkebine batırdığı divitiyle hızlıca yazmaya başladı…”
Kulağa heyecanlı bir filmin ilk sahnesi gibi geliyor öyle değil mi? Filmi çekilse heyecanlı olur, orası kesin. Ama bu aslında Umberto Eco’nun son kitabı Prag Mezarlığı’nın 51 saniyelik tanıtım filminden bir parça… Başka bir deyişle, son bir iki yıldır giderek daha fazla karşımıza çıkan kitap tanıtım videolarından sadece biri. Dünya bu videolarla 2002’de Sheila Clover sayesinde tanıştı. Circle of Seven Productions’ın kurucusu Clover ‘Book Trailer’ (kitap fragmanı) tanımını şirketi adına markalaştırarak o günden bugüne yüzlerce kitap fragmanı hazırladı. Ama ondan önce bunu düşünmüş biri daha vardı: Ahmet Ümit. 1996 yılında yolunuz Beyoğlu’nda bir sinemaya düştüyse, o zamanlar tanımadığınız, şimdinin en meşhur yerli polisiye yazarlarından Ahmet Ümit’in ilk kitabı ‘Sis ve Gece’nin fragmanıyla karşılaşmışsınızdır. ‘Kukla’, ‘Bab-ı Esrar’ ve ‘İstanbul Hatırası’ kitapları için de filmler çeken Ümit, “Romanın ortalarını geçince nasıl bir film yapsak diye düşünmeye başlıyorum. Bu bizim için daha çok kutlama şenliği gibi bir keyif” diye anlatıyor.
Sadece Ahmet Ümit değil, çizimlerini Bahadır Baruter’in yaptığı Mine Söğüt’ün ‘Deli Kadın Hikâyeleri’ de Baruter tarafından kısa bir tanıtım filmine dönüştürüldü. “Videonun kasvetli, grotesk ve marazi bir etkisi olmasına gayret ettik” diyor Baruter. Yazarın kendi ağzından seslendirilen öykü alıntıları kitabın ruhuna yakışan deneysel müziğin kurgulamalarından oluşuyor. Bu noktada insanın aklına yine o soru geliyor kuşkusuz: “Bu hayal gücümü öldürmez mi?”
2011’in Mart ayından beri yalnızca kitap videoları yapma fikriyle kurulan The Other House şirketinin sahibi Chris Roth şöyle anlatıyor: “Gençliğimde kitapları ve albümleri yalnızca kapaklarına göre seçerdim. Kimileri gerçekten iyi kimileriyse gerçekten sıkıcıydı.” Sonraları kapağından ne kadar etkilense de içinin aynı etkiyi vermediği kitaplar sayesinde bu alışkanlığından vazgeçmiş Roth. Yani ona göre bir kitap kapağının yarattığı etki neyse bir kitap fragmanının yaratacağı da ancak o kadar. Onun yapmak istediği hayal gücünü biraz olsun dürtüp kitabın okunmasını istenir hale getirmek. Gerçi videoları izleyince biraz dürtülmenin çok ötesinde bir yaratıcılıkla karşılaşıyorsunuz. Ama başta da söylediğimiz gibi onlar bu işi 2000’lerin başından beri yapıyor. Dolayısıyla onların ‘cesur’ yaklaşımlarını bizim videolarda görmek henüz mümkün değil.
Zira özellikle bir kitabın videosunu aramıyorsanız sıklıkla karşınıza çıkması pek de olası değil. İlk fragmanlarını Bedia Ceylan Güzelce’nin 1473 kitabına çeken April Yayıncılık’ın Genel Yayın Yönetmeni K. Egemen İpek yayınevlerinin bu işe neden mesafeli olduğunu şöyle anlatıyor: “Bu kadar fazla videonun döndüğü internet ortamında kendi videonuzu izletebilmek için son derece yaratıcı ve ilginç fikirlerle çıkmanız gerekiyor izleyici karşısına. Ben kitabıma video çektim demek yetmiyor” Yani tek sorun kitabı anlatmadan kitabı anlatabilmek değil. Eğer işe yaramayacaksa bir şeyler için çaba göstermenin de pek anlamı kalmıyor.
Tabii bir de bütçe meselesi var. Genel olarak yayınevleri kendi işlerini kendileri hallediyor. Dolayısıyla Türkiye’de henüz Roth gibi kendini yalnızca bu işe adamış şirketler yok. Bununla birlikte Doğan Kitap için kitap fragmanları hazırlayan film ekibi şimdiye kadar sekiz video hazırlamış. Şirketin kurucularından Ahmet Sönmez yayın dünyasının gelirleri çok yüksek bir pazar olmadığından maliyetlerin kısıtlı tutulduğunu anlatıyor. Teknik olarak masa başında yapılan en minimal çalışma 2 bin liradan başlıyor. (COS ya da The Other House gibi şirketlerdeyse fiyat aralığı 350 dolarla 50 bin dolar arasında değişiyor.)
Rakamlar farklı da olsa dikkat edilmesi gereken husus aynı: Kitabı anlatmadan ilgi çekebilmek. Kahramanın yüzünü göstermemek, hikâyenin geçtiği mekânlardan uzak durmak, konuşma kullanmamak en başta alınan önlemler. Ama tabii ki bunlar edebiyat ve romanlar için geçerli. Zira edebiyat dışı kitaplar için başka ve belki de daha verimli yollar da var. Özellikle iş hayatına yönelik kitaplarıyla tanınan Optimist Yayınları bu akımın peşinde gidenlerden. Yayınevinin kullandığı kitap fragmanlarında karşınıza doğrudan kitabın yazarı çıkıp kendisi ve çalışması hakkında ufak bilgiler veriyor. Genel Yayın Yönetmeni Mutlu Dinçer bir haberi okurken bile yanındaki barkod sayesinde birtakım görüntülere ulaşabildiğimiz bir çağda yaşadığımızı hatırlatıyor: “Bir metni videoyla zenginleştirmekten niye kaçınalım ki?”
Özeti yerine videosu
2006’da Guardian gazetesi “Yayıncılar MTV kuşağını kitaplara çekmenin bir yolunu buldu” diye taşımıştı sayfalarına bu gelişmeyi. Şimdi “Yaratıcılığı öldürür mü?” kuşkusunu bırakıp daha etkili bir şeye yöneliyor dünya: Çocukları kitapla buluşturmak için fragmanları kullanmak. University of Central Florida’nın kurduğu ‘Digital Booktalk’ (dijital kitap konuşmaları) Platformu 3 bine yakın üyesiyle yüzlerce kitap videosu çekilmesini sağlanmış. Artık bazı okullarda kitap özeti çıkartmak out, fragman çekmek in! Faydası? Birincisi kitap özetleri artık internette bulunabiliyor. Bu yeni bir fikir olduğu için çoğu öğrenci (daha önce filmi çekilmediyse) yaratıcılığını kullanması gerektiğinin farkında. Bunu yaptığı işe yansıtmak için de kitabı okumuş olmalı. Aynı üniversitede yapılan araştırmaya göre hem öğrenciler hem de öğretmenler - tabii yayınevleri de- bu durumdan memnun.
Son olarak başka bir gerçekten bahsedelim. Comscore’un 2011 sonunda açıkladığı araştırmaya göre Türkiye yüzde 93,6’yla internet üzerinden video izlemede birinci sırada. Aynı araştırmaya göre günde kişi başına yaklaşık olarak 10 video izleniyor. Eğer bunlardan beşi kitap videosu olsa ve bu beş videodan biri bir insanı kitap okumak ve de okumaya teşvik edecek kadar dikkat çekici olsa, fena mı olur?
Türkiye’den ve dünyadan kitap tanıtım videoları
Türkiye’de yazarlar yayınevlerinden hevesli görünüyor, şimdilik. Birkaç yayınevi dışında videolar yazar ve çevresinin yardımıyla çekiliyor. En kayda değerinin 4 bin tık aldığı düşünülürse yayınevlerinin niye uzak durduğu anlaşılır. İşte örnekler...
Deli Kadın Hikâyeleri/Mine Söğüt/YKY
Bahadır Baruter’in çizimleri ve Söğüt’ün kendi sesinden okumalarıyla birleştirilmiş müzikleriyle. kitabı gibi iç ürperten bir video.
İstanbul Hatırası/Ahmet Ümit/Everest Yayınları
İki dakikalık fragman romandan çok bir filmden kısa bir bölüm gibi…
Az/Hakan Günday/Doğan Kitap
Kitapla uyumlu müziği ve fotoğrafik alıntılarıyla hazırlanmış. ‘Az’ için biraz az gelse de bir dakikaya sığdırılabilecek her şey kullanılmış.
Nar/Ece Gamze Atıcı/Feniks Yayınları
Tanıdık simalar Atıcı’nın kitabından pasajlar okuyor.
1473/Bedia Ceylan Güzelce/April Yayınları
Kitabın kahramanı iki kirpi başrolde. Kitaptan alıntılarla görüntüler üst üste binince hikâyenin bir bölümü dile gelmiş…
Pucca Günlük ve Geri Kalan Her Şey/Pucca/Okyanus Yayınları
Blog’dan kitap dünyasına transfer olan ve çok sevilen Pucca’nın videosu tabii ki çok iddialı. Güzel bir animasyon ve müzikle hazırlanmış video, açık sözlü, şehirli, çılgın kadın Pucca’nın ikinci kitabını iyi özetliyor.
Milat/İhsan Kaplan/April Yayınları
Türkiye’nin ilk kitap fragmanı mottosuna sahip tanıtımda seslendirme Cem Adrian’dan...
Ölüm Pornosu/Chuck Palahniuk
Palahniuk’un kitabının kahramanı Cassie Wright ile yaptığı röportaj kuşkusuz bir kitap tanıtımı için en sıra dışı ve en çarpıcı örnek.
Going West/ Maurice Gee
Mobylives adlı blog tarafından verilen en iyi ve en kötü videolar listesinin, “En yüksek bütçeyle çekilmiş en iyi kitap tanıtım fragmanı.”
Tree of Codes/Jonathan S. Foer
Değişik bir baskı şekliyle kitap cümlelerinde oynamalar yapmanızı sağlayan bir kitap. Fragman, kitabı ilk defa gören ‘sokaktaki adam’ın ifadelerini yansıtıyor.
Raven (Kuzgun)/Edgar Allen Poe
Üzerine video çekmekten en çok hoşlanılan kitaplardan biri. Belki karanlık atmosferi belki cümlelerin dehasından bilinmez...
* Videolar YouTube’da kitapların ismiyle aratılarak izlenebilir.
Kulağa heyecanlı bir filmin ilk sahnesi gibi geliyor öyle değil mi? Filmi çekilse heyecanlı olur, orası kesin. Ama bu aslında Umberto Eco’nun son kitabı Prag Mezarlığı’nın 51 saniyelik tanıtım filminden bir parça… Başka bir deyişle, son bir iki yıldır giderek daha fazla karşımıza çıkan kitap tanıtım videolarından sadece biri. Dünya bu videolarla 2002’de Sheila Clover sayesinde tanıştı. Circle of Seven Productions’ın kurucusu Clover ‘Book Trailer’ (kitap fragmanı) tanımını şirketi adına markalaştırarak o günden bugüne yüzlerce kitap fragmanı hazırladı. Ama ondan önce bunu düşünmüş biri daha vardı: Ahmet Ümit. 1996 yılında yolunuz Beyoğlu’nda bir sinemaya düştüyse, o zamanlar tanımadığınız, şimdinin en meşhur yerli polisiye yazarlarından Ahmet Ümit’in ilk kitabı ‘Sis ve Gece’nin fragmanıyla karşılaşmışsınızdır. ‘Kukla’, ‘Bab-ı Esrar’ ve ‘İstanbul Hatırası’ kitapları için de filmler çeken Ümit, “Romanın ortalarını geçince nasıl bir film yapsak diye düşünmeye başlıyorum. Bu bizim için daha çok kutlama şenliği gibi bir keyif” diye anlatıyor.
Sadece Ahmet Ümit değil, çizimlerini Bahadır Baruter’in yaptığı Mine Söğüt’ün ‘Deli Kadın Hikâyeleri’ de Baruter tarafından kısa bir tanıtım filmine dönüştürüldü. “Videonun kasvetli, grotesk ve marazi bir etkisi olmasına gayret ettik” diyor Baruter. Yazarın kendi ağzından seslendirilen öykü alıntıları kitabın ruhuna yakışan deneysel müziğin kurgulamalarından oluşuyor. Bu noktada insanın aklına yine o soru geliyor kuşkusuz: “Bu hayal gücümü öldürmez mi?”
2011’in Mart ayından beri yalnızca kitap videoları yapma fikriyle kurulan The Other House şirketinin sahibi Chris Roth şöyle anlatıyor: “Gençliğimde kitapları ve albümleri yalnızca kapaklarına göre seçerdim. Kimileri gerçekten iyi kimileriyse gerçekten sıkıcıydı.” Sonraları kapağından ne kadar etkilense de içinin aynı etkiyi vermediği kitaplar sayesinde bu alışkanlığından vazgeçmiş Roth. Yani ona göre bir kitap kapağının yarattığı etki neyse bir kitap fragmanının yaratacağı da ancak o kadar. Onun yapmak istediği hayal gücünü biraz olsun dürtüp kitabın okunmasını istenir hale getirmek. Gerçi videoları izleyince biraz dürtülmenin çok ötesinde bir yaratıcılıkla karşılaşıyorsunuz. Ama başta da söylediğimiz gibi onlar bu işi 2000’lerin başından beri yapıyor. Dolayısıyla onların ‘cesur’ yaklaşımlarını bizim videolarda görmek henüz mümkün değil.
Zira özellikle bir kitabın videosunu aramıyorsanız sıklıkla karşınıza çıkması pek de olası değil. İlk fragmanlarını Bedia Ceylan Güzelce’nin 1473 kitabına çeken April Yayıncılık’ın Genel Yayın Yönetmeni K. Egemen İpek yayınevlerinin bu işe neden mesafeli olduğunu şöyle anlatıyor: “Bu kadar fazla videonun döndüğü internet ortamında kendi videonuzu izletebilmek için son derece yaratıcı ve ilginç fikirlerle çıkmanız gerekiyor izleyici karşısına. Ben kitabıma video çektim demek yetmiyor” Yani tek sorun kitabı anlatmadan kitabı anlatabilmek değil. Eğer işe yaramayacaksa bir şeyler için çaba göstermenin de pek anlamı kalmıyor.
Tabii bir de bütçe meselesi var. Genel olarak yayınevleri kendi işlerini kendileri hallediyor. Dolayısıyla Türkiye’de henüz Roth gibi kendini yalnızca bu işe adamış şirketler yok. Bununla birlikte Doğan Kitap için kitap fragmanları hazırlayan film ekibi şimdiye kadar sekiz video hazırlamış. Şirketin kurucularından Ahmet Sönmez yayın dünyasının gelirleri çok yüksek bir pazar olmadığından maliyetlerin kısıtlı tutulduğunu anlatıyor. Teknik olarak masa başında yapılan en minimal çalışma 2 bin liradan başlıyor. (COS ya da The Other House gibi şirketlerdeyse fiyat aralığı 350 dolarla 50 bin dolar arasında değişiyor.)
Rakamlar farklı da olsa dikkat edilmesi gereken husus aynı: Kitabı anlatmadan ilgi çekebilmek. Kahramanın yüzünü göstermemek, hikâyenin geçtiği mekânlardan uzak durmak, konuşma kullanmamak en başta alınan önlemler. Ama tabii ki bunlar edebiyat ve romanlar için geçerli. Zira edebiyat dışı kitaplar için başka ve belki de daha verimli yollar da var. Özellikle iş hayatına yönelik kitaplarıyla tanınan Optimist Yayınları bu akımın peşinde gidenlerden. Yayınevinin kullandığı kitap fragmanlarında karşınıza doğrudan kitabın yazarı çıkıp kendisi ve çalışması hakkında ufak bilgiler veriyor. Genel Yayın Yönetmeni Mutlu Dinçer bir haberi okurken bile yanındaki barkod sayesinde birtakım görüntülere ulaşabildiğimiz bir çağda yaşadığımızı hatırlatıyor: “Bir metni videoyla zenginleştirmekten niye kaçınalım ki?”
Özeti yerine videosu
2006’da Guardian gazetesi “Yayıncılar MTV kuşağını kitaplara çekmenin bir yolunu buldu” diye taşımıştı sayfalarına bu gelişmeyi. Şimdi “Yaratıcılığı öldürür mü?” kuşkusunu bırakıp daha etkili bir şeye yöneliyor dünya: Çocukları kitapla buluşturmak için fragmanları kullanmak. University of Central Florida’nın kurduğu ‘Digital Booktalk’ (dijital kitap konuşmaları) Platformu 3 bine yakın üyesiyle yüzlerce kitap videosu çekilmesini sağlanmış. Artık bazı okullarda kitap özeti çıkartmak out, fragman çekmek in! Faydası? Birincisi kitap özetleri artık internette bulunabiliyor. Bu yeni bir fikir olduğu için çoğu öğrenci (daha önce filmi çekilmediyse) yaratıcılığını kullanması gerektiğinin farkında. Bunu yaptığı işe yansıtmak için de kitabı okumuş olmalı. Aynı üniversitede yapılan araştırmaya göre hem öğrenciler hem de öğretmenler - tabii yayınevleri de- bu durumdan memnun.
Son olarak başka bir gerçekten bahsedelim. Comscore’un 2011 sonunda açıkladığı araştırmaya göre Türkiye yüzde 93,6’yla internet üzerinden video izlemede birinci sırada. Aynı araştırmaya göre günde kişi başına yaklaşık olarak 10 video izleniyor. Eğer bunlardan beşi kitap videosu olsa ve bu beş videodan biri bir insanı kitap okumak ve de okumaya teşvik edecek kadar dikkat çekici olsa, fena mı olur?
Türkiye’den ve dünyadan kitap tanıtım videoları
Türkiye’de yazarlar yayınevlerinden hevesli görünüyor, şimdilik. Birkaç yayınevi dışında videolar yazar ve çevresinin yardımıyla çekiliyor. En kayda değerinin 4 bin tık aldığı düşünülürse yayınevlerinin niye uzak durduğu anlaşılır. İşte örnekler...
Deli Kadın Hikâyeleri/Mine Söğüt/YKY
Bahadır Baruter’in çizimleri ve Söğüt’ün kendi sesinden okumalarıyla birleştirilmiş müzikleriyle. kitabı gibi iç ürperten bir video.
İstanbul Hatırası/Ahmet Ümit/Everest Yayınları
İki dakikalık fragman romandan çok bir filmden kısa bir bölüm gibi…
Az/Hakan Günday/Doğan Kitap
Kitapla uyumlu müziği ve fotoğrafik alıntılarıyla hazırlanmış. ‘Az’ için biraz az gelse de bir dakikaya sığdırılabilecek her şey kullanılmış.
Nar/Ece Gamze Atıcı/Feniks Yayınları
Tanıdık simalar Atıcı’nın kitabından pasajlar okuyor.
1473/Bedia Ceylan Güzelce/April Yayınları
Kitabın kahramanı iki kirpi başrolde. Kitaptan alıntılarla görüntüler üst üste binince hikâyenin bir bölümü dile gelmiş…
Pucca Günlük ve Geri Kalan Her Şey/Pucca/Okyanus Yayınları
Blog’dan kitap dünyasına transfer olan ve çok sevilen Pucca’nın videosu tabii ki çok iddialı. Güzel bir animasyon ve müzikle hazırlanmış video, açık sözlü, şehirli, çılgın kadın Pucca’nın ikinci kitabını iyi özetliyor.
Milat/İhsan Kaplan/April Yayınları
Türkiye’nin ilk kitap fragmanı mottosuna sahip tanıtımda seslendirme Cem Adrian’dan...
Ölüm Pornosu/Chuck Palahniuk
Palahniuk’un kitabının kahramanı Cassie Wright ile yaptığı röportaj kuşkusuz bir kitap tanıtımı için en sıra dışı ve en çarpıcı örnek.
Going West/ Maurice Gee
Mobylives adlı blog tarafından verilen en iyi ve en kötü videolar listesinin, “En yüksek bütçeyle çekilmiş en iyi kitap tanıtım fragmanı.”
Tree of Codes/Jonathan S. Foer
Değişik bir baskı şekliyle kitap cümlelerinde oynamalar yapmanızı sağlayan bir kitap. Fragman, kitabı ilk defa gören ‘sokaktaki adam’ın ifadelerini yansıtıyor.
Raven (Kuzgun)/Edgar Allen Poe
Üzerine video çekmekten en çok hoşlanılan kitaplardan biri. Belki karanlık atmosferi belki cümlelerin dehasından bilinmez...
* Videolar YouTube’da kitapların ismiyle aratılarak izlenebilir.
KAR VE FİLMLER
Kar halen var gücüyle etrafı beyaza boyamaya, geceyi aydınlatmaya devam ediyor. Buzzz gibi havada ufak bir yürüyüşten sonra tarçınlı çayımı yudumlarken aklıma içinden kar geçen filmler geldi. Parmaklarım kendini hissetmeye başlayınca hayat paylaşınca güzel diyerek başladım yazmaya.
Hmmmm ilk aklıma gelen Dr. Jivago oldu. Omar Sherif ve Julie Christie'nin başrollerini paylaştığı 1965 yapımı film. Boris Pasternak'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan yaklaşık 3.5 saatlik görsel şölen. Hatıralardan silinmeyen o meşhur müziği ise bestecisi Maurice Jarre'a en iyi film müziği dalında Oscar ve Grammy ödülü getirmiş o zamanlar. Uçsuz bucaksız karlı sahneleri içeren romantik ve destansı film Rus ihtilali sırasında yaşanan bir aşk hikayesini anlatıyor.
Rusya'nın karlı steplerinden Amerika'ya gidiyoruz ve bu kez perde de "Love Story" var.
Ryan O'Neil ve Ali Mc Graw'ın başrollerini paylaştığı dramatik aşk öyküsü. Francis Lai tarafından bestelenen filmin unutulmaz müziği En iyi Orjinal Müzik Oscar'ına layık görülmüş.
Sırada 1862 yılında yazılmış Victor Hugo'nun ünlü Sefiller adlı eseri var. Ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılan Jean Valjean'ın dramatik öyküsünü anlatıyor film.
Biraz daha günümüze yaklaşıyoruz. 2005 yapımı Kar Mucize'si yansımış beyaz perdeye.
Noel arifesinde yağan kar sonucu yaşanan küçük mucizeleri anlatıyor bu kez. İçinde biraz dram, biraz komedi çokça romatizm var. Kar olur da romantizm olmaz mı:)
Uzak diyarlardan ülkemize geliyoruz ve son yıllarda en çok beğendim filmlerden biri var bu kez.
Reha Erdem'in Kosmos'u. Kars'ın büyülü atmosferi içinde mucizeler yaratan bir hırsızın hikayesini anlatıyor film.
Ve son filmim Tarık Akan'ın Deli Deli Olma. O da Kars'ta geçiyor. Çarlık Rusya'dan kaçıp Kars'a yerleşen Malakan'ların öyküsü var filmde. Son Malakan'ın öyküsü dersem daha doğru olur. Karlar içinde geçen yıllar ötesinden günümüze uzanan bir aşk filmi.
Ufakta olsa bir gezinti yaptım içinden kar geçen filmler arasında...Şimdi içlerinden biri iyi gider doğrusu. Sizce:)
Hmmmm ilk aklıma gelen Dr. Jivago oldu. Omar Sherif ve Julie Christie'nin başrollerini paylaştığı 1965 yapımı film. Boris Pasternak'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan yaklaşık 3.5 saatlik görsel şölen. Hatıralardan silinmeyen o meşhur müziği ise bestecisi Maurice Jarre'a en iyi film müziği dalında Oscar ve Grammy ödülü getirmiş o zamanlar. Uçsuz bucaksız karlı sahneleri içeren romantik ve destansı film Rus ihtilali sırasında yaşanan bir aşk hikayesini anlatıyor.
Rusya'nın karlı steplerinden Amerika'ya gidiyoruz ve bu kez perde de "Love Story" var.
Ryan O'Neil ve Ali Mc Graw'ın başrollerini paylaştığı dramatik aşk öyküsü. Francis Lai tarafından bestelenen filmin unutulmaz müziği En iyi Orjinal Müzik Oscar'ına layık görülmüş.
Sırada 1862 yılında yazılmış Victor Hugo'nun ünlü Sefiller adlı eseri var. Ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılan Jean Valjean'ın dramatik öyküsünü anlatıyor film.
Biraz daha günümüze yaklaşıyoruz. 2005 yapımı Kar Mucize'si yansımış beyaz perdeye.
Noel arifesinde yağan kar sonucu yaşanan küçük mucizeleri anlatıyor bu kez. İçinde biraz dram, biraz komedi çokça romatizm var. Kar olur da romantizm olmaz mı:)
Uzak diyarlardan ülkemize geliyoruz ve son yıllarda en çok beğendim filmlerden biri var bu kez.
Reha Erdem'in Kosmos'u. Kars'ın büyülü atmosferi içinde mucizeler yaratan bir hırsızın hikayesini anlatıyor film.
Ve son filmim Tarık Akan'ın Deli Deli Olma. O da Kars'ta geçiyor. Çarlık Rusya'dan kaçıp Kars'a yerleşen Malakan'ların öyküsü var filmde. Son Malakan'ın öyküsü dersem daha doğru olur. Karlar içinde geçen yıllar ötesinden günümüze uzanan bir aşk filmi.
Ufakta olsa bir gezinti yaptım içinden kar geçen filmler arasında...Şimdi içlerinden biri iyi gider doğrusu. Sizce:)
Van Gogh'un eserlerine gireceksiniz
10 Şubat-15 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Karaköy Antrepo 3’te, 15 Ekim-30 Aralık tarihleri arasında da Ankara Cer Modern’de sanatseverlerle buluşacak olan sergide, Vincent Van Gogh’un en ünlü eserleri, izleyiciyi ışık, renk ve ses senfonisinin içine alacak.
Türk ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim, 100’üncü kuruluş yıldönümünü dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan etkileyici bir sergiyle kutluyor.
Sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde harmanlayan ve bu özelliğiyle Abdi İbrahim’in 100 yıllık bakış açısını yansıtan sergi, izleyiciyi alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, resmin hikayesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
PRÖMİYERİNİN HEMEN ARDINDAN İSTANBUL'DA
3.000’in üzerinde digital imajın tek bir hikaye anlattığı çarpıcı bir sanat ve teknoloji füzyonu olan Van GoghAlive, geleneksel sanat, multi medya görüntü teknolojisi ve sinematografik yönetmenliğin eşsiz bir birleşimiyle; cezbeden, eğiten ve eğlendiren alternatifsiz bir deneyim sunuyor.
Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan ve Singapur’daki dünya prömiyerinin hemen ardından İstanbul ardından da Ankara’da sanatseverlerle buluşacak olan sergi, 2012 yılı boyunca sanat dünyasının ilgisini Türkiye’ye çekecek.
ÇERÇEVE YOK, İÇİNDESİN...
Van GoghAlive Digital Sanat Sergisi’nde, SENSORY4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki surround ses sistemi birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken eşsiz bir görüntü kullanılıyor. Dokunmak isteyeceğiniz kadar gerçek, dev boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler, İstanbul Karaköy Antrepo ve Ankara Cer Modern için özel olarak tasarlanan çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...
Çektiği ve çekemediği fotoğraflarıyla Sabahattin Ali
“Bir Fotoğraf Camı” sergisinde, Sabahattin Ali’nin yaşamında önemli yeri olan insanlar, gezdiği, gördüğü yerler, görüntülediği fotoğraflar yer alıyor.
Başta Ankara olmak üzere 1930’lu yılların Anadolu sokaklarının ve insanlarının yer aldığı bu fotoğraflar, usta yazarın edebi kimliğine de ışık tutuyor. “Bir Fotoğraf Camı” Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali Sergisi, 3 Şubat – 3 Mart tarihleri arasında Caddebostan Kültür Merkezi’nde ziyaret edilebilecek.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi işbirliği ile düzenlediği “Bir Fotoğraf Camı” sergisinde, 41 yıllık kısa yaşamına çok sayıda eser ve tercüme sığdıran, Türkiye’nin farklı yerlerinde öğretmenlik yaparken öğrencileri üzerinde derin izler bırakan, Ankara’da Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşunda ve ilk öğrencilerinin yetişmesinde büyük emeği olan Sabahattin Ali’nin en büyük tutkularından biri olan fotoğrafları, kişisel evrakı ve bazı özel eşyaları sergileniyor.
Sergi, Sabahattin Ali’nin yaşamöyküsünün fotoğraflarla anlatıldığı ilk bölümün ardından, yazarın yaşamından seçilmiş temalarla devam ediyor. Serginin yazarın ailesi, çocukluğu, gençliği, Almanya’da yaşadığı yıllar, öğretmenlik, askerlik, evlilik ve babalık dönemleri gibi başlıklı bölümlerinde ise yazarın fotoğraflarına kişisel evrakı ve eşyaları da eşlik ediyor.
Nâzım Hikmet’in Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektup ve ilk kez bu sergide görülecek bir fotoğrafı, Orhan Veli Kanık’ın imzalı kitabı, Sabahattin Ali’nin gözlüğü ve Paşakapısı Cezaevi’ndeyken üzerinde olan takım elbisesi de serginin önemli parçalarından… Sabahattin Ali’nin Objektifinden başlıklı bölümde de ilk kez bu sergide görülebilecek fotoğraflar var. Ayrıca sergide yer alan ve Sabahattin Ali’nin 1939 yılında Sivas yolunda çektiği fotoğrafları ile eşi ve kızı Filiz Ali’ye ait fotoğraflar da sanatsal olarak dikkate değer.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi işbirliği ile düzenlediği “Bir Fotoğraf Camı” sergisinde, 41 yıllık kısa yaşamına çok sayıda eser ve tercüme sığdıran, Türkiye’nin farklı yerlerinde öğretmenlik yaparken öğrencileri üzerinde derin izler bırakan, Ankara’da Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşunda ve ilk öğrencilerinin yetişmesinde büyük emeği olan Sabahattin Ali’nin en büyük tutkularından biri olan fotoğrafları, kişisel evrakı ve bazı özel eşyaları sergileniyor.
Sergi, Sabahattin Ali’nin yaşamöyküsünün fotoğraflarla anlatıldığı ilk bölümün ardından, yazarın yaşamından seçilmiş temalarla devam ediyor. Serginin yazarın ailesi, çocukluğu, gençliği, Almanya’da yaşadığı yıllar, öğretmenlik, askerlik, evlilik ve babalık dönemleri gibi başlıklı bölümlerinde ise yazarın fotoğraflarına kişisel evrakı ve eşyaları da eşlik ediyor.
Nâzım Hikmet’in Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektup ve ilk kez bu sergide görülecek bir fotoğrafı, Orhan Veli Kanık’ın imzalı kitabı, Sabahattin Ali’nin gözlüğü ve Paşakapısı Cezaevi’ndeyken üzerinde olan takım elbisesi de serginin önemli parçalarından… Sabahattin Ali’nin Objektifinden başlıklı bölümde de ilk kez bu sergide görülebilecek fotoğraflar var. Ayrıca sergide yer alan ve Sabahattin Ali’nin 1939 yılında Sivas yolunda çektiği fotoğrafları ile eşi ve kızı Filiz Ali’ye ait fotoğraflar da sanatsal olarak dikkate değer.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...
ESKİ KADINLAR
Bugün TRT-Türk'de Nazlı Eray'ın "Hayat Bir Masal" adlı programını seyrettim. Bugünkü sohbet konusu eski kadınlar idi. Anneannelerimiz, babaannelerimizden bahsettiler. Onların yaşamlarını günümüz kadınının yaşantısıyla karşılaştırdılar. Köşkten gökdelenlere...
"Kalbinde Kadın Taşıyan Erkekler Birahanesi" adlı kitabında şöyle anlatıyordu babaannesini:
"Eski bir Osmanlı hanımefendisi olan babaannem hayatında hiç sinemaya gitmedi, televizyonu görmedi, asansöre, yürüyen merdivene binmedi. Hiç uçağa binmedi babaannem, kaset dinlemedi. Kentin keşmekeşinin içine girmedi. Eski siyah bir telefon çaldıkça, 'Alo' dedi yalnızca. Çini sobaları bildi, seki ahşap köşkü bildi, baharda açan menekşeleri bildi, kırlangıcın gelişini, hallacın sesini bildi. O da kadındı. Öyle yaşadı, sessizce öldü."
Çoğumuzun anneanne ve babaanneleri gibi. Anneannem bahçeyle uğraşmayı çok severdi. Evdeki işleri bittiği zaman eline makası alıp bahçeye iner, kah gülleri budardı, kah mevsimine göre bir şeyler ekerdi. Bazen bir çiçek, bazen sebze tohumu. Onlarla uğraşmak hoşuna giderdi. Yün örer, masallar anlatırdı. Eski İstanbul'u ondan öğrenmişimdir. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Marmara Denizi'nin üstü karaböcek gibi düşman gemileriyle doldu diye anlatırdı o zamanki anılarını. Komşularını, eski mahallelerini, evlerini...
Babaannem işleri bittiğinde balkona çıkar limana giren çıkan gemileri seyrederek dinlenirdi. Bazen lambalı radyosunu açıp divana oturur. Başını yaslar ve programları dinlerdi. Mis gibi reçeller, börekler yapardı. Şarkılar söylerdi titrek sesiyle, hikayeler anlatırdı gençliğiyle, çocuklarıyla ilgili. Her daim bahçesinde bir şeyler
vardı uğraşacağı. Civcivleri vardı. Komşularına gidip gelirdi. Misafirlerini ağırlardı...
Bu iki kadınında evlerinde bugünkü konfor yoktu. Bulaşık makineleri yoktu. Çamaşır makinesi sonradan evlerine girdi. Buzdolabı yerine balkonlardaki tel dolapları vardı. TV'da yoktu gençliklerinde. Elektrik süpürgesi yerine çalı süpürgesi vardı. Evleri tertemizdi. Mis kokardı her daim. Kalorifer yerine sobalarla ısındılar uzunca bir süre. Telefon yerine çocuklarını gönderdiler haberleşme aracı olarak birbirlerine. Ya da çat kapı gittiler gidecekleri yerlere. Cep telefonunu rüyalarında görseler inanmazlardı. Benimkilerin ömürleri aslını bile görmeye yetmedi. O zamanlar bu kadar boşanmada yoktu. Saygılıydılar karı-koca birbirlerine. Çocuk denecek yaşta evlendirilmişlerdi ve daha henüz kendileri çocukken evde ebe,konu, komşu akraba eşliğinde ilk bebeklerini kollarına almışlardı.
Zamanımızdaki gibi bolluk ve tüketim çılgınlığı yoktu, her şey azdı ama özdü. Zarifti giyimleri, kuşamları. Aileler bir aradaydı. Koskoca köşklerde birlikte yenilir, içilirdi. Daha fazla saygı ve sevgi vardı. Hanımlar ud çalardı eşlerine. Eski hanımlar köşklerle birlikte anılarda kaldı artık. Bir süre daha belleklerde yaşayıp sonra değişen nesille tamamen tarihe karışacaklar.
Programı seyrederken aklıma geçmiş dönemlerin ünlü kadınları geldi. Ufak bir araştırma yaptım kendime göre. Yazarından ressamına...İşte geçmişte kalan kadınlarımız;
Fatma Aliye Hanım.
Türk edebiyatının ilk kadın romancı olarak biliniyor. 9 Ekim 1862'de İstanbul'da doğmuş. O devirde ailesi kızların eğitilebileceğine inanmadıkları için kendisine özel bir eğitim verilmiyor ama ağabeyi Sedat Bey'in evde
özel hocalardan aldığı dersleri dinleyerek kendini geliştiriyor. 17 yaşında evlendiriliyor. Evliliğin ilk on yılında eşinden gizli kitap okuyor. Daha sonra eşinin bu konudaki tutumunu değiştirmesi üzerine onun ismi ile tercüme yapmaya başlıyor.
1891 yılında Ahmet Mithat Efendi ile Hayal ve Hakikat adlı romanı yazıyor. Romanın kadın ağzından olan bölümlerini Fatma Hanım, erkek ağzından olan bölümlerini ise Ahmet Mithat efendi yazıyor. 1892 yılında ise ilk romanı Muhadarat yayınlanıyor.
Ref'et (1898), Udi(1899) ve Hayattan Sahneler önemli yapıtlarındandır.
Leyla Saz Hanım
Osmanlı İmp. son dönemine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönemine tanıklık etmiş bir sanatçı.
1845 yılında dünyaya gelen Leyla Hanım babasının saray hareminin doktoru olması nedeniyle ablasıyla birlikte bir süre sarayda yaşamış. Bu arada sultan hanımlarının nedimeliğini yapmış, iyi bir eğitim almış. Saray yaşamı sırasındaki gözlemlerini, Osmanlı harem hayatını ve imparatorluğun son döneminde kadınların hayatını anlatan bir kitapta toplamıştır.
İki yüze yakın bestesi vardır ve "Yaslı gittim şen geldim" marşının bestecisidir.
Bostancı'daki köşkü İstanbul'un işgali sırasında yandığında bütün eşyaları, hatıra defteri ve besteleri oarada yanmış ama şiirlerini yıllar sonra 'Solgun Çiçekler' adli kitapta bir araya getirmiştir.
Mihri Müşfik Hanım
Türkiye'de ilk çağdaş resim çalışmalarını başlatan Mihri Müşfik Hanım 1886 yılında İstanbul'da Kadıköy Dr. Rasimpaşa Konağında dünyaya gelmiştir. Atatürk ve XV Benedict gibi ünlü kişilerin resimlerini yapmıştır.
Edebiyat-ı Cedide şairlerinin yazdıklarını resimleyerek bir Edebiyat-ı Cedide resmi yaratmıştır. Ünlü saray ressamı Zanaro'nun öğrenci olmuş ve ondan ders almıştır. Resme olan tutkusu yüzünden aristokrat hayatını terk etmiş bohem bir yaşam sürmüştür.
Mihri Müşfik Hanım 'Siyahlı Kadın'
Türk ve Çin hükümetlerini protesto ediyorum
Paul Auster’in son kitabı ‘Kış Günlüğü’ ABD'den bile önce ve ilk olarak Türkçe basılıp, Türkiye'de yayınlandı. Dünyaca ünlü yazarla kitabını konuşmak üzere Brooklyn’de buluştuk, Atatürk'ten Nazım Hikmet’e, Obama'dan Erdoğan'a geniş bir yelpazede söyleşirken Auster’in Türkiye’ye gelmeyi neden reddettiğini de öğrendik
‘Kış Günlüğü’ kitabınız ilk önce ve neden Türkiye’de yayınlandı?
- Evet, Türk okurlar dışında kimse okumadı henüz. Şubat ayında Danimarka ve İspanya’da yayınlanacak. ABD’de ağustos ayında çıkması planlanıyor. Tamamen programla ilgili. Türkiye'deki yayıncı erken davrandı (Can Yayınları).
Şu anda yeni bir kitap üzerine çalışıyor musunuz?
- Bir şeyler karalıyorum ama kitap olur mu bilmiyorum henüz. ‘Brooklyn Çılgınlıkları’ kitabından sonra uzun süre yazacak bir konu bulamadım, aylarca beklemem gerekti. Garip olan, şimdi kitaplar arasında daha uzun bir süre bekliyorum ama daha hızlı yazıyorum.
Öykü yazarı olan babam her kitabını bitirişinde "Artık yazmayacağım, bu son kitabım" der. Ya siz?
- Aynen öyle. Her son cümlede ben de aynı şeyi söylerim. Zira, yazdığınız sürece kendi hayatınızı yaşamıyorsunuz. Oysa, yaşamak gerekir yeniden yazabilmek için.
Edebi eserlerinizde kurgu ve gerçek o kadar iç içe ki sormadan edemeyeceğim, yaşadıklarınızı mı yazıyorsunuz, yoksa bazen yazdıklarınız bir yaşanmışlığa dönüşüyor mu?
- Hayır, sadece tek yönlü bir etkilenme. Bilinçaltımdan geliyor. İçimde bir şeylerin gömülü olduğunu biliyorum; bazen yüzeye çıkarlar ve onu takip ederim, nereye gittiğini gözlemlerim, hissetmeye dair bir duygu bu. İfade edemeyeceğim bir duygu.
Senaryo yazarken nasıl hissediyorsunuz?
- Bir filmin öyküsünü yazmak bambaşka. Tamamen farklı bir süreç. Sahneleri, diyalogları, kişileri ve ekibi önceden planlamanız lazım, ayarları ona göre yapmanız gerekiyor.
Türkçe’ye çevrilmiş 25’den fazla kitabınız var. ‘Timbuktu’nun film olacağı doğru mu?
- Öyle bir proje geldi bir hanımdan. Çok da ısrarcıydı. Merak ettim ve senaryoyu yazmasını istedim ama sonucu hiç beğenmedim.
Kitaplarınızdan bir Brooklyn sevdalısı olduğunuzu anlıyoruz. Peki Brooklyn olmasaydı nerede yaşardınız?
- Bunu düşünmek bile istemiyorum! İki hafta sonra 65 yaşında olacağım. Hayatımın 32 yılını yani yarısını burada geçirdim. Brooklyn her çeşit insanın yaşadığı bir yer. Ama bütün büyük şehirler gibi Brooklyn’in de çirkin ve güzel tarafları var.
NAZIM HİKMET 20. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ ŞAİRİDİR
Nobel Edebiyat Ödülü sizin için ne ifade ediyor?
- Neye göre verildiğini bilmiyorum. Bazen iyi yazarlar alıyor, bazen değil ama kimin kazandığını duymak her zaman ilgimi çekmiştir. Bir ödülün yazar için o kadar da değerli olduğuna katılmıyorum. Bence 20. yüzyılın en büyük üç yazarı Proust, Joyce ve Kafka. Sanat bir olimpiyat yarışması gibi algılanmamalı.
Latin edebiyatından kimleri okuyorsunuz?
- Malûm herkesin okuduğu isimler: Marquez, Vargas Llosa, Roberto, Fuentes, Borges, Cortazar, yakın zamanda kanserden kaybettiğimiz, Arjantinli yazar dostum Tomas Eloy Martinez... 'Santa Evita' adında çok çok ilginç bir roman yazdı, Eva Peron’un kayıp naaşına dair.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...
- Evet, Türk okurlar dışında kimse okumadı henüz. Şubat ayında Danimarka ve İspanya’da yayınlanacak. ABD’de ağustos ayında çıkması planlanıyor. Tamamen programla ilgili. Türkiye'deki yayıncı erken davrandı (Can Yayınları).
Şu anda yeni bir kitap üzerine çalışıyor musunuz?
- Bir şeyler karalıyorum ama kitap olur mu bilmiyorum henüz. ‘Brooklyn Çılgınlıkları’ kitabından sonra uzun süre yazacak bir konu bulamadım, aylarca beklemem gerekti. Garip olan, şimdi kitaplar arasında daha uzun bir süre bekliyorum ama daha hızlı yazıyorum.
Öykü yazarı olan babam her kitabını bitirişinde "Artık yazmayacağım, bu son kitabım" der. Ya siz?
- Aynen öyle. Her son cümlede ben de aynı şeyi söylerim. Zira, yazdığınız sürece kendi hayatınızı yaşamıyorsunuz. Oysa, yaşamak gerekir yeniden yazabilmek için.
Edebi eserlerinizde kurgu ve gerçek o kadar iç içe ki sormadan edemeyeceğim, yaşadıklarınızı mı yazıyorsunuz, yoksa bazen yazdıklarınız bir yaşanmışlığa dönüşüyor mu?
- Hayır, sadece tek yönlü bir etkilenme. Bilinçaltımdan geliyor. İçimde bir şeylerin gömülü olduğunu biliyorum; bazen yüzeye çıkarlar ve onu takip ederim, nereye gittiğini gözlemlerim, hissetmeye dair bir duygu bu. İfade edemeyeceğim bir duygu.
Senaryo yazarken nasıl hissediyorsunuz?
- Bir filmin öyküsünü yazmak bambaşka. Tamamen farklı bir süreç. Sahneleri, diyalogları, kişileri ve ekibi önceden planlamanız lazım, ayarları ona göre yapmanız gerekiyor.
Türkçe’ye çevrilmiş 25’den fazla kitabınız var. ‘Timbuktu’nun film olacağı doğru mu?
- Öyle bir proje geldi bir hanımdan. Çok da ısrarcıydı. Merak ettim ve senaryoyu yazmasını istedim ama sonucu hiç beğenmedim.
Kitaplarınızdan bir Brooklyn sevdalısı olduğunuzu anlıyoruz. Peki Brooklyn olmasaydı nerede yaşardınız?
- Bunu düşünmek bile istemiyorum! İki hafta sonra 65 yaşında olacağım. Hayatımın 32 yılını yani yarısını burada geçirdim. Brooklyn her çeşit insanın yaşadığı bir yer. Ama bütün büyük şehirler gibi Brooklyn’in de çirkin ve güzel tarafları var.
NAZIM HİKMET 20. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ ŞAİRİDİR
Nobel Edebiyat Ödülü sizin için ne ifade ediyor?
- Neye göre verildiğini bilmiyorum. Bazen iyi yazarlar alıyor, bazen değil ama kimin kazandığını duymak her zaman ilgimi çekmiştir. Bir ödülün yazar için o kadar da değerli olduğuna katılmıyorum. Bence 20. yüzyılın en büyük üç yazarı Proust, Joyce ve Kafka. Sanat bir olimpiyat yarışması gibi algılanmamalı.
Latin edebiyatından kimleri okuyorsunuz?
- Malûm herkesin okuduğu isimler: Marquez, Vargas Llosa, Roberto, Fuentes, Borges, Cortazar, yakın zamanda kanserden kaybettiğimiz, Arjantinli yazar dostum Tomas Eloy Martinez... 'Santa Evita' adında çok çok ilginç bir roman yazdı, Eva Peron’un kayıp naaşına dair.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...
KAR VE KİTAPLAR
Kar devam ediyor önümüzdeki günlerde Sibirya soğukları da gelecekmiş. Bu daha fazla kar manasına geliyor.
Hayatımın vazgeçilmezlerinden biridir kar. Kış demek kar demektir benim için. Karsız bir kış düşünemiyorum nedense. Soğuğu ve yağmuru kıştan saymıyorum. Bir kova burcu:) kış insanı olarak sıcaktan çok soğuğa, kara düşkünümdür. Aşırıya kaçıp, zarar vermediği sürece güzeldir kar. Bir kar tanesini elinize alıp dikkatle baktığınızda ne kadar ince ve zarif şekillerinden oluştuğunu görürsünüz. Karın altında sessizliği ve adımlarımın çıkarttığı sesi dinleyerek saatlerce yürüyebilirim karın altında.
İstanbul ne güzeldir karda. Nazlı bir gelin gibi süzülür gözlerimin önünde. Galata, Eyüp, Çamlıca,Kadıköy, Beşiktaş eski yeni her semtinin ayrı bir güzelliği vardır. Çirkinlikleri de bir süreliğine örter kar. Güzeldir karda şehir hatları vapuruna binip Boğaz'ın donuk mavi sularında bir yakadan diğer yakaya geçmek. Kıyıları seyrederek sıcak çay yudumlamak.
Ya da Haydarpaşa'dan trene binip (ki artık çok az kaldı bitmesine) raylar boyunca sallana sallana gitmek. Şehri birde tren camından görmek. Sonra eski kırmızı tuğla duvarlı bir istasyonda inip tekrar geri dönmek.
Ya da kendi evinizin camından mis gibi Türk kahvesi veya dumanı üstünde yeni demlenmiş çay eşliğinde seyretmek lapa lapa yağan karı. Belki sevdiğiniz bir kitabı okumak, bir film seyretmek.
Doyasıya keyfini çıkartmak....
İster bir bardak kahve eşliğinde ister bir kadeh şarap...
Ve sayfalarında kar tanecikleri uçuşan kitapları okumak:)
"Hala Slovenya'da tatil yapıyorum, bol bol kar yağdı, ışığı ve göz alıcı beyazlığı ile kar artık bakışlarımın bir parçası haline geldi. Vadiye döndüğümde eminim bunun boşluğunu hissedeceğim.: Doğaya en çıplak döneminde eşlik eden kahverengi ve grilerin hüznüne katlanmak daha da güç olacak. Karlı manzaralar bana müthiş bir dinginlik, saygı duygusu veriyor. Ne tuhaftır, ben bir deniz kentinde büyümeme karşın, dağ bana her zaman çekici gelmiştir. Konuğu olduğum Mauro, doğum yerlerinin önemli olmadığını, insanların deniz tipi veya dağ tipi diye ikiye ayrıldıklarını söylüyor. İnsan böyle doğar ve davranış coğrafi bir yatkınlıktan çok, ruhsal bir yatkınlıktır..."
Susanna Tamaro "Sevgili Mathilda İnsanın Yürümesini Dört Gözle Bekliyorum"
"Tipi biraz dinmişti. Kar da azalmışa benziyordu. Pek zor görünmüyordu yolculuk. Taze gübrelerin alaz alaz koyulaştırdığı sokaktan geçtiler. Çamaşır asılı evin önüne vardıklarında beyaz gömlek yalnızca bir kolundan kaskatı asılı duruyordu. İç paralayıcı uğultular çıkaran söğütlerin de yanından geçince kendilerini gene kırların ortasında buldular. Fırtına dinmek şöyle dursun, hızını daha da artırmışa benziyordu. Kardan yol iz belli değildi, ancak işaret direklerine bakarak buluyorlardı gidecekleri yönü. Gelgelelim rüzgarın karşıdan esmesi direkleri görmelerini hayli güçleştiriyordu.
Vasili Andreyiç işaret direklerini kaçırmamak için gözlerini kısıyor, başını eğiyor, ama yolu bulmayı daha çok ata bırakıyordu. Atta tam güvenilecek hayvandı doğrusu. Ayaklarının altındaki sert yolun dönemeçlerine uyarak bazen sağa, bazen sola kıvrılıyordu. Kar ve tipi şiddetini iyice arttırdığı halde kızaktakiler kah sağda, kah solda işaret direklerini görmeye devam ettiler..."
Tolstoy "Efendi ile Uşağı"
"Kar durmuştu. Hafif bir sis yakınlaşmakta olduğum sarayları ve kuleleri örtmüştü. Sonradan bu sisin, kentin sabah ve akşam makyajının bir parçası olduğunu öğrenecektim. Onun yanına yaklaşırken, sessiz ve hüzünlüydü
Prag. Tuhaf atmosferi beni kıskıvrak yakalayıvermişti. Gözlerim uzaklara gidiyor, bir kule, bir saray parçası, bir değişik gökyüzü dilimi yakalamaya çalışıyordum taksinin içinden, oturduğum yerden..."
Nazlı Eray "Kayıp Gölgeler Kenti"
"Sabah daha şehir yeni uyanırken yağan kara aldırmadan Atatürk Caddesi'nden aşağıya, gecekondu mahallelerine, Kars'ın en fakir semtlerine, Kalealtı Mahalle'sine doğru hızlı hızlı yürüdü. Dalları kar tutmuş iğde ve çınar ağaçlarının altından hızlı hızlı ilerlerken pencerelerinden dışarıya soba boruları çıkan eski ve yıpranmış Rus binalarına, odun depolarıyla elektrik trafosu arasında yükselen bin yıllık boş Ermeni kilisesinin içine yağan kara, buz tutmuş Kars çayının üzerindeki beş yüz yıllık taş köprüden her geçene havlayan kabadayı köpeklere, kar altında iyice boş ve terk edilmiş gözüken Kalealtı Mahallesi'nin küçük gecekondularından tüten incecik dumanlara bakıp öyle kederlendi ki gözlerinde yaşlar birikti..."
Orhan Pamuk "Kar"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)