Adım Sonbahar


Sonbahar demişken Atilla Birkiye'nin Atilla İlhan'lı ve şiirli bu güzel yazısını paylaşmadan edemedim. İşte;





Adım Sonbahar

Bütün uzak telefonlarda ağlayan kadınları öğrendiğinde on dokuz yaşındaydı. Tam yirmi beş yıl olmuş okuyalı, yalnız gecelerde elinden hiç bırakmayalı, Attilâ İlhan’ı.

Hani sözüm biraz da sana, hani gecenin bir vakti, o “genç yürekte” ebru gibi renkli bir iz bırakan sana:

Tam tamına elli yıl olmuş Duvar’ın çıkışının; ilk kitabı Attilâ İlhan’ın.

Sonra on kitap, yüzlerce şiir,  o sarsıcı şiir evreninin içine sürükleyen. Yalnız gecelerde, gece lambasının hemen yanında, yatağın başucunda bekleyen.

Henüz taze, saf, iyi niyetli; yıkanmamış dünyanın kiriyle. Bir elinde Attilâ İlhan şiirleri; yarım ay, hanımeli kokulu bahçenin duvarından aşağıya düşerken.

Belki de on dokuz yaşındaki o çocuğun derdi, yıllarca bitmez tükenmez derdi, ki başka bir değişle romantizm tutkunu kısaca, belki de hep o şiirlerdendir.

O şiirler ki, bazen insanın yüreğine bir hançer gibi saplanır.

O şiirler ki bazen insanı alıp, uzak bir mavi şehre götürür.

O şiirler ki bazen bir kadının dudaklarında öldürür.

İstanbul’un dört bir yanını gezdirir: sanki sokağa çıkma yasağıdır; Beyoğlu’nda, gecenin karanlığını bıçak gibi kesen derin bir sokaktır.

Henüz on dokuz yaşındaydı, genç bir delikanlı, pasaj sonrası, birkaç arjantin, kafa da iyi; arkadaşlar sağolsun; yatağına kadar getirmişler onu.

Kapı kapanır kapanmaz elinde, ya ben sana mecburum ya da yasak sevişmek. Alkolün etkisi hiçbir şey şiirin yanında...

Galiba en çok sevdiği, o yıllar, ben sana mecburum, hep:


ben sana mecburum bilemezsin

adını mıh gibi aklımda tutuyorum

büyüdükçe büyüyor gözlerin

ben sana mecburum bilemezsin

içimi seninle ısıtıyorum


Sonra kim bilir kaç yağmurlu genç kadına okunmuştur o şiir...

Kaç ayrılık sonrası, ki bilinir, ayrılık da sevdaya dahildir...

Evet, ayrılık sonrası, mehtabın aydınlattığı o yalnız bahçede rakısını yudumlarken...

Gözyaşları toprağa damlarken, kaç kez okumuştur, kendi kendine.

Bir yanda haziranda açan kırmızı güllerin kokusu, öte yanda pek nadirdir bilen, babasının özenle yetiştirdiği frenk üzümleri...

Reçeli de olur, likörü de...

Yalnız geçen yaz gecelerinin ardından gelen sonbahar serinliğinde, ağaç yapraklarının, bazısı yeşil, bazısı sarı, bazısı kahverengi, bazısı kızıldır; ama daha çok kızıldır, o şiirlerde sonbaharın yaprakları.

Daha o zaman, saf ve gencecikken anlamıştır adının “yanlışlığını”.


oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

           adım sonbahar


Yirmi beş yıldır bağımlı: iyileşmesi olanaksız, şiir bağımlısı; tam yirmi beş yıl.

Sözüm yine sana, ellinci yılı Duvar’ın: yani, o coşkulu, tutkulu, zaman zaman yasaklı sevda serüveni başlayalı...

Geçen zaman iyi kötü, güzel çirkin, neşeli hüzünlü...

Kim ne derse desin, ama bir ebru gibi renkli iz yaşamdan, bizde kalan.

Yüreğimizde, ebruli bir iz o şiirlerden kalan...

  

(Yaşamın Kendisidir Aşk, Özgür yay. 2008)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder