Büyükada'dan geçtim bugün


Büyükada'dan geçtim bugün. Bomboştu sokakları. Yazdan geriye pek bir şey kalmamıştı. Tek tük insanlar ve adanın zevkini çıkaran kediler, köpekler.

Sabah erkenden bindim motora. İşe okula gidenlerle bir de benim gibi günübirlik işi olanlarla demir aldı İstanbul'un onuncu adası Vordonisi'nin yanından prens adalarına doğru. İçeride kimi gazete okuyor, kimi yanındakiyle konuşuyor, kimi içini ısıtmak için çay kahve içiyordu. Bense Cadı'nın ilk sayfalarında adanın sokaklarında dolaşmaya başlamıştım bile. İlk durak Heybeliada. İnenler, binenler ve yola devam. Motora eşlik eden martılar donuk mavi kış denizinin üstünde süzülüyor. Pike yapıyor sonra aniden yükseliyor. Uzaktan güzeller ama yaklaşınca çirkin denizin nazlı kızları.



Aheste aheste iskele yaklaşıyoruz. Son durak herkes yerini yeni yolculara bırakarak iniyor ve adanın sokaklarında kayboluyor. İnsanın içini titreten bir soğuk kaplamıştı ortalığı. Gözüme açık bir kafe kestiriyorum. İşim bitsin şurada bir çay ve poğaça iyi gider diye geçiriyorum aklımdan. Biraz yürüyorum, bir kaç fotoğraf çekiyorum terk edilmiş caddelerde. Kediler köpekler oynaşıyor ayaklarımın dibinde. Çarçabuk hallediyorum işimi. Doğru kafeye. Camın kenarındaki koltuğa yayılıyorum. Sabahın tek müşterisine hizmet kusursuz. Duruma bakılırsa belkide günün ilk ve son müşterisiyim bugün. Bir bardak çay ve poğaça lütfen.
Karşıdaki otelin yosun tutmuş çatısında martılar etrafı süzüyorlar. Aşayiş berkemal rahat edebilir ada halkı dercesine. Hımmm taze sıcacık poğaça ve çay iyi gidiyor. İçim ısınıyor.
Elimi çantama atıyorum bakalım Ümran ne durumda bıraktığımdan beri. İyi saatte olsunlar neler karıştırıyor acaba? Biraz okuyorum. Adanın kiliselerinde, manastırında gezinirken aklıma uğultulu Hristos Tepesindeki (Manastır Tepesi) Rum Yetimhanesi geliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında Fransız Kültür Merkezi'nde yetimhaneyi konu alan Enis Batur'un yazılarıyla taçlanmış Hayalet adlı sergiye gitmiştim. Dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından yapılan devasa ahşap binanın ilk günlerinden son zamanına insanın hem içini acıtan hemde ürperten fotoğrafları sergilenmişti. Bina ilk önce otel olarak tasarlanmış fakat izin alınamamış. Daha sonra yetimhane olarak kullanılmış bir süre Kuleli Askeri Lisesine'de ev sahipliği yaptıktan sonra tamamen terk
edilmiş. Şimdi değil belki ilkbahar veya yazın geldiğimde ufak bir gezinti fena olmaz manastıra doğru.



Saatime bakıyorum. Eh vakit gelmiş. Motorun anakaraya kalkmasına az kalmış. Topluyorum çantamı, kitabımı iskeleye doğru inmeye başlıyorum. Yazın kalabalıktan adım atılmayan meydan bugün bana kalmış. Sakinliğin tadını çıkarıyorum. Yetimhaneyi, bomboş sokakları, bir resim karesinde donakalmış gibi duran faytonları Prinkipo'da bırakıp motora biniyorum İstanbul'a doğru. Heybeli'den birkaç fotoğraf daha çekip  istemesemde karışıyorum şehrin koasuna gözüm arkada adaların sakinliğinde kalarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder