3 yıl aradan sonra yeniden İstanbul’da

Salvador Dali yeniden İstanbul'da

Sürrealist resmin en önemli ressamlarından birisi olarak kabul edilen Salvador Dali, 3 yıl aradan sonra yeniden İstanbul’da.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ev sahipliğinde, InArtis ile Kült işbirliğinde gerçekleştirilen Salvador Dali Sergisi’nde 23 Aralık 2011- 26 Şubat 2012 tarihleri arasında Tophane-i Amire’de gerçekleştirilecek. Sergide Salvador Dali’nin, ‘İlahi Komedya’, ‘Sürrealizm İzleri’, ‘Gala ile Akşam Yemeği’ adlı 3 ayrı başlıktaki 121 eseri yer alacak.

Dante’nin bu uzun soluklu ‘İlahi Komedya’ şiirinin güzelliği Botticelli, Flaxman, Blake, Delacroix ve Rodin gibi isimlerin yanı sıra Dali’ye de ilham kaynağı oldu. Sergideki ‘İlahi Komedya’ bölümü 1950’li yılların başlarında dönemin İtalyan hükümetinin, Dante’nin 700. doğum günü şerefine Dali’den İlahi Komedya’yı resimlemesini istemesi üzeriye yapılan çalışmalardan oluşuyor.
Haberin devamı için aşağıdaki linki tıklayınız...

http://bit.ly/tfNBuT

Leonardo Da Vinci'nin kayıp eseri, sanat tarihçilerini birbirine düşürdü

Leonardo Da Vinci ortalığı karıştırdı

Sanat tarihçileri, İtalya'nın Floransa kentindeki Belediye Sarayı'nda (Palazzo Vecchio) gizli bir Leonardo Da Vinci eserini bulmak için sürdürülen delme işlemenin durdurulması için harekete geçti.

Farklı ülkelerden 150 sanat tarihçisi, delme işleminin bir başka Rönesans sanatçısı olan Giorgio Vasari'nin 1563 yapımı “Marciano Savaşı” adlı duvar resmine zarar verdiğini öne sürerek, bir an önce durdurulması için dilekçe imzaladı.

Birkaç yıl önce İtalyan sanatı uzmanı Maurizio Seracini, Leonardo Da Vinci'nin akıbeti meçhul “Anghiari Savaşı” adındaki duvar resminin Vasari'nin eserinin altındaki ikinci bir duvarda olduğunu iddia etmişti.
Geçen hafta dış duvarın içine kamera sokmak amacıyla delme işlemleri başlatıldı.

Da Vinci, kimi sanat tarihçilerine göre en güzel çalışması olarak yorumlanan “Anghiari Savaşı” adlı duvar resmini yapmaya 1504 yılında başlamış ancak kullandığı deneysel yağlı boya tekniğinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle eserini tamamlamadan bırakmıştı. Duvar resminin yer aldığı oda, daha sonra yenilenmiş ve Vasari, “Marciano Savaşı” adlı eserini 1563 yılında tamamlamıştı.

Vasari'nin Da Vinci'nin eserine zarar vermemek amacıyla yeni bir duvar ördüğünü ve resmini bu duvarın üzerine yaptığını iddia eden Seracini, resmin altında, üzerinde “Arayan bulur” anlamına gelen “Cerca Trova” yazılı bir bayrak taşıyan asker figürünü de kanıt olarak gösteriyor.

Geçen yıl radar teknolojisi kullanılarak yapılan araştırma sırasında Vasari'nin ördürdüğü duvar ile orijinal taş duvar arasında bir boşluk bulundu. California Üniversitesi'nde görev yapan Seracini ile ekibi, Vasari'nin eserinin çeşitli kısımlarını delerek arkadaki duvarda ne olduğunu görmek için açılan deliklerden kameralar uzattı.
Haberin devamı için aşağıdaki linki tıklayınız...

http://bit.ly/rJM8cd





Babamın küçük kızıydım ben.

Elinden tutup bakkala götürdüğü, şeker alıp mutlu ettiği küçük kızı.

Küçücük bir kızdım ben kanayan dizleri olan, pembe pembe elbiseler içinde saçı iki

 yana ,örülüp prenses ilan edilen.

Yetmedi bana bu mutluluk büyümek istedim. Ve bir gün geldi büyüdüm.

Babam artık elimden tutmuyor, şekerle alınacak bir gönlüm bile yok.

İnsan kanayan dizlerini özler mi? 

Ben özledim...

-Alıntı-

GÜNDEN KALANLAR

Hava güzel, pırıl pırıl bir kış güneşi olanca güzelliğiyle gülümsüyor dünyaya, insanı dinç tutan bir soğuk var, dondurmuyor, üşütmüyorda (tabii bu benim gibi soğuktan hoşlananlar için geçerli), bugün izinliyim istikamet Beyoğlu. Şu bahsedilen caddelerdeki fotoğrafları görmek istiyorum, belki bir kaç sergi, illaki kitapçı, dinlenmek için Cafe Française'de ufak bir kahve molası ve dönüş. Günümü programlayıp düştüm yollara.



İlk durağım Taksim. Atatürk Kültür Merkezi'nin önünden İstiklal Caddesine çeviriyorum rotamı. Her zamanki gibi canlı, capcanlı, cıvıl cıvıl. 72.5 millet burada. Kafelerde, sokaklarda...Çeşit, çeşit genci, yaşlısı, turisti, yerlisi, normal giyimlisi, çılgını. Ben en çok sıradışı olanları seviyorum bugün ilk gördüğüm ortayaşı biraz aşmış bir hanım gibi. Geçen yazımda yazdığım 'renksizlik kıyafetlerimizede yansımış' cümlesine inat rengarenk. Tam da arayıp bulamadığım şey karşıma çıktı. Yakasına kırmızı bir gelincik iliştirdiği yeşil paltosu, pembe gölge attırdığı bal rengi saçları, omuzuna astığı uzun taba çantası, kıyafeti ile uyumlu boynunda uzun zincir kolyesi, kırmızı gözlüğü, eteği ve kazağıyla Beyoğlu günüme başlamak için güzel bir rastlantıydı. 'Hiç bir şey tesadüf değildir' lafı doğru mu acaba?

The Marmara'nın önünden geçerken gözlerim her zamanki gibi 'Ebru'yu aradı ama misafirlerini kuyruk sallayarak karşılayamıyor ve her zamanki yerine uzanarak caddeden geçenleri seyredemiyor artık.

Tramway sallana sallana yoluna devam ediyor. Galatasaray Lisesinin yanınındaki sokaktan aşağı doğru yürüyorum. İşte resimler. Yapı Kredi Yayınlarının önüne koymuşlar. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yabancı sanatçılar tarafından çekilmiş fotoğraflar. Etkinliğin adı Türkiye'de Zaman. Farklı mekanlarda sergilenmesi haricinde bir özelliği yok. Atlas dergisinde bolca gördüğümüz resimlerden. Galatasaray Meydanı'nda iki resim dikkatimi çekti Michel Vanden Eeckhoutd'un Yörüklerle Toros Dağlarında ve Birbirini Kovalayan Çoban Köpekleri. Bu kadar reklamdan sonra farklı bir şey bekliyordum. Sıradan olmuş. Yinede renk getiren bir etkinlik.



Şimdi sırada Arkeoloji Sanat var. Kapısından içeri girer giremez geçmiş sizi kucaklıyor. Arkeoloji ile ilgili aradığınız her türlü yayını bulabileceğiniz bir yer. Kitapları kadar dekorasyonuda çekici. Bu arada çocuklar için yazılmış güzel arkeoloji ve boyama kitapları var.

Oradan sonra Yapı Kredi yayınlarına bir göz atayım derken kitap alıp çıkıyorum. Benim kitapçılardaki göz atma deyimim alıp çıkma ile eş anlamlı.



Sonra ver elini Tünel. Aaaa o da ne sokak çalgıcıları geri dönmüş. Yaşasın. Ekvator'dan 4 kişilik ekip üzerlerinde kıyafetleri özgün müziklerini icra ediyor. Harika. Bir süre onları dinliyorum ve resimlerini çekiyorum.

Denizler Kitapevi ve Robinson Crusoe'nun önünden bu seferlik başımı o yöne çevirmeden geçiyorum. Gelecek sefere oralara gireceğim. Daha sırada aylık dergileri almak için D&R var. Tünel'i sobeleyip geri dönüşe geçiyorum. Sıradaki program önce D&R dergiler alınacak, sonra Cafe Francais'de kahve eşliğinde zevkle okunacak.

Her zaman uğradığım Muhiddin Hacı Bekir şekercisini ve İnci Pastanesi bu kez pas geçiyorum. Bu aralar   tatlıyı yasakladım kendime:( Yok öyle şeker, gofret, profiterol vs. Salata neyine yetmiyor modundayım. Neyse geçer yakında.

Önümden genç bir adam yürüyor. Saçını topuz yapmış, omuzuna kadın çantasına benzer bir çanta asmış, dar paça pantolon, kısa deri ceket, boynunda atkı, son derece modern.  Moda dergilerinden fırlamış gibi. Beyoğlu'na renk katanlardan biri daha. Karşıdan yaka paça bir yanda, ellerinde çantaları, ağızlarında Red Kit gibi sigaralarıyla birbirleriyle konuşarak liseliler geliyor. Bu genç yaşta sigara içmeleri kabul edilemez olsada onlarda ayrı bir renk katıyor caddeye. Yanımdan Mercedes polis araçları geçiyor. Juke'den Mercedes'e terfi edilmiş. Araplar çok fazla. Kafanı çevirsen Arap'a çarpıyorsun. Diğer turistler gibi onlarda hoşgelmişler.

Yunan Konsolosluğu kapısını sonuna kadar açmış sergi için gelen konuklarını ağırlıyor. Türkiye'de Zaman'ın bazı fotoğraflarıda burada sergileniyor. Güvenlikten geçip içeri giriyorum. İlk kapıdaki fotoğraf dikkatimi çekiyor bende resmini çekiyorum.

Salona girip sol taraftan gezmeye başlıyorum. İlk fotoğraflar 'Dünyanın Merkezine Yolculuk' temalı. Jane Evelyn Atwood  'Zonguldak'ta yerin 350 m. altına indiğimde hayatımdaki ilk kömür madeni tecrübemi yaşıyordum.' diye anlatıyor madencilerle çektiği fotoğraflarını.

Kathryn Cook'un 'Sadece Ağaçlar  Tarihe Dokunabilir' temaları ise Van Gölü'nün yakınındaki Ahlat'ta çekilmiş. 'Sürekli olarak geçmişte nefes alıyordum. Mezarlar, mağaralar, türbeler, kale yıkıntılarından dökülen toz havayı dolduruyordu. Burada dolaşırken hep kaç tarih katmanını bir arada gördüğümü sordum kendime' diye dile getirmiş duygularını.

Buradaki fotoğraflar daha çok hoşuma gitti.



D&R'dan girer girmez çok büyük bir şok yaşadım. Aman allahım bu ne felaket diye geçirdim içimden. Bir sanatçıya saygısızlık etmek isterseniz halkın zevkle dinlediği parçalarını ancak bu kadar rezil edebilirsiniz. Sıtma görmemiş bir ses, felaket bir düzenlemeyle birleşmiş Barış Manço'nun kemiklerini sızım sızım sızlatıyor.
Alacağım dergileri alıp kasaya geldim. Elimdekileri bıraktıktan sonra 'Kim bu Barış Manço'nun şarkılarını rezil eden diye sordum.' Kasadaki görevli kibarca CD yeni geldi bende bilmiyorum diye cevapladı sinirden gözü dönmüş olan bu müşteriyi. İçimden bende bilmek istemiyorum dedim ve işkenceye son vererek attım kendimi caddeye. Barış Manço'nun anısa saygı lütfen...



Ve beklediğim an, kahve vakti. Yine güvenlikten geçip giriyorum Fransız Konsolosluğundan içeri. Kursiyerler bahçede gruplar halinde sohbet ediyorlar. Ferforje masalarından birine oturup dergilerimi çıkartıyorum. Acil bir filtre kahve ısmarlayıp, sigaramı yakıyorum. Önce kitap sonra Notos, gelecek ay bunlara Özgür Edebiyat'ta eklenecek. Yarım saat okuma ve dinlenme molası. Keyif saati yani.



Saatim gitme vaktinin geldiğini haber veriyor. Dergilerimi toplayıp, ödemeyi yaptıktan sonra buradaki sergiyi de hızlı çekim gezip geldiğim gibi çıkıyorum eve dönmek üzere.

Ve günden geriye 'Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş' dizeleri ile kediler konsolosuyla yaptığım sohbet kalıyor...

Çocuk dünyasında e-kitaba yer yok

Hayatımı kolaylaştıran teknolojiyle her zaman barışık olmuşumdur ama iş kitap okumaya gelince e-kitabı kabullenemedim doğrusu. Bana göre kitap kokusu hissedilerek, sayfaları çevrilerek, kelimeleri arasında kaybolunarak okunmalı. Bilgisayardan, cep telefonundan farkı olmalı. Hissedilmeli, saygı duyulmalı, okuyucu kitabı ile büyülü bir ilişki kurabilmeli. Kitap kitap olmalı yani, tabletlerin içine hapsedilmemeli. İşte bu yüzden e-kitaba ısınamadım ve almadım.

Bugün Hürriyet Gazetesi'nde aşağıdaki haberi okuyunca paylaşmak istedim. Çocuklar ve e-kitap.

Günümüzün okuyan çocukları halen matbu kitabı tercih ediyorlarmış. Ve umarım ısrar ederler bu tercihlerinde. Aslında bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da görev öğretmenlere ve ailelere düşüyor. Önce matbu kitap sonra belki e-kitap. 

İşte Hürriyet'in haberi:

Dünyanın dört bir tarafında e-kitaplar basılı kitabın yerine almaya başladı. Ancak çocuklar için matbu kitap bütün cazibesini koruyor.

Sekiz yaş altı çocuklarda e-kitap satışı neredeyse hiç yok. Türkiye’de de pek çok yayınevi e-kitap yayıncılığına geçtiği halde çocuklar için ciddi anlamda tek bir e-kitap mevcut değil. 
GEÇTİĞİMİZ günlerde New York Times’ta çocukların dünyasında e-kitaba fazla yer olmadığına dair bir yazı yayımlandı. Yazıya göre, çocuk kitapları söz konusu olduğu zaman e-kitapların payı yüzde 5 bile değildi. Çünkü çocuklar basılı kitapları tercih ediyor, kitaba dokunmak, sayfaları çevirmek istiyordu. Ancak basılı kitapları tercih edenler sadece çocuklarla sınırlı kalmıyordu. Kindle gibi teknolojik aletleri ellerinden düşürmeyen anne-babalar bile çocukları söz konusu olduğunda tercihlerini matbu kitaptan yana koyuyorlardı.

Can Yayınları: Hiç görmedik

Bunun üzerine Türkiye’deki durumun ne olduğunu araştırmak için Can Çocuk Yayınları’nın kapısını çaldık. Çocuk kitapları Koordinatörü İpek Gür kendilerinin bugüne kadar çocuklar için e-kitap hazırlamadıklarını, büyük yayınevlerinden herhangi birisinin kitap listesinde de böyle bir şey görmediğini belirterek, “Basılı kitap hiçbir zaman popülerliğini yitirmeyecek, çocuklar doğal olarak renkli ve albenili kitapları ve o kitapların sayfalarını çevirmeyi tercih ediyor” dedi.

Çocuklar matbuyu seviyor

Çocuklara yönelik ‘bir dolu kitap’ isimli bir internet sitesini yöneten Banu Aksoy ve Yıldıray Karakiya ise çocukların matbu kitaptan daha çok keyif aldıklarına dair herhangi bir araştırma görmediklerini hatırlatarak, “E-kitap fikrinin de henüz yeterince kabul gördüğünü düşünmüyoruz. Bir Dolap Kitap okur kitlesinden gördüğümüz kadarıyla anne-babalar matbu çocuk kitaplarına ilgi gösteriyor. Buna bağlı olarak çocuklar da daha çok matbu kitaplarla haşır neşir oluyorlar” dediler.

Peki kendileri çocukların e-kitaba ilgi göstermemesini nasıl yorumluyordu? Cevap son derece netti: “Eğer e-kitaptan kastedilen bildiğimiz matbu kitabın aynısını elektonik bir ortamda sunmaksa (PDF ya da Kindle, fark etmez), çocukların akıllıca davrandıklarını düşünüyoruz. Biz de örneğin Yaşar Kemal’in bir eserini ya da Pıtırcık’ın maceralarını matbu kitap dururken elektronik ortamdan okumayı abesle iştigal olarak görüyoruz. Bence e-kitaplar basılı kitaplara ne kadar benzerlerse, o kadar okunmaz oluyorlar. Ama etkileşimli kitaplar söz konusu olduğunda çocukların ilgisiz kaldığını hiç ama hiç sanmıyorum.”
Tür yayıncılar da ilgisiz
Yaptığımız kısa bir araştırma Doğan Kitap, YKY, İşkültür gibi çocuk yayınlarına ağırlık veren yayınevlerinin çocuklara yönelik e-kitap konusunda hiç de arzulu olmadıklarını koydu ortaya.
Haberin detayını görmek için aşağıdaki linke tıklayınız...
http://bit.ly/tRTIPv

"Evrim" sansüre takıldı

İNTERNET FİLTRESİNİN AMACI NE??
 
YORUMSUZ!!!!
 
 
"Evrim" sansüre takıldı

"Güvenli İnternet" kapsamında Darwin'in Evrim Teorisi de sansüre takıldı. Evrim Teorisi'ni anlatan siteye Çocuk Profili altında yasak gelirken, bu teoriye karşı olan siteye ise erişim sağlanabiliyor.

"Güvenli İnternet" döneminin başlamasıyla birlikte kullanıcılar artık Aile veya Çocuk Profili arasında seçim yapabiliyor ve filtreye kendi isteğiyle tabi tutulabiliyor.

Ancak bu profillerin devreye girmesiyle birlikte hangi web sitelerinin bu profillerde yasaklandığıyla ilgili net bir bilgi yok. Çocuk ve Aile Profil Kriterleri Çalışma Kurulu'nun kararıyla belirlenen yasaklı siteler
http://www.guvenlinet.org adresinden de kontrol edilebiliyor. Kullanıcıların oyları da sitelerin yasaklanmasında etkili oluyor.

Akademisyen ve aynı zamanda blogger olan A. Murat Eren ise, Twitter hesabında ilginç bir yasağı takipçileriyle paylaştı. Evrim Teorisi'ini ziyaretçileriyle paylaşan "evrimianlamak.org" sitesi Çocuk Profili altında yasaklı görünürken, bu teoriye karşı duran "evrimaldatmacasi.com" ise filtereye takılmış değil ve bu profil altında görüntülenebiliyor.
Haberin devamını okumak için aşağıdaki linke tıklayınız...

 http://bit.ly/scP2CA

PİYANO


1945 yılında Atina'dan gemiyle getirilip Galata Rıhtımı'na indirilen kuyruklu bir piyano, sahibi ünlü soprano Elvira de Hidalgo'nun ve genç, yakışıklı bir o kadar da çapkın hukukçu Cevat'ın tutkulu aşkını anlatıyor Yiğit Okur Piyano'nun satırlarında. 

Elvira ve Steinway piyanosu  günlerini çeşitli kadınlarla geçiren, mirasyedi Cevat'ın hayatına tesadüf eseri girer ama bir daha çıkamaz. Cevat'ın hayatındaki unutulmaz kadındır De Hidalgo.


Elvira'nın gerçek yaşam öyküsü olmamakla birlikte romanın esin kaynağıdır. Kitabın tanıtım sayfasındaki şu cümle ise dikkat çekici " Romandaki kimi kişiler gibi Piyano'da gerçek yaşamdan alınma bir kahraman; romanda bambaşka yazgısı olsa da, İstanbul'un seçkin müzikseverlerinden birinin evinde hala yaşamını sürdürüyor."


Roman 1945-1980 arası Türkiye'sinde geçiyor. 1960 devrimini, tek partide rejiminden çok partili döneme geçişi, Türkiye'nin savaş sonrası yıllarındaki toplumsal koşullarını o günlerin seçkin kesiminden insan manzaraları sunarak anlatıyor diyerek son noktayı koyuyor tanıtım yazısına.


Elvira  de Hidalgo ve Cevat dışındaki karakterlere gelince, evin sağır hizmetçisi Sakine'nin ve kızı Gülpembe'nin dramatik hayat hikayesi çıkıyor karşımıza sayfaları çevirdikçe, sonra Esra giriyor satırların arasına. Onunda güzel başlayan ama şaşırtıcı devam eden bir öyküsü var, Suzi-Murat ve Cevat'ın aşk ilişkileri ve diğerleri. Sahneye biri giriyor öbürü çıkıyor ve böyle devam ediyor taa ki...


Her zamanki gibi kitaptan tadımlık cümleler:

 "Tatlar geleceğe doğru arzu, hırs geçmişe doğru anıdır."


"Yaşamımın ileriki yıllarında  daha da belirgin fark edecektim: hangi ulustan, hangi toplumsal tabakadan olursa olsun, kadınların çantaları aktar dükkanına benzer. Gerekli gereksiz her şey vardır içlerinde ama aradıklarını bu panayırda bir türlü bulamazlar."


"Geçmişimizin yüzyıllarını sırtımızda taşımak hem övgüdür, hem sorumluluk hemde boş bir avuntu."


Ve son olarak barmenlerle ilgi bir bölüm:)


"Barmenlerle konuşmak bir tür psikiyatridir. Bunlar doktorlardan iyidir. Kırk kez psikoloğa ya da psikiyatra gitmek yerine, bir akşam saatini barmenle geçirirseniz, geçicide olsa, ruhsal sağlığınıza kavuşursunuz. Tabii barmenin deneyimli, usta bir zanaatkar olması koşuluyla. deneyim kadar; barmenin oynak bir zekaya sahip olması, geçici tedavi için esastır. sözcüklerle yapılan bir tenis maçıdır. Her attığınız top aynı hızla gelip sizi bulur. Siz bir daha vurursunuz, top gider gelir. Ya da tek kaleye şut çekersiniz. Barmen kalecidir. Bazen hatır için gol yer, bazende sözde plonjonlarla topu çıkartır, ama en iyi şutlayacağınız şekilde topu tekrar size atar."


Piyano                                           Yiğit Okur                                               Can Yayınları
  

                                                                                         
                                                                                                      



      

Balık Deniz Atları ve Tavuskuşu


Bugününü güzel bir sergi gezerek değerlendirmek isteyenlere....


Ayşegül Yeşilnil'in "Balık, Deniz Atları ve Tavuskuşu" resim sergisi Tuzla Belediyesi Sanat Galerisi'nde sanatseverlerle buluştu.

Eserleri, Unesco tarafından "Uluslararası ustalık belgesi" ile onurlandırılan Ayşegül Yeşilnil'e ait 55 özgün eser, Uluslararası ressam ve caz sanatçımız Ayşegül Yeşilnil’in özgün fırçasıyla oluşturduğu resimleri 31 Aralık 2011 tarihine kadar Tuzla Belediyesi Sanat Galerisinde izlenebilir.

Eserleri, UNESCO tarafından “Uluslararası ustalık belgesi” ile onurlandırılan sanatçımız geçtiğimiz yıl Meksika Bienalinde, Türkiye’yi başarıyla temsil etmişti.


KİM: Ayşegül YEŞİLNİL Resim Sergisi
NE ZAMAN: 01-31 Aralık
NEREDE: Tuzla Belediyesi Sanat Galerisi Cami Mah. Cumhuriyet Cad. 99/A 

AYŞEGÜL YEŞİLNİL KİMDİR?

1982'de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü - Tekstil Tasarımı Ana SanatDalı'ndan mezun olan sanatçı, Türkiyede ilk kez Üniversite bünyesinde açılmış olan "Moda Tasarımı" uzmanlık dalına giren ilk öğrenci olarak hocası Ayten Sürür'den tek başına eğitim alarak; Türkiye'de döneminin tek ve ilk Üniversite mezunu moda tasarımcısı oldu. İstanbul Vakko Fabrikası'nda modadesinatörlüğü yaptı. Çeşitli ihracat firmalarında kreatör olarak çalışan Yeşilnil'in tasarımları uluslararasıfuar defilelerinde sergilendi. Ev ve tekne dekorasyonlarına yönelik tekstil ürünleri üretti. İpek ve çeşitli tekstil ürünleri üzerine yaptığı batik çalışmaları, giysi, eşarp ve yastık tasarımları, birçok sanat galerisinde sergilendi. İzmir Devlet Opera ve Balesi için afişler hazırladı.

Güzel Sanatlar Fakültesi - Müzikoloji bölümünün çok sesli korosunda Erdoğan Okyay'dan ve sonrasındaİstanbul'da Nükhet Ruacan'dan Şan eğitimi aldı. 1985 yılından beri yapmış olduğu resimler, caz resimleri ve mitolojik resimlerden oluşan eserleriyle 17 kişisel sergi gerçekleştirdi.

Resim çalışmalarının yanı sıra, 1987 yılından itibaren, birçok tanınmış caz müzisyenleriyle birlikte,profesyonel olarak caz söylemeye başladı.

Caz şarkıları söyleyen ve caz resimleri yapan "tek sanatçı" olan Ayşegül Yeşilnil, birçok konser, caz kulübü ve festival etkinlikleri gerçekleştirdi.

Haberin devamı için aşağıdaki linki tıklayınız...



Kalemliğim:)

Dün elinde sımsıkı tuttuğu, sanki yıllardır toprak altında kalmış ve gün ışığına çıkartılmış ufak eçiş büçüş  keramik bir vazoyla heyecanla kapıdan içeri girdi.

"Bunu sana yaptım, bugünkü seramik dersinde, içine kalemlerini koyarsın ama daha tamamlamadım, boyanması lazım, boyayım öyle vereceğim"

Yüzümdeki gülümseme daha da arttı bu ardı ardına sıraladığı kelimeleri duydukça. Beni düşünerek yapmıştı. Kimbilir ne kadar özendi güzel bir şey çıkartabilmek için. Nasıl da biliyor benim bu tür elişi keramiklere ilgimin olduğunu.

Şeklini incelediğimde aslında hiçte eçiş büçüş olmadığını, mağazalarda 'özel tasarım' adı altında yüzlerce liraya satılanlardan daha güzel olduğunu gördüm. Bir çok kişinin değişik bir ürün çıkartmak için günlerini verdiği keramiği, 45 dakikalık seramik dersinde yüreğinin derinliklerinden gelen duyguyla yoğurmuş hamurunu, kurutmuş, ve herşeyden en önemlisi beni düşünerek yapmış. Nasıl güzel gözükmez gözüme...

Herkes herkes için bir şeyler yapıyor, yapmaya çalışıyor elinden geldiğince ama bir çocuğun yaptığı kadar değerli olabiliyor mu acaba? Bence değil...Hiç bir şey onların küçücük dünyalarından kopup gelenler kadar güzel, saf ve değerli olamıyor. 

En değerli kalemliğim namı-ı değer Eçiş Büçüş:)  (Ne yapalım bütün sanatçıların eserlerinin bir ismi var benim ki de bu). Ama henüz boyamadığı için içine kalemlerimi koyamadım...




SİYAH-BEYAZ-GRİ

Bugün sabah saatlerinde Asya'dan Avrupa'ya giderken her zamanki köprüde trafik tıkandı. (Zaten açık olsa mucizeye girer.)

Keşmekeşin içinde yavaş yavaş ilerlerken bir anda çevremdeki araçların sadece siyah, beyaz ve gri renklerde olduğunu farkettim. Önümdeki kuyruk irili ufaklı çeşitli modellerdeki araçlarda bu renklerde uzanıyordu. Yanımdakiler de aynı. Belediye otobüslerinin yeşil, taksim dolmuşlarının ve taksilerin mecburi sarı rengini saymazsak...

Birden kendimi siyah beyaz televizyon seyredermiş gibi hissetmeye başladım. İçim sıkıldı. Gideceğim yere kadar tek tük değişik renk. Onlarda koyu. Lacivert, bordo vs. Trafik ışıkları bile rengarenk kalıyor yanlarında. Ve tesadüf eseri bir tane kırmızı araba. Bugün bu renkler mi sözleşmiş trafiğe çıkmak için yoksa hergün mü böyle...Tabikii her gün böyle.




Acaba ruh halimiz mi yansımış araçların rengine? Siyah, beyaz ve gri. Renksiz, ruhsuz...

Genelde insanların kıyafetleri de aynı şekilde. Koyu renkler hakim. Kaç kişi kırmızı paltoyla dışarı çıkıyor ya da sarı pantalon veya cart yeşil bir kabanla. Neredeyse hiç yok. Gençler bile koyu renkleri tercih eder olmuş.
Neden? Rengarenk giyinen birine hafifmeşrep gözüyle mi bakılır yoksa. Oysa insanın içini açar değişik renkler. Moral verir, gözüne ışık getirir, gününe neşe kadar.

Galiba biz toplum olarak renksiz bir toplumuz. Ve bu durum ruh halimize de yansımış. Ya da ben mi bugün öyleyim? Dışarı bakın gökyüzü bile griiiii:)

Hepinize rengarenk bir gün dilerim.....