METEOR YAĞMURU II



14 Ağustos tarihli yazımda 17 Kasım'da Lenoid Akanyıldız yağmuru olacağını yazmıştım.

Zaman ne kadar çabuk aktı geçti ve geldik 17 Kasım'a. Hava kapalı, bulutlar karanlık gökyüzünü kaplamış, ay ve yıldızlar ortalıkta gözükmüyor, şehrin ışıkları tüm gücüyle gökyüzüne yayılıp, o kendine özgü koyu karanlığın büyüsünü bozuyor. Bütün bunlar bu gece Lenoid'lerin muhteşem dansını izleyemeyeceğiz manasına gelsede ben yinede  başımı pencereden uzatıp gökyüzünü seyretmekten alamıyorum kendimi.

Ne kadar uğraşsamda ulaşamıyorum yıldızlara ve aya. Ay tülün arkasından bakıyor bu gece yeryüzüne tüm gizemiyle. Yıldızlardan ise hiç umut yok. Arasıra geçen uçakların çakan ışıkları ve gökyüzü manasızca tarayan lazer ışığı huzmesi haricinde bir şey göremiyorum ama yine de ayrılamıyorum camın önünden. Kimbilir belki  bir yıldız, yazın kumsalda olduğu gibi, onları bu sonbahar gecesinde beklediğimi farkeder de göz kırpar diye.

Tüm yıldız yağmuru sevenlere, fazla ümitlenmeyin ama bu gece Lenoid Akanyıldız yağmuru var. Belki bir sürpriz yapıp biz dünyalılarıda danslarına ortak ederler, belkide bu gece kendi aralarında eğlenirler.

Ufak bir hatırlatma eğer bulutların arasından kayan bir yıldız görürseniz dilek dilemeyi unutmayın:)

Tüm dileklerinizin gerçekleşmesi ümidiyle, mutlu rüyalar...


BAYKUŞ, BEN VE ARTEMİS



Baykuşları sever misiniz?

Ben çok severim. Her yaz yine pisletmişsin etrafı diye söylenirim evin balkonunu mesken tutmuş gri baykuşuma. Söylenmeme rağmen geceleri onun kanat çırpışını ve sesini duymadan uyuyamam. Bizi, kah tünediği pancurun üzerinden gözetler, kah elektrik direğinin. Her yaz aynı cümleyi duyarım komşulardan 'sen bunu evlat edin en iyisi'. Kimi de uğursuz der onun için. 'Uzaklaştır evin çevresinden, iyi değildir bu kuş.'
Ters ters bakması haricinde bir uğursuzluğunu görmedim bu güne kadar.

Halk arasındaki söylentiye göre baykuşun bulunduğu evden ölü çıkarmış. Bilimadamları ise bunun doğru olmadığını söylüyorlar. Baykuşlar gece avlanan hayvanlardır. Eskiden köylerde hasta olan evlerde geceleri ışık yandığı için baykuşlarda bu evlerin çevrelerinde dolaşırlarmış. Evdeki hasta öldüğü zamanda bunu baykuşun uğursuzluğuna bağlarlarmış. Baykuşun uğursuzluğu ve bulunduğu yere ölüm getirmesi batıl inancı buradan çıkmış.

Bilimadamları ise keskin görüşleri sayesinde ev çevresinde yılan, fare ve akrep gibi zararlıları avladıkları için aslında baykuşların ev sahiplerinin koruyucu olduklarını söylüyorlar.  

Bizdeki uğursuzluk düşüncenin aksine Fransızlar onu iyi şans getiren bir hayvan olarak, İngilizler ise dostluğun arkadaşlığın simgesi olarak görmektedir.

Mitolojide ise bilgelik tanrıçası Pronoia (temkinli, ihtiyatlı) sıfatına sahip Athena'nın simgesidir baykuş.

Atina tetradrahmilerinin üzerinde de baykuş resmi işlenmiştir.



Baykuşlar ve ben tamam da Artemis nerden çıktı?

Ahşap baykuş biblosu aldığım yer. Bugün yine yağmurun altında Kadıköy'ün arnavut kaldırımlı sokaklarını arşınlarken tesadüfen karşıma çıktı Artemis. Vitrinini görünce dayanamadım girdim içeri. Aman tanrım tam benlik bir yer.

'Sizler için teker teker topladığımız tamamı el yapımı ürünlerle, kendinizi Artemis'te uzaktaki kültürlere daha yakın hissedeceksiniz' yazıyor web sitelerinde. Neler yok ki:) Mısır camları, Tibet yünleri, Kenya abanozu, Fildişi Sahillerinin maskeleri...Dünya halklarının el sanatları. Hepsi birbirinden orjinal. Her bütçeye uygun tam bir cangıl:)

Raflardaki ürünleri incelerken birden göz göze geldik onunla. Gözlerini koskocaman açmış tüm şirinliği ile bana bakıyordu. Yine karşına çıktım dercesine. Elimi uzattım atlayıverdi elime. Eh dedim hadi gidiyoruz eve.
Bindik arabaya geldik. Kütüphanenin bir köşesine kuruldu, sessiz sedasız oradan seyrediyor etrafı:)



Şaka bir yana sizde benim gibi ahşap heykellere, biblolara, değişik camlara, takılara, taşlara meraklı iseniz, kendinizin veya sevdiklerinizin hayatına güzel bir hediye ile renk katmak isterseniz http://www.artemishomeart.com/ ziyaret edin.

Artemis benim gibi kova ve orjinalliği seven tüm burçlar için:)




Sevgiyle mutlulukla kalın
Baykuş

Şamanizm ve Türk Adetleri


 
 
 
 
 
 
Su dökerek uğurlama:
Gidenin arkasından su dökmek eski Türkler'deki su kültürünün doğurduğu bir adettir.
 
Mum:
Câmi avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.
 
3 Kez Tahtaya Vurmak:
Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır.
 
Kurşun Dökme:
Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi.
 
Kırmızı kurdele:
Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdela Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelanın anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik'de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelanın da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır

Ay:
Anadolu'da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler'in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.

40 Sayısı:
Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsânesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tâne kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semâvî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanlar'ın paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir.

Mezartaşı:
Şaman âyin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, âilenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar'ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabûl edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san'at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir

Dilek tutma:
Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır.
Ölüm ve köpek uluması:
Şamanizm'de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bâzı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.

İçki:
Şamanlar (kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Oysa İslâm’da içki içilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği vardır.

Kubbe:
Ayrıca, cami mimarisine kattığımız "kubbe" gök tanrı dini'nden taşıdığımız bir durumdur.

Nazar:
Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bâzı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.
 
Halı Kilim Desenleri:
Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman giysilerinin izleri taşımaktadır.
 
Müzik:
Şamanlar âyinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir âyin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur'an dışındaki dinî eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed'in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sâdece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.
 
-Alıntı-

MELEĞİN İZİ



"Bir yahudi söylencesine göre, bir bebek doğmadan hemen önce bir melek gelir, parmağını bebeğin dudaklarına bastırırmış; doğmadan önce gördüğü herşeyi unutsun, masum doğsun diye. Burunla üst dudak arasındaki o küçük çukur meleğin parmağının iziymiş." diye yazıyor Nancy Huston'un Meleğin İzi adlı romanında.

Öykü, yaşamı sırlarla dolu Saffie'nin, 1957 Mayıs ayında flüt sanatçısı Raphael'in gazeteye verdiği hizmetçi aranıyor ilanına başvurmasıyla başlıyor. Tanışmalarından kısa bir süre sonra Raphael hakkında hiçbir şey bilmediği, donuk, sessiz sedasız Saffie'ye aşık olur ve onunla evlenir. Evliliği ve daha sonra hayatlarına katılan bebekleri Emil bile annesinin bu dünyadan kopmuş yaşantısına renk katmaya yetmez taa ki bir gün Raphael'in bozulan bas flütünü tamir etmesi için götürdüğü flüt tamircisi Macar Yahudisi Andras'la tanışana kadar. Andras, Saffie'nin hayatında yeni bir sayfa açmasına neden olur ve geri dönüşü olmayan ikili bir oyun, yaşam başlar. Saffie-Andras-Emil ve çok mutlu bir evliliği olduğunu düşünen Raphael ile yolun sonuna doğru yavaş yavaş ilerlerken Saffie'nin hayatındaki sırlarda ortaya çıkar.

Yasak aşkın yanı sıra kitabın satırları arasında Alman'ların Yahudi soykırımı ve Fransız'ların Cezayir olayları anlatılıyor. Yahudi soykırımından aşağı kalmayan, Fransızların Cezayir'lilere yaptıkları işkenceler ise tüm şiddeti ile ortaya seriliyor.

Baştan sona insanın içini acıtan olaylarla örülmüş kitabın son cümlesi ise dikkat çekici;

"Gözlerinizi açın, yeter: Her yerde aynı öykü sürüp gidiyor."

Yahudi soykırımın yerini başkaları almış, sonu kötü biten yasak aşklar hala var, kendini mutlu sanan, etrafında olanları görmeyenler ise hala kör ve öykü kahramanları değişerek devam ediyor...

"Müziğin dediği gibi, hadi ama, ağlama"
Bachmann.




MELEĞİN İZİ                Can Yayınları          Nancy Huston        Aylin Yengin çevirisi