DOSTOYEVSKİ'DEN PUŞKİN'E İSTANBUL

Dünya edebiyatçılarının gözüyle 'İstanbul'

Dünya edebiyatçılarının gözüyle 'İstanbul'

Ernest Hemingway'dan Panait Istrati'ye, Dostoyevski'den Puşkin'e geçmişin ve günümüzün en önemli edebiyatçıları, eşsiz güzelliklerin başkenti İstanbul'a eserlerinde yer verdi.

Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünün “Sanat Eserleri Dizisi” kapsamında yayımlanan “Dünya Edebiyatında İstanbul”, farklı imparatorluklara başkentlik yapan kültür hazinesi kent üzerine yazan yazarların gözlemleri ve yorumlarını bir araya getiriyor.
Dünyanın en önemli edebiyatçılarının eserlerinde İstanbul'a yer veriş biçimini bir çok akademisyenin makalelerinden okuyucuya sunan “Dünya Edebiyatında İstanbul”un editörlüğünü Erol Ülgen, M. Metin Karaörs ve Emin Özbaş üstlendi.
Kitapta yer alan makalelere göre, dünden bugüne üzerinde dünya kültür mirasını barındıran ender şehirlerden biri olan İstanbul'u anlatan yazarlardan bazıları güzellikler karşısında aşk derecesindeki hayranlıklarını gizleyemezken, bazıları da bunları görmezden gelerek kentin bakımsız, çirkin yönlerini ve özellikle savaş yıllarında eski ihtişamından eser kalmadığını yazdı.
Dünya ve Rus edebiyatının önemli yazarlarından kabul edilen Mihail Fedoroviç Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler” ve 1873-1881 yılları arasındaki günlüklerinin toplandığı “Bir Yazarın Günlüğü” eserlerinde İstanbul'dan bahseder. Rus halkının ve Rus toplumunun meselelerini konu alan “Karamazov Kardeşler”de 19. yüzyıl Rus toplumunu yakından etkileyen Osmanlı-Rus savaşlarının etkisi göze çarparken, yazar romanda İstanbul'u Ortodoksluğun merkezi olarak gösterir ve dünyanın en büyük patriğinin burada oturduğunu söyler.
Dostoyevski, dönemin siyasi, sosyal ve güncel meseleleriyle ilgili günlüklerinde ise Türk ve İslam karşıtı bir tavır alarak, Rus halkını Türkler aleyhine kışkırtır. Günlüklerinde, “İstanbul'un Rusların eline geçmesinin tarihin ve hadiselerin doğal sonucu olacağını” iddia eden yazar, “Rusya ister barışa yanaşsın, isterse geri adım atmaya niyetlensin, ben yine iddiamı sürdürmek istiyorum: İstanbul er ya da geç bizim olacaktır” ifadelerini kullanır.

PUŞKİN'İN ERZURUM'A SEYAHATİ
Ernest Hemingway, “İşgal İstanbul'u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar” eserinde İstanbul'u, 1. Dünya Savaşı'nın işgal yıllarındaki görünümüyle anlatır. Hemingway, eserinde kenti “bakımsız ve kirli” insanları ise “tembel” olarak ele alır.
Rus edebiyatında dahi olarak anılan şair Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1829 yılında Osmanlı-Rus savaşı sırasında Kafkasya'da bulunur ve oradan Kars ve Erzurum'a geçer. Şair, “Erzurum'a Seyahat” adlı eserinde gerek Türklere karşı sevgi ve saygısı, gerekse yaralı Türk subaylarına nasıl yardım ettiğini eserlerinde de anlatır. Kitapta, Puşkin'in Erzurum seferinden sonra İstanbul konulu 52 mısradan oluşan bir şiir yazdığına ilişkin bilgiye de yer veriliyor.
Hikaye ve roman yazarı Panait Istrati'nin Türk okuyucuyla tanışması, 1940'lı yıllarla başlıyor. Yazarın “Akdeniz” adlı romanının kahramanı Mısır yolculuğu sırasında İstanbul'a uğradığı için, bu kentten kısmen söz edilirken, “Kira Kiralina” romanının büyük bir bölümü İstanbul'da geçiyor. Stavro'nun yaşamının hikaye edildiği romanda, Stavro'nun gözünde İstanbul manzarası önce Galata ve çevresinden, sonra Boğaz'dan anlatılıyor.
Istrati'nin İstanbul'unda insanlar oldukça kalabalıktır. Türklerin yanında Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Araplar, Romenler, Sırplar da mevcuttur. Boğaz, insanı her an çarpan güzelliğiyle mesire yeridir. Hanlar dar gelirli herkese açık mekanlardır.

BİR İSVEÇ ROMANI: İSTANBUL'A DOĞRU

İstanbul ve Türkiye'yi okuyuculara rehberlik ederek 1960'larda şehrin farklı bölümleri aracılığıyla yeni bir bakış açıcısıyla tanıtan ilk yazar Michael Lion sayesinde İstanbul'da hiç bulunmamış olan bir okuyucu, kente ilişkin pek çok konu hakkında bilgi sahibi olabilir.
Romanda yabancı bir ülkede yeni kültürler keşfedecek olan 10 yaşında İsveçli bir erkek çocuğunun deneyimleri aktarılırken, İstanbul hayatı roman akışında okuyucuya sunuluyor.
Avrupa Birliği Konseyinin İstanbul'u 2010 yılında “Avrupa Kültür Başkenti” olarak ilan etmesi dolayısıyla hazırlanan “Dünya Edebiyatında İstanbul” eserinde, yazarlara ve seyyahlara ilham kaynağı olan kentin bu ruhu ve hiç bitmeyen öyküsü okuyucuya zengin görsellerle sunuluyor.

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/18646147.asp

SAHAFLAR TEPEBAŞI'NDA

Sahaf Festivali bu yıl Tepebaşı'nda

Sahaf Festivali bu yıl Tepebaşı'nda

Beyoğlu Belediyesi tarafından beşinci kez düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali bu yıl 6-18 Eylül tarihleri arasında Tepebaşı TRT binasının önündeki alanda gerçekleştirilecek.

Beylikdüzü'ndeki TÜYAP binasına taşınmadan önce TÜYAP Kitap Fuarı da bu sene Beyoğlu Sahaf Festivali'nin yapılacağı alanın altındaki binada gerçekleştiriliyordu. Ulaşım zorluğu nedeniyle pek çok okuyucu ve yayınevi kitap fuarının Tepebaşı'ndan taşınmasından halen şikayetçi.
6 Eylül Salı günü başlayacak ve 18 Eylül Pazar günü sonlandırlacak 5. Beyoğlu Kitap Fuarı her gün 11.00-23.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Bu seneki festivale İstanbul'un değişik semtlerinden sahafların yanı sıra, Ankara'dan gelecek bazı sahaflar da katılıyor.
Bu sene 72 sahafın yer aldığı Beyoğlu Kitap Fuarı, geçen sene 74 sahafın katılımıyla Taksim Gezi Parkı'nda gerçekleştirilmişti.


İflah olmaz bir kitapkolik olarak ki bu hastalığıma tıp hala çare bulamadı, yolumun üstündeki her gördüğüm kitapçıya, sahafa girme gibi bir durumum var. Sanki farklı bir kitap bulacakmışım gibi dakikalarca raflara bakıp, kitapları incelemek, tanınmış yerli, yabancı yazarların yerine çok ta bilinmeyen yazarları ve  kitaplarını keşfetmek hoşuma gidiyor doğrusu. Aç tavuk buğday ambarı misali:)

Neyse sahaflardaki o eski kitap kokusu beni cezbeden kokuların başında geliyor. O kitaplardaki yaşanmışlık hissi ise beni bambaşka dünyalara götürüyor. Galatasaray'da sahaftan aldığım bir kitabın ilk sayfasında şöyle bir not vardı:
8.12.1996 ...... Seni seviyorum. (Yazının hepsini ve isimleri yazmak istemedim. Bende kalsın, aşklarına saygı olarak)   
Belli ki bu kitabı sevdiği bir kıza hediye etmişti. Kitap okundu ve sahafın raflarındaki yerini aldı. Belki de aşk bitti kitap gitti...O kitabı kıza nasıl verdiğini hayal ettim...(Burada herkes kendi hayalini kursun bi zahmet:) Okurken neler hissettiğini, neler düşündüğünü, nerede okuduğunu vs...

O yaşanmışlık duygusu. İşte bu yüzden sahafların ayrı bir yeri var benim için.

Geçen seneki Taksim Gezi Parkındaki Sahaf Festivaline gitmiştim ama ne yalan söyleyim hiç hoşuma gitmemişti. Nedense bana çok özensiz yapılmış gibi gelmişti. Ufacık kulübelere sıkıştırılan dip dibe sahaflar, sığdırabildikleri kadar kitabı sergiliyorlardı. Onlarda sanki dükkanlarında satamadıkları kitaplardı. Çok fazla çeşit olmayan, sevimsiz bir mekan olarak gözükmüştü gözüme.  Umarım bu seneki organizasyona daha fazla özen gösterirler de zevkle eski kitapların dünyasında dolaşabiliriz.

 http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/18626155.asp

POST-IT:))

 
Son günlerde içimi açan gülümseten haberlerden biride buydu. Camlardaki post-it ler. Düşünsenize ofisinizin camlarını sevdiğiniz bir karakter tarafından süslendiğini. Sıkıcı bir ofis gününe renk katmaz mı? Bence katar ama bir de bunu kabullenecek patron bulmak gerekir tabii. Bu da ne böyle çıkarın bunları diyebilecek bir patronunuz varsa hiç denemeyin. Bütün uğraşınız boşa çıkar ve zevkiniz kaçar.
 
Ben boş bir vaktimde denemek istiyorum. Evin küçük odasını gözüme kestirdim bile. Siz ne dersiniz. Denemeye değmez mi? Hayatımıza biraz renk biraz eğlence katmanın bir zararı olmaz...Haydi kolay gelsin...
İyi eğlenceler:))
 
 
Avrupa'nın son çılgınlığı

Son günlerde Paris sokaklarındaki ofislerin pencerelerinde sıra dışı bir hareketlilik ve renklilik var. Ofis çalışanları renkli yapışkanlı not kağıtlarını kullanarak pencereleri birer tuvale dönüştürmüş durumda.

Paris’in doğusundaki Montreuil’de oyun yazılım üreticisi Ubisoft ile BNP-Paribas bankasının IT çalışanlarının başlattığı “La Guerre des Post-it” (Post-it Savaşı) işyerlerinin yoğun olduğu La Défense mahallesine sıçradı.

Bilgisayar ekranındaki pikselleşmiş görüntüleri andıran Post-it’ten tablolar arasında yok yok. Bilgisayar oyunu karakterleri Super Mario, Angry Birds ve Worms, çizgi film karakterleri Pikachu, Snoopy ve Homer Simpson, hatta Mona Lisa ve Marilyn Monroe, Paris sokaklarındaki pencereleri süslüyor.

“Post-it Savaşı” çılgınlığı Avrupa’nın diğer şehirlerine de yayılmaya başladı. Yapılan çalışmaların fotoğraflarının yer aldığı postitwars.com sitesine şimdiden, Brüksel’den Londra’ya, birçok Avrupa şehrinden fotoğraflar yüklendi.

Planking, owling gibi hareketlerin Türkiye’de ne kadar hızlı yayıldığı düşünülürse, yakın zamanda buradaki ofislerde de böyle renkli tablolar görmemiz olası.

AZINLIKTA KALAN BİR DİNAZOR- MİNA URGAN


"Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum.

eğer yaşadığım...
çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse;

eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa;

eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa;

eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense,

ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?

tam tersine baş kaldırırım,

direnirim böyle bir çağa karşı.

bu yüzden dinozorlukla suçlanmam da vız gelir bana.

çünkü ben dinozoru,

tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil;

geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınmaz değerlerini

yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan

bir yaratık olarak tanımlıyor,

dinozorluğumla övünüyorum."



Katılmamak mümkün mü? Mina Urgan'ın "Bir Dinazorun Anıları" adlı kitabında bu yazdığı satırlara. Yaşadığımız çağ köşeyi dönmek için yapılanları kolayca kabulleniyorsa, toplumsal adeletsizlik söz konusuysa, bayağılık ve çirkinlik egemense BENDE AZINLIKTA KALMIŞ ÇAĞA AYAK UYDURMAYAN BİR DİNAZORUM!



Bir Dinazorun Anıları - Mina Urgan - Yapı Kredi Yayınları

HAYATIMIN KİTABI VE STING



It's the book of my days
It's the book of my life
 It's a book I'm afraid to write

and it's all there to see
as the section reveals
There is some sorrow in every life

I'm still forced to remember
Remember the words of my life

There is a chapter of secrets,
and word to confess


Bu benim günlerimin kitabı,
Bu benim hayatımın kitabı
Yazmaya korktuğum bir kitap

Ve bütün görülecek ve keşfedilecekler var içinde
Her hayatta biraz hüzün vardır

Hala kendimi hatırlamak için zorluyorum
Hayatımın kelimelerini hatırlıyorum

Sır konular ve itiraf kelimeleri...

Böyle devam ediyor Sting'in 'Hayatımın Kitabı' adlı parçası. Sözleri çok anlamlı geldi bana. Bu benim hayatımın kitabı diyor. İçinde bir sürü şey barındıran. Tüm görülmesi gereken, açığa kavuşturulması gerekenlerin yanı sıra gizlenenler ve itiraflar. Yazmaya korktuğum bir kitap diye de ekliyor. Çünkü ne kadar istensede her zaman güzel satırlar eklenemiyor kitaba.

Hepimizin hayatının kitabında yazanlardan bahsediyor. Ulu orta yaşadıklarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, dışa vurduğumuz duygularımız, içimize attıklarımız, paylaştıklarımız, kendimize bile itiraf etmeye anlatmaya korktuğumuz sırlarımız. Sonuçta tüm yaşadıklarımızla hikayeleri olan insanlarız biz. Ve en önemli hikayelerin bizim olduğuna inanan.

Hani şehirlerarası bir yolculuğa çıkarsanız da yanınızdaki kişi yol boyunca tüm yaşadıklarını anlatır ya size. İşte o da onun kitabıdır. Onun için önemli olan ne varsa bulur çıkartır içinden ve belki hayatında bir kez daha karşılaşmayacağı bir insana ki üzerinde birazda bunun rahatlığını hissederek sayfa sayfa okur yaşadıklarını. Sizi belki hiç ilgilendirmez ama onun için çok önemlidir yaşanmışlıklar tıpkı sizinkiler gibi. Yolculuk biter o alır kitabını kolunun altına, sizde kendi kitabınızı farklı yönlere gidersiniz ama ikinizinde kitabına yeni satırlar eklenmiştir yolun sonunda.

Hepinizin kitabına sayfalar dolusu uzun mutlu bölümler eklemeniz dileği ile iyi bayramlar...