YAĞMURLA SÜRÜKLENEN ANILAR



Geçen pazardan beri yazmamışım. Aradan tamı tamına bir hafta geçmiş. Yine pazar, yine gri bulutları misafir eden yağmurlu bir İstanbul. Havada melankoli kokusu. Kış başladı mı ne?

Gözüm duvardaki Dubrovnik tablosuna takılıyor bir an için. Tam da o meydandaki bir sokak ressamından almıştım bu tabloyu. 2004 Nisan ayı idi. Gece sohbet ederken Hırvatistan'a gitmeye karar vermiştik hiç hesapta yokken, öylesine... Sonra internetten bulduğumuz otele rezervasyon yapıp, biletleri aldık. O zamanlar henüz turlar başlamamıştı oraya. Biletimizi kesen kontuar elemanına ve Hırvatistan'a gideceğimizi söylediğimiz kişilere çok enteresan gelmişti gezmek için Zagreb'e gitmemiz. Gidecek başka yer bulamadınız mı gibilerinden yüzümüze bakmışlardı o zamanlar. Şimdi ise turların biri gidiyor öbürü geliyor:).
                                                                       
Zagreb Havaalanı o güne kadar gittiğim en boş havaalanı idi. Alanda iki uçak vardı biri bizim gittiğimiz THY, diğeride Croatia Airlines idi. Uçaktan indikten kısa bir süre içinde alanda yolcu kalmamıştı. Otobüse binip şehre giderkenki hayal kırıklığımı hatırlayıp hala gülerim kendime. İlk tepkim aman allahım ne işimiz vardı burada demiştim amaaaa Zagrep'e geldiğimizde sanki dünya değiştirmiş gibi olmuştum. Kaldığımız otel 1970'lerde kala kalmıştı. Gece dışarı baktığımda puslu karanlığı aydınlatmaya çalışan bir binadan diğerine uzanan elektrik telinin ortasından sarkan sokak lambası ile daha da eskiye gitmiştim. Arnavut kaldırımlı sokak bomboştu. Sessiz, ıssız. Her an sokağın köşesinden naziler çıkacakmış gibi bir görüntü. Bazı filmlerin belleğimizde ne çok yer ettiği böyle anlarda çıkıyordu meydana.




Elimdeki fotoğraf albümüne bakıyorum. Sanki zaman tünelinin içinde gibiyim. Çok değil aradan yedi yıl geçmiş. Sırt çantam, yeşil kazağım, güneş gözlüklerimle eski binaların çevrelediği rengarenk lalelerle donatılmış, yemyeşil bir parktaki resmime bakıyorum. O akşam otelde Adriyatik kıyısından otobüsle güneye kadar gitmeye kadar vermiştik. Zadar ve Split. Şehirleri yürüyerek gezmenin verdiği yorgunluktan Split'ten dönmeyi düşünürken annemle yaptığım telefon konuşması sonucunda Dubrovnik'e giden otobüse bilet almıştık. Mutlaka gidin demişti, baban dünyadaki en güzel şehirlerden biri olduğunu söylerdi her zaman. Tam da yağmur çiseliyordu bu sözleri söylerken. Yanımızdan bir okulun muhtemelen ilkokulun veya yuvanın öğrencileri geçmişti yanımızdan üzerlerinde rengarenk yağmurlukları ile.

Dantel gibi kıyılarından, ufacık adalarını ve birbirinden güzel deniz fenerlerini seyrederek varmıştık Dubrovnik'e. Bir turizm informasyon bürosuna giderek kalacağımız yeri ayarlamıştık. Bu kez Damir'in evinde misafir olacaktık. Şimdi nasıl bilmiyorum ama o zamanlar turizm informasyon  istediğiniz konaklama şeklini ve ücret aralığını söylediğinizde kalacak yer bulmaları konusunda yardımcı oluyordu. Dubrovnik'te kalenin içinde kalmayı istediğimiz için bize pansiyon önermişlerdi. Pansiyonun sahibi gelip bizi kalenin tam tepesindeki üç katlı bitişik nizam taş evlerden birine götürmüştü. En üst katın kapısını açtığımda ben buradan geri dönmüyorum demiştim. Bir pencereden tüm kale, evler, yollar, merdivenler arka pencereden ise çatıların üzerinden deniz görünüyordu. Pansiyon diye adlandırdıkları yer ise stüdyo daire idi. Gece dağın tepesindeki haç ışıklandırılıyor ve bu orta çağ kentine ayrı bir hava katıyordu. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı büyülü bir şehirdi burası. Her yeri tarih kokuyordu. Yürümekten yorulduğumda oturduğum kafenin tam karşısında ortaçağ kıyafetleri giymiş bir gencin söylediği şarkılar eşliğinde kahvemi yudumlarken görmüştüm sokak ressamını. Sulu boya resimler yapıyordu. Orta yaşlı, saçları kırlaşmış bir adamdı. Tüm resimlerinde aynı temayı işlemişti neredeyse. Kale, kilise, kafeler. İşte bugün halen duvarımda asılı resmi o gün almıştım. Suluboya tablo, fotoğraflar, albümün arasından çıkan müze giriş bileti, otobüs bileti, Zagreb haritası, kartpostallar...Hepsini saklamışım diğer gezi albümlerinde olduğu gibi. Ve yağmur damlalarının yarattığı sular beni oralara sürükledi bugün. Taa uzaklara, geçmişe, anılara...


                                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder