ŞEHİR KAÇKINLARI YOLLARDA:)

Yine yollardayız:)

Her yolculuğumuzda olduğu gibi erkenden çıktık. Artık yazlığa gidiyoruz. Ege'ye doğru. Arabanın bagajı full dolu. Eskihisar-Yalova Topçular feribotuna neredeyse hiç beklemeden ve arkamıza bakmadan biniyoruz.

Sabahın erken saatinde deniz havası iyi gidiyor. Feribot yaklaşık 40 dakika sonra Topçular'a yanaştığında İstanbul iyice siluhet halinde karşı kıyıda kalmış. Hava kapalı. Yağsam mı, yağmasam mı diye düşünüyor. Güneş bir gözüküyor, çokça kayboluyor. Geçen yolculuğumuzdaki gibi yarışçı bir trafik yok. Bu güzergahın sürücüleri hem daha sakin, hem daha saygılı. Kimbilir belki de henüz uyku sersemi oldukları için trafiğe dikkat ediyorlar. Yollarda trafik denetimi var. Zaman ilerledikçe vazgeçilmez bir yaz klasiği ile karşı karşıya geliyoruz: Yol Bakım Çalışmaları. Daraltılan yollar, tek şerit geliş, gidişler, kenarlara dökülen çakıllar, toz duman içinde çalışan iş makinaları, kontrollü geçişler sayesinde oluşmaya başlayan kuyruklar...

Uzunca bir süre anayoldan gidiyoruz. Uçsuz, bucaksız buğday ekili sapsarı tarlardan geçiyoruz. Çanakkale'ye doğru sağımızda Marmara Denizi ve Marmara Adası, yazlıklar, benzin istasyonları, köyler, köy evleri derken Biga'ya varmadan Gümüşçay sapağından anayoldan ayrılıyoruz. Uzun ince köy yolunda ilerlerken önümüze inekler çıkıyor. Arabanın yanında sürekli havlayarak, aklı sıra bizi korkutarak sürüyü korumaya çalışan köpek bir süre sonra peşimizi bırakmaya karar vererek sürüsünün yanına dönüyor. Sıra arkadaki arabada:).

Sonunda bahçemize vardık. Kapıyı açar açmaz büyük süpriz! Adam boyu otlar bizi karşılıyor. Ağaçlar geçen yaza göre iyice büyümüşler. Bütün bitkiler birbirine girmiş. Tam bir jungle. Evin arkasındaki tuğla fırın otların arasında kaybolmuş, tamirat istiyor. Evin içi geçen seneden beri açılmadığından biraz rutubet kokuyor. Tüm camı çerçeveyi açıyoruz. Ufak bir temizlikten sonra valizleri taşıyıp, çayı ocağa koyuyoruz. Çocuklar çoktan arkadaşlarına kavuşup, ortadan kaybolmuşlar.

Şehirden sonra burası çok ama çok sessiz geliyor. Uzaklardan gelen hayvan sesleri, sürekli cır cır öten böcek ve kuş seslerine arasıra kapının ardından geçen traktör sesleri karışıyor. Zaman durmuş gibi. Herşey durağan. Bahçeye bakıyorum. Arasıra ağaçtan ağaça uçan kuşların kanat çırpışlarını duyuyorum. Gözlerimi kapatıp akasyanın dalları arasına saklanmış kuşların cıvıltılarını dinliyorum. Başımı gökyüzüne kaldırıp bulutları seyrediyorum. Bazen ordadan oraya koşan bulutlar bugün kalakalmışlar. Kendimi bir an için Nuri Bilge Ceylan filmlerinin içinde gibi hissediyorum. Öyle olduğum yerde saatlerce durup etrafa bakabilir, sessizliğin sesini dinleyebilirim.

Bizi gören komşular hoşgeldine geliyor. Seviyorum eski Dimetoka yeni Gümüşçay'ın insanlarını. Burayı ilk aldığımızda ne işi var bu İstanbul'luların burada, ne yapacaksınız, kimsiniz, kimin nesisiniz sorularına çok maruz kalmıştık ama onlar bizi, biz onları tanıdıkça onlardan biri olduk. Düğünlerine davet edildik, ektiğimiz ürünleri paylaştık, tarlarına götürüldük, hayvanlarını gördük, çocuklar çocuklarıyla arkadaş oldular, sokaklarda koşturdular, birlikte denize girip oyundan kendilerini zor alıp gece yarılarında evlere döndüler , traktörlere binip tarlalara gittiler,  İstanbul'da  yaşayamadıkları özgürlüğü burada bu beldede yaşadıkları için çok mutlu oldular ve biz her sene yazın gelmesini dört gözle beklerken İstanbul'a döneceğimiz zaman karalar bağlamaya başladık. Hoşgeldine gelen komşular beklediğim haberi müjdeliyor. "Bu otun içinde ilerlere gitmeyin, kapınızı da açık bırakmayın yılan var. Hemde bu sene çok var:( Yaşasın diyorum içimden. Yılanlar ığğğğhhhh. Hayvanları çok severim fareden,böcekten  falanda korkmam ama yılan denince hazır ola geçerim doğrusu:). Nereden çıkacağı, nereye gireceği belli olmaz mendebur hayvanın. Neyse yılanı bir kenara bırakıp çayları koyuyorum. Ağaçların gölgesinde tavşan kanı yorgunluk çaylarımızı yudumluyoruz. Komşularımın kimi tarladan gelmiş, kimi hayvanlarından. Yazla birlikte burada düğün mevsimide başlar. Kimin düğününü, nerede yapılacakmış onu konuşuyorlar kendi aralarında. Sonra herkes yavaş yavaş evlerine dağılıyor takii akşam ezanından sonra çekirdek çitlemek üzere evlerin önündeki merdivenlerde toplanana kadar. Pırıl pırıl parlayan yıldızların altında çekirdek çitleyerek yapılan günün dedikodularının tadına doyamıyorlar doğrusu. Beni de davet ediyorlar "sen de gel be ya, oturur laflarız".

"Belki başka bir akşam" diyorum onları evlerine uğurlarken. Ne de olsa iki geceliğine buradayım şimdilik. Sonra yine yollardayız. Bir sonraki durağımız İzmir Menderes. Dönüşte bazı geceler bende katılırım akşam merdiven sohbetlerine. Bu akşam ailecek seyrederiz yıldızları, büyük ayı, vegas...Belki de bir dilek tutarız kayan bir yıldızın peşinden mutlu şehir kaçkınları olarak, huzur içinde gülümseyerek:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder